Yükleniyor...
Keçecizade Fuat Paşaya sormuşlar;
-Kimin devlet daha güçlü?
-Bizimki… demiş. Siz dışarıdan biz içeriden yıkamadık yine de.
Atatürk de öyle; Düşmanları dışarıdan, dostları içeriden bir türlü yıkılamıyor.
Biri itibarsızlaştırarak…
Diğeri tabulaştırarak…
Karşıtlar “Hilafeti kaldırdı, şeriattan uzaklaştırdı” diyerek. (Padişaha mübah olan Atatürk’e günah) İçtiğini, özel hayatını dillendirerek. (Yemiş olsa o da dillendirilirdi. İçti sadece demek ki. Yediği içtiği milletin gözü önünde liderdi çünkü)
“Sakarya Türküsü de yazılmasa “milli mücadele” de yok diyeceklerdi. Kurduğu Cumhuriyetin, onun kazandırdıklarının sözü dahi edilmedi. “Resmi ideoloji” dendi. “Dayatma” dendi. Bağımsızlığa, bilime, akla, eğitime, kalkınmaya verdiği önem, bunların hiçbiri görülmedi. Her fırsata rejim kötülendi. Atatürk itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.
“Bizim korumamızdadır. Bizden sorulur” diyenler ne yaptılar? Gardırobunu örnek aldılar. Rakıyı Çorum leblebisiyle içmeyi, Rumeli türküleri dinlemeyi, ne giydi, ne yedi, ne dinledi, onu taklit etmeyi Atatürkçülük sandılar.
Heykellerini çoğaltarak, Gençliğe Hitabesini astırarak, rozetlerini bastırarak, bağlılık göstermeye çalıştılar. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük derslerini, Andımızı okutarak, Anıtkabir’e giderek bilinç oluşturduklarını düşüdürler. Yanıldılar.
“Aklı, ilimi, bilimi temsil ediyoruz” diyenlerin ise dili halka yabancıydı. Halk saf, samimi Müslüman’dı. Eğitimsizdi… Hurafe, rivayet duymak daha kolayına geliyordu. Buna itibar etmeyen ise sayı olarak yetersizdi. Kadrolu muhalefet onu gördü. Arkasına dini aldı. Bir koca miras öylece heba edildi. Bugünlere gelindi.
Burada esas vebalin yandaş üzerinde olduğunu teslim etmek gerekiyor. Zira hasım görevini yapıyordu. Özeleştiri yapılmadı. Yanlışta ısrar edildi. Dolayısıyla çekmedi kimseden Atatürkçüden çektiği kadar. Hasımları bile o derece zarar veremediler Atatürk’e. Şimdi din adına yapılıyor o yanlışlar. Din çekmedi hiç “din bizden sorulur” diyenden çektiği kadar. Karşılıklı saldırı sürüyor. O kavgaya tanıklık ediyor millet. Dilleğimiz iki şerden bir hayır çıkması. Atatürk’ün de, dinin de istismardan kurtulması. Samimi, layık ellerde hak ettiği değeri görmesi. Bizde halkın gerçeği görmesi zaman alır hep. Kiminki hizmet, kiminki hezimet o anlaşılacak. O zaman ayranı kabaracak ancak.
Atatürk Türk milletinin dindar olduğunu biliyordu. Daha da dindar olması gerektiğine inanıyordu ki şunu dedi;
“Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.”
“Din ve Atatürk bir arada olmaz” diyenler biraz akıl, biraz izanla, kim çakma, kim samimi, kim istismarcı onu görecekler anlayacaklardır. Dinin sahibi Allah. Kimse ona zarar veremez. Onun korunmaya ihtiyacı yok. Atatürk’e gelince. Millet hizmet edenini unutmaz. Türk milleti vefasız değildir. O var oldukça Atatürk de olacaktır. Allah samimi kulunu darda koymaz. Kayıtlarda var. En yakınındakiler şahitlik etmekteler. Allah huzuruna çıkmadan önceki son sözü;
“Aleykümselâm!”
Ümmet-i Muhammed bilir ki, bu Allahın selamına verilen bir karşılıktır. Burada selamı alan bellidir. Verenin kim olduğunu ise en doğru Allah bilir. Kim daha sevgili? O “hak divanında bellolur”. Şair diyor;
Başın mı dertte beni hatırla
Duy beni en sıkıldığın an
Baştan sona her şeyiyle bu vatan
Sakın ağlamasın kasımlarda
Fatihler, Kanuniler ölmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez
Bizim inancımız da odur.
Fotoğraf 22 Ağustos 2014 tarihine ait. Anıtkabirde altı bin insan tek yürek Atatürk olmuşlar. O yüzden onu gönüllerden silmeye çalışmak bir boş gaye.
Ruhu şad olsun.
Onunla birlikte milli mücadele ve tüm şehitlerimizin…