Yükleniyor...
İdeal, kafada ve gönüldedir. Uzak hayaldir, Kafdağı’nın ardındadır. Varılamayandır. Ulaşılamayan sevgilidir. Hayatın gerçeği ve zamana göre akışı ideale uzak düşer, doğrudur. Bilgi ve görgüyle donanmışların elinde gerçeğe uzaklığı kadar da yakın görünür. Bu da doğrudur.
İdeal, kendine bağlananlarda yaşar ve yaşatılır. Gelin görün ki sahtesi bol çıkar. Mistik-ezoterik inançlara benzemesi bu bolluğa yol açar. Aslında kof ve körü körüne bağlılık, ne idealdir ne de inanç. İslâmcılarımızı gördük. Ortada ne din, ne iman kaldı. Onları geçmek mümkün değil ama Türkçü ve sosyalist görünenlerimizin pek farklı olmadığı da açık.
Niçin bu durumlara düştüğümüz önemli sorudur. Pek çok sebep söylenebilir. Hani kök sebep diyoruz ya, önce onu bulmak lazım. İnsan problemi yaşıyoruz. İdeali bozan, kurutan ve sonunda yıkan bu insan malzemesiyle ortaya çıkan darlık ve körlüktür. Körlük bilgisizlikten, darlık görgüsüzlüktendir. Siz buna üst başlık hâlinde cehalet diyebilirsiniz. Küfür de demiş olursunuz. Çünkü lügat manasıyla iman “güven”, küfür “örtme, kapama”dır. Kendini bilmemek görgüsüzlük getirir. Serseri bombadır. Nerede patlayacağı belli olmaz.
Yaşadıklarımıza buralardan bakınca anlamanın kolaylaşacağını söyleyebiliriz. Fakat nasıl düzeleceği de o derece zorlaşır. Çünkü her şey insanda başlar ve insanda biter.
Tercihlerimiz kâğıt üstündeki metinlerde, edilen sözlerde değil, hayatımızda görülür. Misal gerekirse çoktur. Kendisini milliyetçi sayanlarımızdan bir kısmı, uğruna gözyaşı ve sırasında kan döktükleri dış Türkleri görünce şaşırdılar.
Bin yıldan sonra buluştuğumuzda bakışları ve görüşleri değişenler ordusuyla karşılaştık. Kendi değişmelerinin derecesini anlayacak kadar tarih ve toplum bilmiyorlardı. Türkistan’da kalanların nesillerdir dinsiz ve totaliter bir rejimde yaşadığını da düşünemediler. Gelenek ve göreneklerinin askıya alındığını da düşünemediler. Bizdeki insan malzemesinin durumu bu kadar vahimdi.
Hâlbuki toplumların-milletlerin türlü türlü iniş çıkışları olur. Bozulur, düzelir. Siyaseten ayrı düşmeler ve kavgalar da olur. Aynı millete, dine, kültüre ve medeniyete mensubiyet durumu esas itibarıyla kolay kolay değişmez. Tarihe yakın olanlar bunları bilir.
1992 yılıydı. Bakü’de Ahmet Bican Ercilasun Hoca ve dört kişilik ekipleriyle karşılaştık. Onlar, Türkeş Bey’in başlattığı Türk Kurultayı için devlet başkanları ve ilgilileriyle görüşme turunun Azerbaycan ayağındaydılar. Biz, başbakan Demirel’in talimatıyla TRT Avrasya kanalını (şimdiki Avaz) açtıktan sonra yayınlarımızda nasıl işbirliği yapabileceğimizi tespit etmek amacıyla sekiz kişilik TRT heyetiyle dört Türk Cumhuriyetini dolaşmış, son olarak Azerbaycan’a gelmiştik.
Azadlık Meydanı’nda, Azerbaycan Oteli’nin rufunda sohbet ediyoruz. Birkaç arkadaşımız Türk Cumhuriyetleri’nde gördüklerinden dolayı duydukları hayal kırıklığını söylediler. Hayalle gerçek arasındaki mesafe anlaşılabilir bir durum dedik, sebeplerini sıraladık. Fakat bir türlü ikna edilemediler. “Türkiye aynı şartları yaşasa daha beter durumlara düşmeyeceğimizi kim söyleyebilir?” dedik, yine anlatamadık.
Ahmet Bican Hoca da tarihten örneklerle fikirler söyledi. Baktı ki söz uzuyor, bizimkilerin bakışları daha kırıcı bir noktaya doğru gidiyor, “Beyler, dedikleriniz doğru değil ama diyelim ki doğru olsun, denecek sözler bunlar mı? Milletimizi sevmekten vaz mı geçeceğiz?” dedi. Sonra ilave etti: “Malzeme budur ve bizimdir.”
İdealist tavrı buydu.
Ahmet Bican Abi’nin bu sözlerini sonraki yıllarda çok kullandım: Evet, içerde ve dışarda “Malzeme bu”dur. Bu memleketler ve insanları bizim. Ülkelerimizi, Türklüğü düştüğü yerden kaldırmayı ve yüksek temsil kudretine nasıl ulaştıracağımızı konuşacağız. Türk’ün tarihî misyonu dünyaya düzen vermekse, o ideale giden yolları açacağız.
Türk Cumhuriyetleri’nin Güney Kıbrıs’ta temsilcilik açmaları gibi krizler olacak. Problemler vardır, olacaktır ve ancak onları aşanlar ayakta kalır. Çok sevecek, çok bilecek, çok çalışacak ve güçleneceğiz. Tabii önce kendimizi düzelteceğiz. İnsanları, ülkeleri, toplulukları yaftalamayacağız. Milletimizi ilerleme idealine uyandıracağız. Gücümüzü birlik olma gayretinde kullanacağız. Akıllı olacağız.
Âkif merhumun dediğini unutmadan ileriye atılacağız:
Ecdâdını, zannetme, asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Bakarsak, Koca Âkif, aynı şiirde yapılacakları da söylüyor:
Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz;
Davranmayacak kimse bu meydana atılmaz.
Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da;
Mâzîyi fakat yıkmaya kalkışma bu yolda.
Ahlâfa döner, korkarım, eslâfa hücûmu:
Mâzîsi yıkık milletin âtîsi olur mu?”
Son beyit, düştüğümüz düşünce batağını anlamak için ayrıca önemlidir: Geçmişte yaşananlardan beğenmediklerimiz, eleştirdiklerimiz olacaktır. Fakat düşmanca bakarak kendine-geleceğine, varlığına saldırmak olmaz. Geçmişi olmayanın geleceği olmaz. Milletler tarihlerinden güç alırlar.
Bugün de hatırlayacağımız, Âkif’in söylediği bu millet gerçeğidir.