Yükleniyor...
Bugün Taha Akyol’un Atatürk’ü inceleyen “Ama Hangi Atatürk” kitabından söz edeceğim.
Atatürk, Osmanlının son dönemindeki hem mutlak ve hem de meşruti monarşiyi yaşamış, çöküş ve parçalanma sürecinde geniş imparatorluk coğrafyasının her köşesinde olayların, savaşların ve halkın içinde pişmiş, yetişmiş, müthiş bir muhakeme ve yorumlama kabiliyeti ile en uygun kararları alabilmiş bir “siyasi deha”dır. İngiliz Başbakanı’nın onun için “Yüzyılımızın Dehası” tanımlaması bu anlamda bir hakkın teslimidir.
Bu nedenle son 20 yıllık hayatına baktığınız zaman bir değil birkaç Atatürk görmeniz mümkündür. Bir başka deyişle, birçok kesimin<işte bu benim Atatürk’üm> diyebildiği birkaç Atatürk’ü bulmak mümkündür Milli Mücadele döneminde sol terimleri kullanan, TBMM kurulduğunda ilk diplomatik mektubunu Lenin’e yazan, Sovyet dostu Mustafa Kemal. Solcuların ve özellikle de Doğan Avcıoğlu’nun kurguladığı <Solcu Atatürk>
Atilla İlhan’ın <Gazi> si de solcudur. Ama Asyalıdır. Sultan Galiyev ile duruş beraberliği göze çarpar. Müslüman kimliği, Asyalı vasfı ve antiemperyalist karakteri baskındır.
Milli mücadelede yoğun bir şekilde İslami terimler kullanan, Kur’an’dan ayetler okuyan, dualar eden, açılışının 21 Nisan 1920 çarşamba günü olacağı A.A. tarafından halka duyurulmuş olmasına rağmen, Meclisi cuma günü namazdan sonra açan, Batı ile savaşan <Müslüman Atatürk.>
Modern kıyafetler giyen, dans eden, yeniliklerin ve devrimlerin öncüsü Merhum Atilla İlhan’ın tabiri ile <Alafranga Atatürkçüler>in kurguladığı bir başka Atatürk daha vardır.
En önemlisi ise, dağılan, lime lime dökülen bir İmparatorluktan, milli bir ‘Türk Devleti’ çıkarabilmiş, Türkün milli gururunu kurtarmış, <Milliyetçi Atatürk>
Kısa bir döneme bir kurtuluş savaşı, bir devlet ve millet inşası ile birçok devrimi sığdırabilmiş bu büyük dehanın karşıtları kasıtlı olarak olayları ve olguların bütününden kopararak, çarpıtarak bir kara propagandaya dönüştürmektedirler. Onun amacına ulaşmak için konjonktüre göre süratle politik manevra yapma kabiliyetini görmezden gelerek “döneklik”, “ vefasızlık” gibi yakıştırmalar ile haksız ve acımasızca eleştirmektedirler.
Bu kitapta esas olarak, Atatürk’ün dış politikası üzerinden onun politikacı ve diplomat yönü, bu konudaki deha, beceri ve kıvraklığı işlenmeye çalışılmıştır. Yazara göre o dış politika, anti-emperyalisttir ve Türkiye’nin dünyadaki yerini batılı dengeler içinde inşa etmeyi amaçlar.
Şimdi yazarın kitabında farklı Atatürk portrelerinin ortaya çıkmasına neden olarak gösterdiği bazı olaylardan örnekler vererek, zaman tünelinde kısa bir yolculuk yapalım.
İngilizlerin Mondros’a uymayıp İstanbul’u işgal etmeleri, Mustafa Kemal’i Mücadele yolunu seçmeye itmiştir.
Bu sırada savaş bitkini Avrupa’da <Proleter Hareketler> hızla yayılıyor. Türklerin ‘Bolşevizm’i kabul etmesi, Batının özellikle İngilizlerin kabusu, Lenin’in ise umududur.
İşte M. Kemal bu korkuyu da ve bu umudu da bir kurmay ustalığıyla değerlendirir.
Savaş yorgunu Batı karşısında iki dinamik hareket: <Bolşevik devrimi> ve <Türk Kurtuluş Hareketi>dir.
Bu sırada Araplar ayaklanır. Bunların en önemlisi, Arabistan’daki Şerif Hüseyin’in İngiliz destekli isyanıdır.
Mustafa kemal Ankara’ya gelir gelmez İslami bir dil kullanarak <İslam Alemine Beyanname> yayınlar.
