Yükleniyor...
Üniversitelere bir siyasî parti başkanının rektör tayin etmesi birkaç ülke hâriç, dünyada görülmüş bir şey değildir; tasvip edilecek bir şey de değildir. O hâriç dediğim birkaç ülkeyi de bir zahmet sizler bulun. Bu geneliydi. Genel olarak tasvip etmediğim şeyi Boğaziçi özelinde desteklemem de mümkün değil tabi.
Protestocular arasında teröristler varmış. Bu, bir acz ifadesidir. Şu teröristlere karşı neden kanunu işletmiyorsunuz, hem de çağdaş devletin bütün araçları elinizdeyken? Yoksa teröristleri kullanışlı mı buluyorsunuz? Değil mi? Beğenmediğiniz her hareket, “içlerinde teröristler var” diye karalayabilirsiniz. HDP hikâyesi de öyle. Terörist parti, bölücü parti. Öyleyse kanunları uygulayın. Dediğiniz gibiyse- ki bence de öyledir- hâlâ neden ortalıkta? Bu da bir acz ifadesi veya bu da son derece kullanışlı. Bütün muhalif siyasî partileri onlarla iş birliği içinde olmakla suçlayabilirsiniz. Çözüm süreci için de unutma/ unutturma hakkınızı kullanırsınız. Veya düşünmeme, düşündürmeme hakkınızı.
Gelin, Boğaziçi’ni bırakıp üniversiteleri kim, ne için yönetmelidir sorusunu cevaplandırmaya çalışalım.
Bir kere bizim, bu konuda dayanabileceğimiz olumlu bir geleneğimiz yok. Bizim üniversite geleneğimiz eskidir, kökleri tarihe dayanır deyip Nizamiye medreseleri örnek gösterilir. Onlar üniversite miydi, bilimle mi meşguldüler, yoksa felsefeyi, aklın önceliğini ve bilimi yok etmekle mi görevliydiler? Maalesef ikinci şık ağır basıyor.
Bu konuda, köşemin geri kalanını S. Frederick Starr’a yazdıracağım, onun Kayıp Aydınlanma kitabından alıntılarla. Hatırlayacaksınız Kayıp Aydınlanma’yı dostum Taha Akyol, sosyal bilimlerde yılın önde gelen eserleri arasında saymıştı. Starr, Nizamiye medreselerini şöyle değerlendiriyor:
Bu yeni kurumlar, Müslüman eğitiminin amacını ve şeklini temelden yeniden tarif etti ve bütün Müslüman dünyasında taklit edilecek bir örnek ortaya koydu. Bunlar, Selçuklu yönetiminin, devleti tahrip edebileceğinden endişelendiği doktrin çatışmaları sırasında doğmuştu. Nizam ül-Mülk’ün maksadı, entelektüel açıdan militan kurumlar yaratmak ve bunlar sayesinde standart dışı fikirleri bastırıp doğruları öne çıkaracak gençler yetiştirmekti. Başka bir deyişle, bu kurumlar entelektüel cephede, analizden indoktrinasyona ve savunmadan taarruza geçişi temsil ediyordu.
Starr, sultan ve halifenin tutumuyla Nizam ül-Mülk’ün iddiaları da çatışmaktaydı, fakat vezir din otoritelerini kendine bağlamıştı diyor.
“…şimdi onlar [ulema ve imamlar] açıkça onun ve onun desteklediği muhafazakâr ve militan Hanbeli ve Şafi ekollerinin tarafını tuttular [Ve Eşari’nin-İÖ]. Hâlbuki halife daha mutedil Hanefiler’in tarafındaydı.”
Starr, 1090’larda bu gerilimin Bağdat sokaklarında vandallık ve teröre dönüştüğünü, Hanbeli sürülerinin kahvehanelere saldırdığını, satranç tahtalarını parçalayıp dışarda yakaladıkları kadınları zorla evlerine soktuklarını anlatıyor:
“Şiilere sempati duyduğundan şüphelenilen herkes, ulema dâhil, meşru avdı. İsmaili’ler yakalandıkları yerde katledilebilirdi. Cuma camii yakınındaki Nizamiye’den çıkan öğrenciler genç Hanefi destekçileriyle savaşmak için sokaklara döküldüler… Nişabur ve Merv’de de benzer çatışmalar oluyordu. Buhara ve Semerkant’ın geleneksel ulemasına da şeriata yeterince uymamak ve aşırı hoş görü sahibi olmaktan saldırılıyordu.”
Vezir medreselerinin başına bir dâhiyi, Gazali’yi getirmişti. Dehası bir tarafa, Gazali de Nizam ül-Mülk’ün hatalarının tam anlamda ortağıdır ve Müslüman düşüncesinin kilitlenmesinde başrolü oynamıştır. Yaptıklarını vezire yaranmak için yaptığını itiraf eder ama bu itiraf, koca bir medeniyeti çökertme operasyonunu affettirecek yeterlikte değildir. Şöyle yazmış Gazali, “beni iten güdü… etkili bir makam ve kamuda şöhret arzusuydu.”
Avrupa’nın ilk üniversite saydığı Bologna, Bağdat Nizamiyesinden sadece üç yıl öndedir. Fakat Starr’a göre Nizamiyeler, üniversitelerden ziyade 16. asırda Ignatius Loyola’nın kurduğu, Katolik Karşı-Reform okullarına benzer. Şu farkla ki Loyola okullarının görüşü zaman içinde genişlerken yeni tip medreseleri kuruluş ilkelerine sadık kaldılar.
Starr alıntımızı şu parçayla sonlandıralım:
“Nizamiyelerin kuruluşunu Orta Asya’daki öğrenimin, belki de bütün İslam öğreniminin, Harezmi, Farabi, Biruni ve İbni Sina’nın dışa dönük ve cesur entelektüelliğinden ani bir geri çekiliş ve kendi kendine düşmanlığa dönüş diye değerlendirmek mümkündür.”
Ne demiştim geçen yazımda? Tarih tekerrür etmez ama kafiyelidir. Hem şimdi iş Nizam ül-Mülk’ünkünden kolay. Onun ele geçireceği kurumlar yoktu. Şimdi bir avuç doğru dürüst üniversite yüzlerce de yenisi var. Gerçi alet olarak kullanılacak Gazali çapında bir adam yok ama tarikatlardan bulup yerine yerleştiririz.
Üniversiteler nasıl yönetilmelidir? Bu soru ileriki yazılara kaldı yine.
____
Yorumlara yorum: Değerli kardeşim “Sorumlu“, milliyetçilik ve Müslümanlık hakkında Millet ve Milliyetçilik kitabımın Siyasî Ümmetçilik bölümüne, özellikle o bölümdeki “İslam ırkçılığı reddeder” başlıklı yazıya bakınız. Bu son başlıkla belki İnternet’te de bulabilirsiniz.
1 Yorum