Yükleniyor...
17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonu açıklanınca, Türkiye adeta alabora oldu. Toz-dumandan ferman görünmüyor.
Tutuklama isteğiyle yargıya gönderilen 49 kişiden 24’ü tutuklandı.
Bunların arasında iki bakanın oğlu, Halk Bankası Genel Müdürü ve işadamı Rıza Sarraf da bulunuyor.
Başbakan’ın oğluna uzanan iddialar da var.
Suçlama ve delil olarak:
Başbakan bu ağır iddialara cevap vermek yerine, komplo kurulduğunu, hedefin kendisi olduğunu ileri sürerek yargıya sert tepki gösterdi.
Emniyette hızlı ve seri tayinler başladı.
Adalet Bakanlığı Adli Kolluk Yönetmeliği’ni değiştirerek, soruşturmada amirlere haber verme şartını getirdi.
Sonra gündeme 2. Operasyon geldi.
Mahkemenin, aralarında Başbakan’ın 2 yakınının da bulunduğu 30 bürokrat ve iş adamının 100 milyon dolarlık çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, rüşvet, yolsuzluk, sahtecilik, tehdit ve nüfuz ticareti yapmak suçlamasıyla gözaltına alma emrini emniyet tanımadı.
Arkasından Başsavcı “bilgi sızdırıldı” iddiasıyla dosyayı ilgili savcı Muammer Akkaş’tan aldı. Akkaş baskı yapıldı, delillerin karartılması, şüphelilerin tedbir alması ve kaçmasının önü açıldı dedi.
Başbakanın oğlu ile bazı şüphelilerin yurt dışına kaçtığı ileri sürüldü.
Son olarak da 5’i muhalif, 13 HSYK hâkimi; Yönetmelik değişikliği ile soruşturmada adli görevi bulunmayan mülki amirlere bilgi verilme şartının getirilmesi yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırıdır. Bu konularda tasarruf HSYK’ya aittir. Yönetenler yargı denetimine tabidir açıklamasını yaptı.
Bu arada çocukları tutuklanan İçişleri ve Ekonomi Bakanı istifa etti, AB Bakanı ile Çevre ve Şehircilik Bakanı görevden alındı.
Yeni Kabine, 10 bakan değişikliği ile kuruldu. Buna “Savaş Kabinesi(!)” denildi.
Milletvekilliğinden de istifa eden Bakan Erdoğan Bayraktar, “İmar plan değişikliklerinin çoğunu Başbakan’ın emriyle yaptım. Onun da istifa etmesi gerekir” dedi.
Bu açıklama çok önemliydi.
Sonuçta; yargı, emniyet, siyaset bölündü, aralarında derin bir ayrışma ve çatışma başladı.
Kamuoyunda, devlet krizine mi sürükleniyoruz endişeleri baş gösterdi.
Kabile devletlerinde bile rastlanmayacak cinsten bu haller başımıza niçin geliyor?
Hatırlayalım; 2002’de dağıtılmış olan PKK’nın bugün bölgede paralel devlet kurmasına, BDP’nin Mart 2014’de yapılacak seçimlerin “Özerklik” referandumu, (ayrı bir devlet kurma) olacağını açıklamasına yol açan siyasetin, şimdi de rüşvet ve yolsuzluk soruşturması kendisine gelecek telaşıyla ülkeyi “devlet krizi”ne sürüklediği görülmektedir.
Her sıkıştığında “derin devlet”ten bahsedenlerin, bunun sorumlusunun da kendileri olduğunu görmemesi anlaşılır gibi değil.
Yıllarca “derin devleti, vesayeti, çeteleri, darbecileri, terör örgütünü temizliyoruz” denildi. Sonunda da Ordumuzun bölücü terörle kahramanca mücadele etmiş güzide komutanları cezaevlerine doldurulup, yargılanarak ağır cezalara çarptırıldı.
Haksız ve usulsüz yargılamalardan şikâyet edenlere kulaklar tıkandı. Bir de “yargıya saygılı olalım” nasihati verildi.
Bugün de “devlet içinde devlet olmaz” (tabii PKK hariç), bunların “inlerine kadar girip temizleyeceğiz” denildi.
İyi de bu noktaya nasıl gelindi? AKP iktidarı boyunca yazılıp çizilmedi mi ki: bu iktidar, “4,5 ortaklı, koalisyon” denmedi mi?
11 yıldır bundan memnundunuz.
Her başarıya (!) birlikte imza attınız. “Öküz öldü de ortaklık mı bozuldu”?
Peki derin hata nerede yapıldı?
Açıklayalım: demokrasilerde partiler, iktidarlar, her çevreden destek alabilirler. Kişilerin seçme ve seçilme hakkı bu ilişkiyi meşru ve zaruri kılar.
Ancak, sistemin içinde yer alan legal partilerin işbirliği ile sistemin dışında kalan sosyal topluluklar; etnisiteler, mezhepler, kuruluşlar, inanç ve çıkar çevreleri gibi gruplarla işbirliği, mahiyet itibarıyla tamamen farklıdır.
Çünkü, partiler millet adına meclise giren, iktidar olan, millete sandıkta hesap veren rejimin meşru kuruluşlarıdır. Tek başına iktidar olamayınca, iktidarı diğer partilerle paylaşırlar. Ama diğer sosyal gruplar, sistem gereği böyle bir meşru konumda olmadıklarından, bunlarla olan ilişkiler, iktidar ortaklığı şeklinde olamaz.
Zira, bunlar, millete değil, kendi topluluğuna karşı (o da ne kadar olabilirse) sorumludurlar. Millete hesap verme konumunda değildirler.
İlişkiler, eşit yurttaşlarla olduğu gibi olur. Aksi takdirde, demokratik sistemin dışında olan, gayri-mesul bir toplulukla kurulan iktidar ortaklığı bir yerde tıkanır.
Zaman içinde, külfet yerine nimeti paylaşan bu ortak, avantajlı duruma gelir, yöneten olmak ister. Çatışma da burada başlar.
Erdoğan bu uyarıdan ders alır mı?
Zannetmiyoruz. “Yeni Türkiye!” için PKK ile bölünme anlaşması yapanlardan bu beklenemez.
Devletim dağılmasın diyenler, görev sizde. 3 ay sonra seçim var, buyurun göreve…
———
Okuyucularımın yeni yılını kutlarım. Bu belalardan kurtuluşumuz için Allah yardımcımız olsun.
27 Aralık’ta Atatürk’ün Ankara’ya gelişini kutluyor, M. Akif Ersoy’u ölüm yıldönümünde rahmetle anıyoruz.