Yükleniyor...
Milletler ve devletler gibi hukuk ve yönetim sistemlerinin de ahlakı vardır; biz buna ruhu da diyebiliriz. Millettin kimliğine ve zamanın idrakine göre meşruiyetini kurucu atalarından alan hanedan ve krallık yönetimleri dönemini tamamlayıp hayattan çekilmişlerdir. Az da olsa kalanlar vardır, ama bunlar semboliktir. Geleneği sürdüren bir kültür kurumu olarak şeklen egemenliği temsili etmekle beraber önemli hiçbir yetkileri yoktur, meşruiyetin kaynağı el değiştirerek artık millete geçmektedir. Çünkü insanlık; bilim, felsefe, temel insan hakları ve kültürlerdeki gelişmelerle uyumlu olarak hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye yönelmiştir; yönelmeye de devam etmektedir.
Demokrasinin en basit tarifi, halkın kendi kendini yönetmesidir. Bunun için, hür olarak seçme ve seçilme temel bir haktır; ülke seçilen temsilciler tarafından yönetilir. İki dereceli bir temsil söz konusudur. Yönetim şekli, elbette hukukun çizdiği çerçeve ve kurallara göre olacaktır. Kararları; konumu ne olursa olsun kişiler değil, kurallara göre organlar ve kurumlar verecektir. Yetkili kişiler, demokratik hukuk kurallarına göre verilen kararların uygulayıcıları olmak durumundadırlar.
Bu kısa hatırlatmadan sonra TBMM’de tartışılan “Başkan yönetimi”ne dönebiliriz. Sadece Mecliste değil, medya tartışmalarında da, tam bir zıtlaşma yaşanıyor, manzaramız iyi değil. Bir taraf, “hukuk ve demokrasi yok ediliyor. Bunun sonu diktaya gider, ülke bölünür” derken; karşı taraf, “hukuk ve demokrasi güçlendiriliyor. Asıl bunlar yapılmazsa bölünme olur!” şeklinde konuşmaktadır.
Bize göre konu gayet açıktır; yeter ki inkârcılık yapılmasın. Seçmenin yüzde 51’inin oyu ile seçilen “Başkanı” nelere kadir(!) sıralayalım: Mecliste görüşülen teklife göre “Başkan” devletin başı, icranın başı, Mecliste çoğunluğa sahip partinin başıdır. Veto edilen kanunların karara bağlanıp tekrar “Başkan”a gönderilebilmesi için, çok zor olan 301 oya ihtiyaç vardır. Ayrıca; yüksek yargı üyelerinin tamamı, kendisi ve Mecliste başkanı olduğu parti milletvekilleri tarafından seçiliyor; sorumluluğu sadece başkana karşı olan yardımcısını, bakanları (aslında sekreter) ve üst derece kamu görevlilerini atar; yürütme alanına giren konularda kararname çıkarır, kamu düzeni gerektirdiğinde Olağanüstü Hal ilan eder, milli güvenlik politikalarını belirler, bütçeyi hazırlar, seçimlerin yenilenmesine karar verir, TBMM genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır, TBMM adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil eder, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verir, suç işlediği iddiasıyla “Başkan” TBMM üye tamsayısının üçte ikisinin (400) gizli oyuyla (imkânsız bir oranla) Yüce Divana sevk edilebilir, Başkan Yardımcısı ve bakanlar için de 400 oy şartı geçerlidir. En etkili denetim yolarından gensoru ve güvenoyu kaldırılmıştır.
Bu kısa özet gösteriyor ki;
Son söz; bir ordu bir komutanla yönetilemez. Yönetiriz diyenler savaşı kaybederler.
———–
Geçen haftaki yazımızda merhum Rauf Denktaş’ın vefat yıldönümü 13 Ocak olacak iken. 13 Şubat olarak yazılmıştır. Özür diler düzeltiriz. SS