Yükleniyor...
Avrupa Konseyi Genel Kurulu’nda konuşan Başbakan Erdoğan yine esip yağmış. Bizim basına göre, “Avrupalıları fırçalamış”. Hani “Ankara’nın zulmünden Brüksel’in şefaatine sığınmak” diye bir tekerleme vardı ya, onu Strazburg’da halletmiş (!)
Ne diyelim, sağ olsun.
İyi de milletler arası açık bir toplantıda böylesine konuşulması normal mi? Hayır. Devletlerarası meseleler kapalı toplantılarda, yetkililer arasında, enine boyuna müzakere edilir. Açık toplantılar işin gösteri kısmıdır. Güney Amerika’nın geçici, gecekondu denilebilecek devletleri müstesna.
Bilindiği gibi egemenliklere saygı, milletlere saygı ve çıkarlara saygı, çok hassas bir konudur. Bunun içindir ki, diplomasi kültürü ve dili diye bir kavram gelişmiştir. Bunu da erbabı anlar ve kullanır. Devlet adamları her müzakereden sonra, klasik ifadesiyle, “çok yararlı ve bilgilendirici bir görüşme oldu” şeklinde açıklama yaparlar. Mahrem olarak yapılan görüşme olumlu veya olumsuz geçmiş olabilir, bu fark etmez. Her iki durumda da taraflar, gündemdeki konu veya mesele hakkında ne düşündüğünü, uygun gördüğü ölçüde birinci ağızdan anlattığından bilgilenme sağlanmış olur. Görüşmede tam veya kısmen anlaşma olur ya da olmaz, tabii bu işin esasıdır, ama ilgili üçüncü devletler yönünden mahremiyet de, çok önemlidir.
Bu gerçeği bizim Başbakan bilmiyor mu? Elbette biliyordur. Bilmiyorsa yanında Dışişleri Bakanlığı var. O halde neden böyle, “yandım anam” faslından konuşuyor?
Tabii perdenin arkasında neler var, neler görüşülüyor bilmiyoruz. Perdenin önündeki “fırçalamanın” perdenin arkası ile ilgisi ne kadar bunu da bilmiyoruz.
Biz perdenin önünden bir örnek vererek arkasını anlamaya çalışalım. Başbakan diyor ki;
”Ortodoks Patriği seçilmesi Lozan Anlaşmasına göre Sensinot Meclisi’nde yapılır. Sensinot Meclisi, Lozan Anlaşması’na göre TC vatandaşı olmak durumundadır. TC vatandaşı olmadığı halde şu andaki Ortodoks Patriğinin seçimine biz göz yumduk. Ben bundan önceki Başbakan değerli dostum Karamanlis’e şunu söyledim: ‘Söyleyin, müracaat etsinler. Vatandaşlığa alalım, Lozan’ı çiğniyorlar, Lozan’ı çiğnetmeyelim.’ O dönem olmadı. Şimdi değerli dostum Yorgo’ya da aynı şeyi söyledim, ‘Bunları vatandaşlığa alalım, bu işi meşrulaştıralım.’ Daha sonra bunu Patriğe de söyledim. ‘Lütfen müracaat etsinler, bunları vatandaşımız yapalım.’ Sonunda müracaat ettiler, şu anda bizim vatandaşımız durumundalar.”
Şu hale bakınız. Devletimizin kurulaş anlaşması Lozan yıllarca çiğnenmiş. Yabancı papazlar Patrikhaneyi yönetmiş ve Patriği seçmiş, seyretmişiz. Yunanistan’a müracaat ederek, yabancı 6 papazların vatandaşlık için müracaatını temin etmesini istemişiz. Demek ki bu Patrikhane’den Yunanistan sorumlu imiş.
Başbakanı devam ediyor:
“Bununla kalmadık. Dediler ki ‘Sümela Manastırı’nda ayin yapmak istiyoruz.’ ‘Hay hay’ dedim. Geçen yıl Sümela Manastırı’nda gittiler Sayın Patrik, tüm heyetiyle beraber, yaklaşık 3 bin kişi filan orada ayinlerini yaptılar. Aynı şekilde Tarsus’ta Alman dostlarımız bizden ricada bulundular. ‘Her yıl burada ayinlerinizi yapabilirsiniz’ dedik. Onların bu şekilde önünü açtık, onlar orada ayinlerini yapıyorlar. Aynı şekilde Van’da Ermeni Ortodoks Kilisesi yıkılmak üzereydi. O kiliseyi kendi kasamızdan restorasyonunu yaptırmak suretiyle orayı da ibadete açtık. Daha başka örnek vereyim mi? Ülkemizde bulunan ne kadar farklı dini azınlık varsa hepsinin ibadetini yapma noktasında garantisi benim, sigortası benim. Hepsi ibadetini rahatlıkla yapar. Bizim iktidarımız bunu başarmıştır.“
Bir Hıristiyan’ın bile yaşamadığı yerlerdeki kiliseleri, laiklik ilkesine aykırı olarak, Müslüman’ın vergisiyle onarıyoruz. Yeni Vakıflar kanunu ile Lozan’a aykırı olarak Hıristiyanlara, eski mülklerini “hay hay” diyerek, cömertçe iade ediyoruz. Daha neler neler yapıyoruz…
Avrupalılara bu hesabı bir bir veren Başbakan, Batı Trakya’daki, Müslüman soydaşlarımızın vahim durumunu hiç düşünmüyor mu? Camiler yıkılıyor, Müftüsünü ve vakıf yöneticilerini seçemiyor, bunları Yunan hükümeti tayin ediyor, vakıf mülklerine el konuyor, kilise kulesinden yüksek bahanesiyle tarihi minareler yıkılıyor, AİHM kararına rağmen Türk olduğunu söyleyemiyor. Hâsılı tam bir insanlık faciası yaşanıyor.
Acaba Başbakan, egemenliğimizle ilgili bu tablonun neresiyle övünüyor?