Mustafa Kemal; Bir yandan, Kuran ayetleriyle bezeli İslami konuşmalar yaparak, bir yandan Bolşevizme sempati ifade eden ve devlet sosyalizmine dayanan bir sistem kuracağını söyleyerek, bir yandan İstanbul’la iyi geçinip bazı birlikleri Kuvva-i Milliyeye bağlayarak, bir yandan da İzmir’in işgaline karşı oluşan tepkiden yararlanıp <Sivil Vatanseverliği> harekete geçirerek, büyük bir siyaset ustalığı sergiler.
Mustafa Kemal kendisinin görevine son veren bir irade yayınlayan Vahdeddin’e bir telgraf çekerek çok saygılı bir ifade istifa eder. Bu bir taktiktir. Padişahı ürkütüp karşısına almak istemez.
Erzurum kongresinde M. Kemal öyle bir konuşma yapar ki, akşam yemekte Mazhar Müfit Bey; “Paşam nutkunuzun sonunu müftü efendinin duası gibi bitirdiniz” deyince Paşa’nın cevabı:
-Maksadını anlıyorum, anlıyorum ama şimdi vazifemiz, “Halkı, vatanı ve Padişah’ı kurtarmaya inandırmaktan ibarettir” der.
Erzurum’dan Ankara’ya kadar her adımda demokratik meşruiyet esas alınır.
Mustafa Kemal ABD heyeti başkanı Harbord’a Türkiye’nin Bolşevik olmayacağını söylerken, Bolşeviklere farklı bir dil kullanır.
Mustafa Kemal, milli harekete yardımcı olacak (Ali Rıza Paşa Hükümeti) bir hükümet kurdurmakla kalmayıp, memleketin mukadderatı ile ilgili konularda inisiyatifi ele alır. Telgraf makinesinin başına geçerek sadrazama talimatlar verir. İstanbul bürokrasisini kendine bağlar. İki bakan ve Telgraf Umum Müdürü Refik Halid Karay’ı divanı harbe verdirir.
Bu arada İstanbul hükümeti Kuvva-i Milliyeyi tanır. Görüşüp, 5 adet protokol imzalanmak üzere Bahriye Nazırı Salih Paşayı görevlendirir. Buluşma yeri Amasya’dır. Meclisin toplanacağı yer olarak da Bursa kararlaştırılır. İstanbul’a dönünce Cemal paşa, bunu kabul etmez. Neticede Meclis İstanbul’da toplanır. Burada M. Kemal’in arkadaşları, O’nu meclis başkanı seçtirmek isterler ama başaramazlar. <Felah-ı Vatan> isimli bir meclis grubu oluştururlar. Damad Ferid 4.ncü kez Sadrazamlığa atanınca, bunu önlemek isteyenlere Vahddetin’in cevabı enteresandır;
-Ben istersem Rum veya Ermeni patriğini de sadrazam yaparım.
Mustafa Kemal 10 0cak 1920’de Padişaha bir telgraf çekerek, amaçlarının sadece vatanımızı değil tüm İslam Aleminde Padişah ve Halifeyi egemen kılmak olduğunu ve ümmet siyaseti izlediğini söyler.
Ankara’da meclis açılırken İzmit’te Süleyman Şefik Paşa komutasında <Hilafet Ordusu> kurulur. Düzce, hendek, Gerede, Nallıhan, Beypazarı üzerinden Ankara’ya irtica dalgaları gelir.
Sakarya savaşının kazanılması, İslam dünyasında büyük sevinç yaratır. M. Kemal, İslam’ın kurtarıcısı ve Hz. Muhammed’in kılıcı olarak görülmeye başlanır. Alman tarihçi Von Mikuch Ankara’yı <Yeni Mekke> olarak niteler.
Bolşevikler, Çarlık Rusya’sının Osmanlı aleyhine Batılılarla yaptığı tüm anlaşmaları iptal ederek, Anadolu hareketi ile Bolşevik hareket arasındaki Batıya karşı stratejik menfaat örtüşmesini sağlarlar. Bu arada Halil Paşa Azarbaycan’daki Türkleri Kızıl ordu aleyhinde örgütler. Bunun Rus yardımını engelleyip milli mücadeleye zarar vereceğini düşünen Kazım Karabekir, Halil paşaya telgraf çekerek eleştirir.
