Yükleniyor...
Ülkemizin dört bir yanında çıkan orman yangınlarıyla mücadele ettiğimiz günlerde, yaklaşık 10 yıldır devam eden yasa dışı göçlerin sebep olduğu toplumsal yangının da ateşi harlanmış durumda. Doğudan batıya, bütün şehirlerimizde sözde sığınmacılar varlıklarını hissettiriyor. Suriye’den gelen göç dalgasından sonra, son günlerde Afganistan’dan yasa dışı yollarla ülkemize gelen insan yığınlarını konuşuyoruz. Üstelik Afganistan’dan gelen sözde sığınmacıların görüntülerinde aileler ya da çocuklar yok. Acaba neden bu gelen kaçakların hemen hepsi belli yaş aralığındaki erkeklerden oluşuyor? Yoksa ülkemizde bir karışıklık ve iç savaş çıkarmak için planlı bir göç hareketiyle mi karşı karşıyayız? Gazeteci Fatih Altaylı da paylaştığı iki video ile aynı endişeyi dile getiriyor. Üstelik bu kez kadrajda Pakistan’dan gelenler de var. Bizim faşist ve ırkçı(!) bakışımızla aklımıza bu sorular gelirken toplumla ilişkilerini televizyonlardan tek taraflı şekilde kuran, halkın durumundan bihaber ahkâm kesen hümanist ve Müslüman kardeşlerin gözünde ise yüce gönüllü bir yardımseverlikle, bu kaçak göçmenleri misafir ediyoruz. Aslında yalnızca bir haftalık sürede, haberleri gözden geçirdiğinizde hangi bakış açısının gerçekçi olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz.
Sözde misafirler, ev sahiplerine karşı cüretkâr tavırlar sergiliyor. Aşağıya alacağımız birkaç haber sorunun ne kadar büyük olduğunu gösterir nitelikte.
Asker kıyafetli Afganlar İstanbul’da rahat tavırlarla dolaşırken görüntülendi. Asker kıyafetiyle dolaşan Afganistan uyruklu 9 sözde sığınmacı hakkında sınır dışı işlemleri başlatıldı.
Geçtiğimiz günlerde, Afgan bir gazeteci olduğu iddia edilen kaçak göçmenlerden biri, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’a ve Türk kadınlarına hakaret ettiği bir video yayımladı. Toplum olarak verilen tepki, bu kişiye önce twitter hesabını sildirdi, sonra bir özürle geri adım attırdı. Bu kişinin hakaret videosundan birkaç gün önce Amerika’nın Sesi sitesine röportaj verdiği ortaya çıktı. Türk yurdunda bir Türk’e hakaret etme cesaretini nereden aldığı anlaşılıyor.
Alanya’da kendi ülkelerini bırakıp kaçak yollarla ülkemize gelen iki Afgan, sahilde bir bayrak direğine Afganistan bayrağı çekti. Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı bu olayın dezenformasyon çalışması olduğunu Twitter hesabından -dezenformasyonun nasıl yapıldığını anlatmayan- bir mesajla açıkladı. Alanya Ülkü Ocakları o bayrağı indirerek yerine Azerbaycan ve Türk bayrağı astı.
Bu cüretkâr tavırların yanında karıştıkları suçlar da gündemden düşmüyor. İstanbul Bağcılar’da bir mahallede sözde sığınmacı, Afgan bir sapık, bakkaldan dönmekte olan 9 yaşında bir Türk kızını taciz etti. Olaydan sonra mahalleli tarafından linç edilmek istenen Afgan sapığı polis kurtarırken, küçük kızın yengesi “Nasıl alıyorsunuz siz bunları bizim ülkemize? Benim evime gelen elektriğimden vergi alıyorsun, suyumdan vergi alıyorsun, çöpümden vergi alıyorsun, sen bu insanları bizi taciz etsin diye mi, Türkiye’nin kadınına erkeğine tecavüz etsin diye mi alıyorsun?” diyerek tepki gösterdi.
Şile’de Afganistanlı bir kişi 4 yaşındaki çocuğu taciz etti. Sapık, polis tarafından yakalandı.
Ankara Altındağ’da Suriyeli sözde sığınmacıların iki gencimizin hayatına kastetmesi olayı -maalesef bir gencimiz hayatını kaybetti- ise sözde sığınmacıların sebep olabileceği karmaşanın ne denli büyük olabileceğini gözler önüne serdi.
Yasa dışı yollarla ve düzensiz göçlerle ülkemize gelen sözde sığınmacılara karşı çıkanlar, pek tabii en başta milliyetçiler oldu. Sözde sığınmacılara tanınan kolaylıklar, imtiyazlar arttıkça toplumun huzurunu bozacak davranışlarda bulunmaya başlamışlar ve artık gösterilen tepki genele yayılmış durumdadır. Başlangıçta Türk vatandaşları, bu göç dalgasının sorumluları tarafından din kardeşliği, merhamet, yardımseverlik, misafirperverlik gibi söylemlerle teskin edilmeye çalışılmış; kısmen başarılı olunmuştur. Sözde sığınmacıları, işverenler ucuz iş gücü olarak görmüş, sigortasız olarak çalıştırmıştır. Bu durum da gayet kârlı olduğundan işverenler, bu insanların topluma etkisini kolayca görmezden gelebilmiştir. Bir hükûmet yetkilisinin (AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki) “Bazı şehirlerde sanayiyi onlar ayakta tutuyorlar. Gaziantep sanayisine gidin yüzbinlerce insan en ağır ve en zor işlerde çalışıyorlar.” diyerek kayıt dışı ve sigortasız çalıştırılan işçilerle sanayinin ayakta durduğunu belirttiği bir durumda işverenin bu tavırda olması gayet doğal.
