Yükleniyor...
Bir konu hakkında az bilip çok söylemek genel bir özelliğimizdir. Doğu Türkistan ve Uygur Türkleri de bizim için az bildiğimiz ama çokça konuşabildiğimiz konuların başında gelmektedir. Yükselen itiraz seslerini duyar gibiyim. Peki öyleyse yirminci yüzyıldan günümüze kadar ortaya konmuş, modern Uygur edebiyatına ait beş kitap adı sayabilir misiniz? Ya da kaçımız sayabilir?
Uygur Türkçesi üzerine Türkiye’de sayısız çalışma mevcut. Üniversitelerimiz, akademisyenlerimiz Uygur Türkçesini yarınlara taşımak için yoğun bir çaba içerisindeler. Ne yazık ki bu çalışmaların önemli bir kısmı, gramer, inanç ya da Anadolu-Doğu Türkistan folkloru, benzerlik ve farklılıklar gibi konular üzerine.
Özellikle 2012’den sonra sistemli bir şekilde baskı ve soykırıma tâbi tutulan Uygur Türklerinin durumuna dünya kamuoyunun dikkatini çekmek gerekiyor. Bunun için de edebiyat ve sanat; akademinin soğuk ve katı duruşuna zıt, yumuşak ve samimi duyguları harekete geçiren bir görevi üstlenmelidir. Gramer çalışmaları kadar, toplumun üzüntü, korku, kaygılar veya baskı ve soykırım içerisinde yok edilmeye çalışılan kimliğini anlatan edebiyat ve sanat ürünlerinin de ortaya konması elzemdir.
Edebiyat ve sanat ürünleri içerisinde kendine yer bulamayan hiçbir mesele insanlığa doğru anlatılamaz. Birçok yönü eksik kalır. Ruha hitap etmez, empati duygusunu ve vicdanı harekete geçirmede son derece zayıf kalır.
Özellikle Türkiye’de akademi ve sosyal hayatta kendini son derece iyi yetiştirmiş çok sayıda Uygur Türkü bulunmaktadır. Bunların edebiyat ve sanatın dallarını etkin şekilde kullanarak Uygurlara yönelik soykırımı dünyaya anlatması gerekmektedir. Bilim çalışmaları kadar, gönül ve vicdan çalışmaları da yapmalılar. Türk tarihinin kadim kültür deposu olan Uygur Türklerine karşı bu hepimizin borcudur.
Bu şiarla Uygur edebiyatının okuyabildiğim modern edebî ürünlerini bir seri olarak yazmayı planlamış ve Gözyaşları ile Islanan Topraklar kitabı ile bu yazı dizisine başlamıştım. Uzun bir süredir de okuduklarımı sizlere aktarmaktan bazı sebeplerle uzak kaldım.
Bu yazıdaki konuğum; Abdurehim Ötkür ve onun şaheser sayılan yapıtı İz isimli romanı.
İz romanı; hikâyeleri ve kahramanları tek tek ele alınan 28 bölümden oluşmaktadır. Her bir bölüm kendi içinde bağımsız bir konu gibi görünse de konu bütünlüğü içerisinde aslında tek bir olay etrafında gelişmektedir. Bu da romanın sürükleyici olmasına katkı sunmuştur. İster istemez bir sonraki bölüm ile nasıl bağdaşacak sorusu ile artan bir merakla kendini okutuyor. Roman olarak okunsa da dipnotlar, olaylar ve kitap hakkında biraz araştırma yapınca kitabın tarihî-belgesel formunda hikâyeleştirilmiş gerçek olaylar olduğu kolayca anlaşılıyor.
28 farklı bölümden oluşan kitap bir girizgâh ile başlayarak kitaba dair bilgi veriyor. İlk bölüm tasvir ile başlayıp tasvirden sonra hareketli bir bölüme geçiyor. Hikâye ayının kovaladığı bir kızı, bir delikanlının kurtarmasıyla başlıyor. Bu bölümdeki kahramanlar aslında ana olaya ve kahramana geçiş için bir araç olarak kullanılmıştır.
Bölümlerin her birine “özel bir isim” verilmiş ve her bölümün başına bir atasözü ya da alıntı söz mutlaka eklenmiş. Anlıyorsunuz ki tecrübe bir kenarda beklemiyor. Çağlar boyunca bugünkü yaşayanlar gibi; ağlayan, sevinen, âşık olan, kötülük yapan, mağdur olan milyonlarca insan, tecrübenin süzgecinden gelip geçmiştir. Ve şimdi sıra, o tecrübeden sizin de hissenize düşen kısıma gelmiştir.
Başlayan her yeni bölüm önce tasvir edilip sonra tasvirin kesildiği yerde hareketli bir bölüme geçiyor. Bu da Türkistan coğrafyasının bereketi simgeleyen topraklarıyla ne çok benzeşiyor. Matbaa, barut gibi birçok aletin icat edildiği, tarımın, edebiyatın, sanatın geliştiği bir coğrafya. Atlı, konar göçer bozkır yaşamından durağan yerleşik bir hayata geçişe kadar her şeyin yansımasının izlerini görmek mümkün.