Ruslar Türkiye’ye beş yüz kilo altın gönderir. Karabekir bunun iki yüz kilosunu ihtiyaçlar için Erzurum’da bırakır, geri kalanını Sovyet sefareti başkatibi Upmal ile Ankara’ya ulaştırır.
M. Kemal, Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde Bolşevizmi öven yazılar yazar. Bolşevizmle ihtiyatlı flörtü savaş sonuna kadar devam edecektir.
Bolşevizmi Anadolu’da yaymak için Mustafa Suphi yoldaş, Sovyet Elçisi Medivani ile birlikte gelir ve kızıl bayraklı araba ile köyleri dolaşırlar. Karabekir onları uyarır.
Ankara’nın politikası; Bolşevizme yakın durmak ama ülkeye sokmamaktır
Mustafa Kemal, resmi bir <Türkiye Komünist Partisi> kurdurarak, Bir yandan Bolşevizm sempatisini kontrol altına alırken, öte yandan Sovyetlere ‘Bakın bizde de Komünist Partisi var’ diyebilmeyi amaçlar.
Hilafetin kaldırılmasından önce, M. Kemal birçok yerde aşağıdakine benzer görüşlerini dile getirir:
“..Moğol Hulagu’nun Bağdat’ı alıp Halifeyi idam ettirdiğini, böylece dünyadaki Halifeliğe son verdiğini belirtir… Yavuz Hazretleri hilafeti devralmıştır. Almayabilirdi de. Halife o zaman Mısır’da kudretsiz bir mülteci idi..”
‘’Lozan’da Osmanlı devrine ait tarihte emsaline rastlanmayan bir zafer kazanılmıştır’’ Atatürk Nutuk’ta böyle der. Buraya Sevr’den gelindiği düşünülürse bu tespit doğrudur. Ancak, Lozan’da alamadıklarımız da vardır. Ödünler de verilmiştir. Bunların başında Irak sınırının çok kötü çizilmesi gelir. Lozan’da 3-4 yıllık değil, 3-4 asırlık hesap görüldüğü için görüşmeler bu kadar uzun sürmüştür. Lozan’dan kalan sorunlar 1930 lara kadar (Musul hariç) peyderpey çözülür.
Bu arada iç politikada M. Kemal’in mebus olmasını engelleyen önerge bile verilir. Bu tutum onu, kendi partisini kurmaya ve Meclis’in tamamını kendisinin belirleyeceği bir yapıyı kurmak için seçimlere gitmeye zorlamıştır.
Muhalifler M. Kemal’i ekarte etmek için bir hamle daha yaparlar. Meclis Başkanlığına bir önerge vererek, bir kenara çekilmesi kaydı ile kendisine, bir saray ve on bin lira aylık ödenek bağlanmasını isterler.
Gazi, İzmir İktisat Kongresi’ndeki konuşmaları ile şu mesajları verir; Türkiye’nin hedefi iktisadi bağımsızlık, Kapitülasyonların kaldırılması, liberal ekonomi, yabancı sermaye..vs.
4 Ağustos’ta Başvekil Rauf Bey istifa eder. Ilımlı Fethi bey ( Okyar) Başvekil olur.
Bu dönemde gizli bir kriz yaşanır. Başbakanı ve Bakanları TBMM seçtiği için Hükümet uyumlu çalışamıyordu. Gazi bu krizi, kurmay dehası ve ‘kriz yönetimi’ ile şöyle çözer:
Önce hükümet krizi çıkarır. Krizden yararlanarak ‘Cumhuriyet’i ilan eder. Kendini cumhurbaşkanı yaptırır. Hükümet istifa eder. Başbakanı(İnönü) ve bakanları kendisi atar.
Musul’un gözden çıkarılması, dolayısıyla milletler cemiyetine havale edilmesi, reel politikaya dayanır. Karabekir’in, Musul için, oraya birlik kaydırılmasının Yunanistan’ın tekrar Trakya’ya İtalya’nın Adalara asker çıkarmasına sebep olacağı yönünde görüş belirtmesi ve barışın bir an önce sağlanıp devrimlere başlanması fikri, bunda etkili olmuştur.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, yakın geçmişte Balkanlardaki kanlı etnik savaşları ve Rumeli’nin kaybedilmesini yaşadıkları için, Şeyh Sait İsyanını çok sert ve telaşlı bir şekilde bastırırlar. Akabinde Gazi’ye yapılmak istenen <İzmir Suikastı> sonrasında İstiklal Mahkemeleri kurulur, siyasi idamlar başlar.
