Yükleniyor...
19.04.2010
Geçen hafta gündem, Ahmet Türk’ün uğradığı yumruklu saldırıyla meşguldü. Öyle ki Başbakan’ın Amerika temasları ve Orta Asya üzerindeki hesaplaşmalar, medyada yüzeysel olarak yer aldı.
Malum, Ahmet Türk, vekilliğinin düşürülmesinin verdiği rahatlıkla teröristleri daha güçlü bir sesle savunuyor ve bölücülüğü de sürdürmeye devam ediyor. Uğradığı saldırı kimse tarafından tasvip edilemez, ama haklı haksız sorgulamamızın da önüne geçemez.
Yumruğu atan şahısın, Ahmet Türk’ü gördüğü zaman şehit tabutlarının gözünün önüne geldiğini söylemesi, bu işe birilerinin emri ve etkisi altında kalmadan teşebbüs ettiğinin en önemli delilidir.
Sokaktaki sade vatandaşların nabzını merak ettiğim için, bu olayı kiminle konuştuysam, öyle bir durumda onların da kendilerine hâkim olamayacaklarını, hatta kimilerinin daha incitici bir şekilde yüzüne tükürebileceklerini cevabını aldım.
Vatandaş olayları sorgularken, kutsalları uğruna her şeyin yapılabileceği ihtimalini de ortaya koyar. Peki, sözde millete vekil olarak yönetime gelmiş kişilerin kınamaları toplumda nasıl bir hava oluşturmuştur?
Bu olayların yaşanmasına sebep olan Başbakan başta olmak üzere, parti genel başkanlarının ve bazı bakanların olayı kınaması ve olayın arka planını göz önünde bulundurmadan savunmaya geçmeleri, Ahmet Türk’ün bu olayda haklı olduğu yönünde izlenimler oluşturmuştur. Hele Samsun Vali ve Emniyet Müdürü üzerindeki iktidar baskısı, vatandaşa da sakın böyle bir işe bir daha teşebbüs etmeyin mealindeydi. Toplumdaki direnç mekanizmasını kırarak, olaylara seyirci kalınması kimin işine geliyorsa, bu da bize bu işin ortağının çok ve hepsinin de görevi başında olduğunu açıkça gösteriyor.
Bu olaylar öyle anlık hadiselerdir ki, en beklenmedik kişiler tarafından da gerçekleştirilebilir ve sonucu ölümle de bitebilir. Peki, bu siyasetçiler, toplumun birbirine düşmesini istemediklerini söylerken, kendilerinin bu işte namluya ne kadar yakın oldukları hesabını yapmıyorlar mı? Kınayıp kenara çekilmek, barışçıl bir imaj için yeterli mi? Bu vatandaşlar eminim ki vakti geldiğinde haklarını savunması gerekirken, kendilerini ulu orta bırakan bu siyasetçilere de önce sandıkta, sonra meydanlarda gereken hesabı vereceklerdir. Esas yumruk o zaman atılacaktır.
Peki, sonuç ne oldu, iki şehit. Hem de vatandaşa resmen gözdağı vererek, terörün uzağında diye mahkemenin güvenilir dediği Samsun’da. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, eli kanlı örgüt, bu sefer de iki polisimizi hedef aldı. Sorumluluğunu kimse üstlenemez bunun, ama biz biliyoruz işbirlikçi ve pısırık siyasetçilerdir, bunun sorumluları. Valileri, emniyet müdürlerini, kaymakamları ve bürokratları vasıfsızlaştıran, bunları elleri kolları bağlı emir erleri haline getirmeye çalışan iktidar sahipleridir, bunun sorumluları.
Açılım, demokrasi ve fikir özgürlüğü diye türlü oyunlarla bu milleti ve milletin teşekkülü olan devleti meşgul etmek, temellerine dinamitler döşemek, Hıristiyan batılının amaçlarına hizmet etmekten başka bir şeyle açıklanamaz. Tarih boyunca Türk Milleti birçok düşmanla yüzleşmiş, bedelini ödeyerek şan ve şerefle bu günlere gelmiş ama Haçlı zihniyetine mensup düşmanlardan da bir türlü kurtulamamıştır.
Bu düşmanlar, ya ordular halinde karşımıza çıkmış ya da bugünkü gibi içimize zehirli yılanlar halinde sokulmuştur. Bu maddeye tapar hale gelmiş zihniyet karşısında dünya insanlığının en büyük dayanağı Türk Milleti’dir. Bu milletin birliğini yıkmadan hâkimiyetlerinin kesinleşmeyeceğini bildikleri için her türlü kirliliğe başvurmaktadırlar. Samsun’da yaşanan terör olayları ve milletimizde oluşturulmaya çalışılan tepkisizlik çabaları da bunu en açık örneğidir.
Bizim bu durumda yapmamız gereken yegâne şey, her duruma hazırlıklı olarak, konuşma sırasının bize geleceği anı gözetmek ve duruma nasıl hâkim olabileceğimizin hesabını yapmaktır. Duygularımızı kontrollü bir şekilde dile getirmeli, kim olursa olsun millete zulmedenlere hesap sormaktan çekinmemeliyiz.
Allah, Türk’ün Yar ve Yardımcısı’dır.
iktidarmuhalefet.com , 19 Nisan 2010