Yükleniyor...
Son on yılımızın yaldızlı ve zehirli sözlerinden bir türlü kurtulamıyoruz. Bu sözler öylesine ustaca hazırlanmıştır ki; hür düşünceyi sınırlamakta, zihinleri esir almakta ve insanları düşünemez birer robot haline getirmektedir. Şablonlara esir edilen kişinin köleliği, merhametsizce kullanılması ve zavallılığı ne kadar da ürkütücüymüş, bunları yaşayarak ve acıyla görüyoruz.
İşte bu psikolojik savaştır. En alası ülkemizde yaşanıyor. Sizin adınıza başkaları, (sizi ele geçirmek isteyenler) düşünüyor. Türk Dünyası’nın ünlü yazarı Cengiz Aytmatov’un “Mankurt”laşma dediği budur. Bizim Aksaray’da “Ganera” denir. Ama insanlar için kullanılmaz.
Bu savaş böyledir de, biz bu savaşı da, kavramlarını da pek bilmeyiz. Hiçbir kesimimizde böyle bir birikim yoktur. Ama, ülkemizde on yıldır, amansızca kullanılıyor. Bu nasıl oluyor?
Malum, psikolojik savaş emperyalist batının icatlarındandır. İnsanların ve ülkelerin nasıl işgal edileceğini, sömürüleceğini, beyinlerin nasıl köleleştirileceğini, toplumların nasıl ırk, din, dil, mezhep ve çıkar gruplarına göre bölünüp çatıştırılacağını çok iyi bilirler. Irkçı ve sömürücüdürler. Hayat tarzları böyle olanların vicdanı ve ahlakı da olamaz. Bunlar için her yol mubahtır.
İşte ülkemizdeki psikolojik savaşın da, bölücü terörün de arkasında bunlar vardır. Ülkeyi büyüteceğiz yalanına kapılanların ve işbirlikçilerin akıl hocaları da danışmanları da bunlardır.
Şu “bölünme” nedir, ona da temas edelim.
PKK, 1984 başlattığı terörle vatanımızı doğrudan bölemeyeceğini anlayınca, 1995-96’da yolunu değiştirdi. Adına demokratik cumhuriyet dediği, devlete ortaklık stratejisini benimsedi. Bugün İmralı “Mutabakatı” denilen de budur. Anayasa’dan Türk Milleti çıkarılacak, devlet kimliksiz ve sahipsiz kalacak. “Yeni” Anayasa ile 2 veya 3 ortaklı, bir devlet kurulacak. Bölünme budur. Devlet bölününce, millet ve vatan da otomatik olarak bölünmüş olacaktır. ABD’nin Irak’ta yaptığı gibi.
***
“Çözüm” ve “Barış” üzerine bir diyalog
Hacettepe Üniversitesinden bir gencimizden dinlemiştim. Sınıf arkadaşıyla, arasında İmralı mutabakatı üzerine şöyle bir konuşma geçmiş.
Arkadaş: Çözüm olsun ister misin?
Ben: Elbette isterim. Neden istemeyeyim.
A: Barış olsun ister misin?
B: Elbette isterim. Neden soruyorsun ki?
A: Akan kan dursun mu?
B: Elbette dursun. Kimsenin bir damla kanı aksın istemem.
A: O halde aynı görüşteyiz. Anayasa’dan Türk kimliğinin çıkmasına, ana dilde eğitime ve yerinden yönetime de sen de “evet” diyorsun.
B: Hayır. Asla. Bunu nereden çıkardın?
A: Biraz önce her soruya “evet” demiştin ya. Ne oldu?
B: Ben sorulara “evet” dedim. Yine diyorum. Ama Türkiye’nin bölünmesine değil.
A: O zaman sen “çözüm” istemiyorsun demektir.
B: Haksızlık ediyorsun. Sen Devletin bölüşülmesini istiyor musun diye sormadın ki.
A: O zaman “çözüm” de, “barış” da olamaz, “akan kan” da durmaz.
B: İyi de sen, Milleti ve Devleti bölüşmesinin adına “çözüm,” “barış,” ve ”akan kanın durması” diyorsun. Yani PKK’ya teslim olmaya.
A: Anlayamadım…
B: Açık değil mi? Teslim olunmazsa, “çözüm” de olmaz, “barış” da olmaz diyorsun. O zaman ben sorayım. PKK’yı teslim olmaya “çözüm” mü diyorsun?
A: Beni tanımıyor gibi soruyorsun. Buna evet demek mümkün mü?
İyi niyetli iki gencimizin diyalogu burada son buluyor. İkisine de hak vermemek mümkün mü? Biri işin farkında, oynanan oyunu anlamış. Diğeri psikolojik saldırının tuzağına düşmüş. Zavallı ne yapsın; yaygın medyada anlı şanlı Prof.lar, uzmanlar(!), iktidar sahipleri böyle konuşuyorlar. Hem de aralıksız ve yıllarca. Koca koca adamlar, bir avuç PKK’lıya teslim olacak değiller ya!…