1925 den sonra Faşist İtalya hegemonyasını genişletir. Musollini, Musul meselesinde Türkiye ve İngilizlerin çatışacağını tahmin ve ümit etmektedir. Türkiye’nin taviz vererek de olsa meseleyi çözmesi, Musollini’yi yanıltmıştır.
İki diktatörden Hitler Kuzeye ve Mussolini de Güneye sahip olmayı düşler. Hitler, Mussolini’yi Akdeniz ve Afrika macerasına teşvik eder. 3 Ekim 1935 te Mussolini Habeşistan’a saldırır. Dünya, Mussolini’ye yaptırım uygular. En katı uygulama Türkiye’den gelir.
Atatürk yaklaşan tehlikeyi görmektedir. Kendisini ziyaret eden İngiliz Büyükelçisine müthiş bir öngörü ile şunları söyler:
“Habeşistan tavizi ile Mussolini’yi durduramazsınız. Benim değerlendirmeme göre 4-5 seneye kalmaz, Almanya ve İtalya birleşip başımıza <İkinci Dünya Harbi> felaketini açacaktır.”
1937 de İngiliz Kralı II Edward, Atatürk’ü ziyaret eder.
Mayıs 1938 de İngiltere Türkiye’ye 16 Milyon Sterlin kredi açar.Bu sırada Türk ekonomisi dış ticaret bakımından yarı yarıya Almanya’ya bağımlıdır.İngiliz kredisi Almanları telaşlandırır. Onlar da 150 Milyon Mark önerirler Türkiye onu da kabul eder.
Bir dizi diplomatik girişim sonucu, Hatay, Türkiye’ye katılır. Almanya karşısında güç durumdaki Fransa, Türkiye’yi desteklemek zorunda bırakılır.
Şubat 1938 de Almanya Avusturya’yı işgal eder.
Stalin’le anlaşan Hitler, 1 Eylül 1939 da Polonya’ya saldırır ve paylaşırlar.
Atatürk ve arkadaşlarının başka liderlerde çok nadir olarak görülebilecek özelliklerinden biri ve belki de en önemlisi, çok değişik dönemlerde yaşamış, değişik şartlarda farklı çözümler geliştirmek zorunda kalmış olmalarıdır. Bunlar Osmanlı subay ve aydınlarıdırlar. Çokuluslu bir imparatorluğun, hem Balkanlardaki etno-miliyetçi isyanlarını ve hem de azgelişmişlik nedeni ile yıkılışını yaşadılar. Bir devlet nasıl yıkılır, işgale uğramak nasıl bir felakettir, bunu gördüler.
Balkan ve Cihan Harbinin korkunç facia ve yıkımlarını yaşadıktan sonra “Milli Mücadele”yi göze alabildiler. Bu iman ve azme sahiptiler. Başardılar da.
Atatürk zaferden sonra mazlum milletlere değil, tüm dikkatini Türkiye’nin güvenliğine ve çıkarlarına yöneltmiştir. Bu bir “reel politika”dır. Bu gerçek görülmeden “Diplomat Atatürk” görülemez. Anlaşılamaz.
Milli mücadelenin üst düzey komutanları arasında askeri-strateji- planlama konularında önemli görüş farkları da yoktur. Sadece Atatürk’ün, <siyasi vizyonu ve siyasi enerjisi> hepsinden farklıdır. Hepsinden güçlüdür.
Yazarın Atatürk’ü anlatan tarih yazımı ile ilgili görüşlerine gelince:
“.. Sonraki tarihlerde Milli Mücadele’yi gerçek içeriği ile değil de, kurulu düzenin gerektirdiği şekilde izah eden bir ”Atatürkçü Tarih Yazımı” gelişmiştir. Bu tarih yazımı, 1931’lerde Liseler için hazırlanan tarih kitapları ile başladı. İnkılap Tarihi derslerindeki Atatürk anlatımı böyle oluştu. Milli Mücadelenin Anti-emperyalist, Asyacı ve İslamcı içeriği boşaltılarak …”
Yazarın kitabın ana fikri niteliğindeki iki tespiti ile yazımızı bitirelim:
O halde Hangi Atatürk? Sorusu, tarih bilimine aykırı olduğu gibi, ufkumuzu daraltacak ve zihinlerimizi kalıplara hapsedecek bir sorudur.
Bütün olarak ele aldığımızda, Atatürk, muazzam bir siyasi esnekliğe sahiptir. Politikada ideolojik şablonlar değil, belli ilkeler çerçevesinde, pragmatizm geçerlidir.