Altındağ olayından sonra mahalle sakinleriyle yapılan röportajlardan anladığımız kadarıyla; ev ve işyeri sahipleri de bu kişilere yüksek fiyatlardan konutlarını kiraladıkları için sözde sığınmacıların sebep olabilecekleri toplumsal yangını umursamamışlar. Misafirperverlik ve din kardeşliği sömürüsü neticesinde mahallelerinin, şehirlerinin yabancılarla dolmasına müsaade eden vatandaş artık bu durumdan oldukça rahatsız.
Altındağ’da yaşanan olayların başından beri itidal çağrısı yapan, ancak bir kesim tarafından sanki olayların sorumlusuymuş gibi gösterilmeye çalışılan Prof. Dr. Ümit Özdağ, Stratejik Göç Mühendisliği kitabında bu göçleri şöyle açıklıyor:
“…Stratejik göç mühendisliğinin ikinci nedeni de Türkiye’de iç savaş çıkararak, Türkiye’den de bir Kürdistan çıkarmaktır. Ancak Türkiye’de sosyolojik olarak tek bir millet, yani Türk milleti olduğu için Türk-Kürt veya Alevi-Sünni üzerinden iç savaş çıkarmak mümkün görünmemektedir. İç savaş için bir dış ‘patlayıcı fünyeye’ ihtiyaç vardır. Bu patlayıcı fünyenin Anadolu’ya yabancı, ikinci bir millet olarak getirilen Suriyeli Araplar olması tasarlanmıştır.”
Klasik fiziğin kanunlarını açıklayan Newton’un, hareket kanunlarından biri “Etki-Tepki Kanunu”dur. Bu kanun fizikte şöyle açıklanır: Bir cisme bir kuvvet uyguladığınızda, cisim de uyguladığınız kuvvetle eşit büyüklükte ve zıt yönde bir kuvvet uygular. Yani cisim size tepki gösterir. İnsan ilişkilerine ne kadar benziyor değil mi? İnsanlar da -doğal bir davranış biçimi olarak- ilişkide olduğu kişiler kendisine nasıl davranıyorsa aynıyla karşılık verir. “Eden bulur, etme bulma dünyası, bugün bana yarın sana” gibi deyimlerimizin altında da sanki etki-tepki kanununu görüyoruz.
Yukarıda yalnızca birkaçına değindiğimiz, sözde sığınmacıların sebep olduğu olayların -özellikle Altındağ’da- altında da etki-tepki kanununu görüyoruz. Belli bir noktaya kadar insanlar, sözde sığınmacılara bir tepki göstermiyorlar. Hadlerini aşan davranışlar sergileyip, insanları rahatsız etmeye başladıklarında, tepkiyle karşılaşıyorlar.
Orman yangınlarıyla ciğerlerimiz yanarken, yangın söndürmek için uygulanan karşı ateş yöntemini öğrendik. Bu yöntem, yangının daha geniş alana yayılmasını önlemek için, belirlenen bir hattın kontrollü şekilde yakılması esasına dayanıyor. Yangın, kasıtlı olarak yakılan hatta ulaştığında, yakacak yer kalmadığı için kendiliğinden sönüyor. Ancak kontrollü yangın çıkarılan hattaki bir ihmalkârlık daha vahim sonuçlar da doğurabilir.
Sözde sığınmacıların sebep olduğu toplumsal yangınlara verilen tepkiler de kontrolsüz bir karşı ateşe dönüşme tehlikesi taşıyor. Avrupanın huzurunu değil de ülkemizin huzurunu düşünen herkes de bu tehlikenin farkında. Birçoğumuz bilinçli; bir tepki göstermek gerektiğini düşünüyor ancak vatandaş olarak göstereceği tepkinin, ateşi kontrolden çıkarma ihtimali olduğu için eli kolu bağlı bir şekilde aklıselim bir politika umuyor. Bir kısmımız doğal tepkisini düşünmeden ortaya koyuyor. Toplumun durumundan bihaber ancak kanaat önderi havalarında ahkam kesenler de tepki gösteren vatandaşları, ırkçılık, faşistlik gibi suçlarla itham ediyorlar. Bu durumda da kargaşa ortamlarını dört gözle bekleyen provokatörler ellerini ovuşturuyorlar. Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın yukarıda alıntıladığımız patlayıcı fünye uyarısı dikkate alınmalı, Avrupanın huzurundan önce ülkemizin huzurunu düşünen politikalarla sözde sığınmacı sorunu acilen çözülmelidir.