Yükleniyor...
03 Mart 2018
Afrin’den gelen şehit ve yaralı haberleri yüreğimizi dağladı. Cenabı Hak’tan, şehitlerimize rahmet, yaralılarımıza acil şifalar dileriz. Aile mensuplarının, Büyük Türk Milletinin ve silahlı kuvvetlerimizin başı sağ olsun!
Türk Milleti; haysiyeti, egemenliği ve vatanı söz konusu olduğunda canını vermekten hiçbir zaman çekinmedi; çekinmeyecek de. Bundan kimsenin şüphesi olamaz. En yakın örneği de, Çanakkale ve Millî Mücadele ile kazanılan istiklâlimizdir. Ancak düşünmemiz gerekmez mi: Daha dün bölücü terörün yenilmesiyle; daha iyi eğitim, iş – aş, ekonomi, adalet, sağlık ve demokrasi gibi gerçek gündemle uğraşırken; bugün bunları konuşamaz hale geldik?
Acaba neden? “Devlet de benim, mülk de benim, ümmet de benim” diyen ideolojik bağnazlık ve idrak körlüğü nelere mal oldu? Bir ve bütün olan Türk Milletini bölmeye yönelik etnik hesapların ağır sonuçları ortada değil mi? Nasıl oldu da, içeriden ve dışarıdan ateş çemberiyle kuşatıldık da; şehitler veriyoruz? Neden, ahlaki çöküntü başta olmak üzere her alanda büyük bir bunalımla karşı karşıya geldik? Neden aile faciaları, cinayetler, intiharlar zirve yaptı; hapishaneler dolup dolup boşaltıldı? Neden, devletin yapısı ve milletin dokusu bozuldu; güven bunalımı zirve yaptı? Neden, Türk Milletine ve Devletine karşı Yunan’ı, İngiliz’i üstün görenlerin beyanı, bazı etkili çevrelerde kabul gördü?
Kısaca, bize ne oldu? Beklemeyi bırakıp, Türk Milletinin feraseti ve Devlet aklıyla bunun çaresini, ne zaman arayıp bulacağız?
Çaremiz önümüzdeki seçimlerde. Kansız, kavgasız bir şekilde; sürekli aldatılanlara ve aldatanlara, yeter denilmesinde…
Seçim mi, geçim mi?
Memleketimiz bu durumdayken, 16 Nisan 2017’de referandum yapıldı. Kanunlar çiğnendi ve şaibeli bir şekilde yüzde 49’a karşı, yüzde 51 oyla anayasa değişikliği kabul edildi. Böylece, millî ve üniter Türk Devletinin tek adama teslimine, bütün baskılara rağmen hayır diyebilen muhalefete karşı; evet diyen devlet, hükümet, AKP, MHP ve medya cephesinin dediği oldu. Dünyada bir benzerine rastlanmayan şekilde, Türk Milletinin egemenliği anayasa ile bir kişiye verildi. Adına da demokratik yarış denildi.
Şimdi sıra, devleti “tek adama” teslim eden anayasaya göre yapılacak seçimlere geldi. Bunun için yıllardır uygulanan seçim kanunu değişmeliydi. AKP-MHP ikilisinin; “Nasıl olsa Meclis ekseriyeti bizde” sorumsuzluğuyla hazırladığı kanun teklifi Meclis’e verildi; görüşmeleri yapılıyor. Hukuk devletine, eşitliğe ve demokrasiye aykırıymış, önemli değil, esas olan “kafadarların” çıkar hesapları. Erdoğan’ın “tek adam”, yani kral olması; barajda çırpınan MHP’nin TBMM’ye taşınması. Başlıktaki “seçim mi, geçim mi” ifadesi, bu çıkar ilişkisinin yüzeyde görünen kısmı. Derinleri ise bambaşka; bunun için 2023’de yeni bir Türkiye’den; federasyon ve eyaletten bahsedilmesi önemlidir. BOP haritasına göre; Irak, Suriye, Türkiye ve İran’da, bölünmenin yolunu açan çok etnikli federasyon kurulması gerekiyor. Yaşananların ve yaşanacakların temelinde bu proje var.
Tek adam için seçim
Medyada tartışılıyor: ittifakçılar için yüzde 10 barajı niçin kalkıyor? Esas olan partilerin tek başlarına seçimlere katılması değil mi? Seçmen iradesinin gerçekten belirlenmesi, ancak böylece mümkün olur. Sadece ittifakçılar için barajın kalkması, diğerleri için devam etmesi eşitliğe aykırı. Bu bakımdan, demokrasilerde illa ittifak yapacaksınız zorlaması yapılamaz. İttifakçılar dürüst ve adil iseler, bu sorulara cevap vermelidir. Ama böyle yapmıyorlar; sadece “siz de ittifak kurun” diyorlar. Nazari olarak böyle söylenebilir, ama biliyorlar ki, Türkiye şartlarında bu mümkün değil. Bu soruların cevabı yok. Olmayınca da, ittifakçılar ittifak zorlamasıyla haksızlığın tescilini bizzat yağmış oluyor.
Gerçekte, barajı ittifaklar değil; temsilde adalet, yönetimde istikrar ve hukukta eşitlik belirleyebilir. Türk Milletinin ve Devletin yararını, uluslararası kuralların gereğini sağlayacak olan da budur. Ama siz bütün bunları yok sayarak, şahsınızı, ideolojik saplantılarınızı ve partinizin çıkarlarını her şeyin üstünde tutarsanız, çok büyük bir yanlış yaparsınız. Bunun bedelini başta kendiniz, sonra memleketimiz ve insanlarımız ödeyecektir.
Bir başka konu da; sandık başkanınca mühürlenmemiş oy pusulalarının geçerli sayılması ısrarı. İttifakçılar bunda neden ısrar ediyor? Açık bir cevabı yok. Geçmişte, bunun sakıncaları görüldü. Aynı ilden bağımsız aday olan iki bölücünün seçilebilmesi şöyle mümkün oldu. Önceden seçmene mühürlenmiş oy pusulası verildi, sandık başkanlığından aldığı boş oyu getirmesi istendi. Böylece, ikisi de eşite yakın oy alarak seçildi. Bu oyuna da, “dolu götür, boş getir” denildi.
Bunun için, filigranlı oyların ihtiyaçtan fazla basılması şart. Bu seçimde 59 milyon seçmen var, ama 70 milyon oy basılmış. Sandıkta, seçmene bir oy pusulası veriliyor; herhangi bir sebeple zayi olsa bile ikincisi verilmiyor. Bu durumda neden 11 milyon fazla oy pusulası basıldı? Bunun cevabı var mı? Kanun gereği denemez, çünkü kanun yanlışsa değişir.
Bir diğer konu da, aynı sitede oturanların farklı yerlerde oy kullanmasına dair düzenleme. Neden? Uygulamaya göre, komşular birbirlerini tanıdığı, internette de gördüğü için, aynı siteden yabancı biri seçmen yapılamaz. Evet, bunun açıklaması var mı? Hayır.
Önemli bir konu da; seçimlerde vali, kaymakam, güvenlik güçleri ve yeni usulle sandık başkanı seçilen memura bakınca; devlet seçimlerin tam içinde. Bu kabul edilemez.
Bunlar düzeltilmezse, bu seçime seçim denmez.