Roman sonuna da “Hatime” başlığını taşıyan ve yazarın olayların sonucunda neler olduğunu anlattığı bir bölüm eklenmiş.
İz romanı üzerine çalışma yapan isimler tarafından yazım amacı şu şekilde ortaya konmaktadır. “Ötkür; maddi bir mezar yapmak yerine, sonsuzluğa ulaşacak mürekkepten bir kubbe yapmaya karar verir.” Öyle ya mürekkepten bir kubbe yapılmasaydı, Kumul İsyanı ve Toprak İhtilâli bugün bile bizi etkiler, kahramanları ölümsüz kılınabilir miydi? Yazar(eser), baş kahramanı Timur Halife için, “O, tarihimizin gözyaşıdır.” demektedir. Bu amaca ulaşmasa bunu okura hissettirebilir miydi?
Timur Halife kimdir diye baktığımızda, yirminci yüzyıl Uygur tarihinin kanla yazılan sayfalarındaki büyük bir kahramandır. Romanın çıkış kaynağı da bu kişinin hikâyesinden oluşmaktadır. Onun üzerinden Uygurların sosyokültürel hayatına dair bolca detaya yer verilir.
Uygur Türklerinin kadına bakışından evlilik hayatına, inançlarından törelerine kadar çok farklı ayrıntılar yer alıyor. Nikâh oldukça önemli. Dinî kaideler ve kurallar hayatta önemli bir yere sahip. Kahramanlardan Amankul ve Aykız’ın nikâhının kıyılma sürecinde bunu çok belirgin olarak görüyoruz. O kadar önemli ki toplumda infial yaratacak bir olayı bile tetikleyebilir. Düğünler üç gün üç gece sürer ve yemeklidir.(Anadolu’da dört gün dört gece süren ve şimdilerde unutulan düğünler ile ritüelleri oldukça benzerdir.) Silah ve at önemli bir yer tutar. Kadınlar da silah kullanmayı bilir. Aykız ve Hüsnarihan karakterinde bu belirgindir. Burada eski Türklere atıf var. Tarımda oldukça ileriler, çok çalışırlar ama Han’a vergi ödemekten inim inim inlerler. Kadim kültüre sahip olunduğuna ince detaylarla, tarihteki örneklerden faydalanılarak okurun dikkati çekilmeye çalışılıyor.
Folklorik açıdan oldukça zengin. Timur Halife mitolojideki fırtına kuşuna benzetilir, mesken tuttuğu dağlar ve zorba Han’lar ile mücâdelesi bu mitolojik kahramanla atıfllandırılır.
Toplumun İzi
Hikâyeler birey hayatından, toplumun eyleme geçişine teşvik eder. Ötkür’ün Timur Halife ile ilgili her türlü ayrıntıya önem verdiği görülüyor. Devrin siyasî ve sosyal olaylarını da arşiv gerçeklerine dayanarak okuyucuya sunmakta. Bunların en belirgini “Toprak İhtilâli”dir. Çin hükûmetinin halkı nasıl kandırdığını, daha sonra Uygur Türklerinin önemli liderlerini hangi yöntemlerle ortadan kaldırdığını anlatır.
Atasözleri ve deyimler sıkça yer tutar. Atasözleri bizle aynı anlamda olmasına rağmen, metin aktarma sorunu bu bölümlerde karşımıza çıkar.(Yazarın adı Abdurehim Ötkür olmasına rağmen çeviride Abdurrahim olarak kullanılmış.) Örneğin biz; toprak al kanlara boyandı derken, kitapta kıpkızıl kanlara doydu toprak deniyor. Ya da feryadım göğe yükseldi denirken kitapta, çığlıkları gökyüzüne çıktı şeklinde örneklerle ifade ediliyor.
Sonuç olarak olay örgüsü, kurgu ve karakterler açısından kopukluk yok. Kitap okuru yormuyor. Sosyokültürel dokudan siyasete, tarihten ananelere kadar Uygurların yaşamı, bağımsızlık mücâdelesi, kışkırtmadan uzak tarihî gerçekliğine sadık kalınarak objektif bir ölçütte veriliyor. Gelenek, görenek, kadın erkek ilişkisi, yeme içme kültürü, ölüm ve defin süreci gibi Anadolu ile ortak birçok yönü bulduğumuz bir belge-roman. Bağımsızlık mücâdelesi ise tüm Türklerin ortak özelliği.
Ötkür’ün yazma amacının ifade edildiği gibi; Uygur tarihinde yaşananları, kahramanları, mürekkepten kubbe inşa ederek bugünlere aktarmış yarınlara da aktarmaya devam edecek bir kitap.