Devletin Dili – Resmi Dil – Ana Dil – Etnik Dil ve Uluslararası Hukuk

02.10.2010   PKK’ya verilen tavizlerde sona gelindiği, ülke bütünlüğünün müzakere edildiği malumdur. Bunun için de iki dilli, iki kimlikli, iki bölgeli devleti tartışıyoruz. Başbakan ısrarla, Anayasamız “Devletin Dili Türkçe” dediği halde,  “Türkiye’nin Resmi Dili Türkçe” diye konuşuyor? Acaba neden? Sonra bunun hangisi daha doğru?  Elbette anayasamızın belirlediği ve değiştirilmesi de teklif edilmeyen maddesinin kesin ifadesi daha […]


Paylaşın:

02.10.2010 
 
PKK’ya verilen tavizlerde sona gelindiği, ülke bütünlüğünün müzakere edildiği malumdur. Bunun için de iki dilli, iki kimlikli, iki bölgeli devleti tartışıyoruz.

Başbakan ısrarla, Anayasamız “Devletin Dili Türkçe” dediği halde,  “Türkiye’nin Resmi Dili Türkçe” diye konuşuyor? Acaba neden? Sonra bunun hangisi daha doğru?  Elbette anayasamızın belirlediği ve değiştirilmesi de teklif edilmeyen maddesinin kesin ifadesi daha doğru. Üstelik her türlü istismara da kapalıdır.

Buna rağmen, TRT-6’nın Kurmanç lehçesinden yayın, partiler etnik dilde propaganda yapabiliyor, Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri açılabiliyor. Başbakan, “Bizden resmi olarak anadilde eğitim beklerseniz bunu beklemeyin” diyebiliyor. Nitekim bazıları da “Resmi dil” olduğuna göre, resmi olmayanı neden olmasın diye konuşabiliyor. 

Ana dile gelince, anadan öğrenilen dil demektir. Ana, etnik dili bilmiyorsa, çocuğuna da öğretemez. Mesela; Türkmen  bir ana Türkçe değil de,  Arapça veya Kurmançça biliyorsa,  çocuğuna da bunu öğretecektir. O zaman çocuğun ana dili bunlardan biri olacaktır. Tersi de böyle. Zaza bir ana Türkçe veya Arapça biliyorsa, çocuğuna bunlardan birini öğretecektir.

Demek ki ana dil ile etnik dil her zaman aynı olmuyor. Bu konuda 1927’den 1965’e kadar yapılan nüfus sayımlarında ana dilim Kürtçe diyenlerin oranı, ortalama olarak %7. Hacettepe ve Konda’nın ayrı ayrı yaptığı ankette, “kendini ne hissediyorsun” sorusuna %4 ila %1 oranında “Kürt” cevabı alınmıştır. Ortalaması % 2.5. Mayıs 2010’da Boğaziçi Üniversitesi ile Açık Toplum Vakfı’nın birlikte gerçekleştirdiği “Biz Kimiz” anketinde “sadece kendi etnik kültür ve kimliğimle yaşamak isterim” diyenler %2.

Bir bilgi daha verelim. AB’nin İstatistik Kurumuna (Eurobarometre) göre, %93’ün ana dili Türkçe. Çeşitli kuruluşların anketine göre ise %98’in dili Türkçe..

Özetle, ana dil %93 Türkçe ve %7 Kürtçe, ama etnik aidiyete ait dil %2-2.5 civarındadır.

Bu durumda ana dil mi, yoksa etnik dil mi esas alınacaktır?  Herhalde talep edilen etnik dil olduğuna göre bu esas alınmalıdır. 

Şimdi de uluslar arası hukuka göre, devlet/resmi dil ile azınlık ve etnik/ana dil konusuna dönelim.

Yapıları itibarıyla devletleri kabaca üç grupta toplayabiliriz. İlki; istisna grubunda yer alan, özel kurallara tabi (konjonktüre göre kurulmuş) devletler. Bu devletler, adından da anlaşılacağı gibi, hiçbir ülkeye örnek olamaz. ( Irak, Yugoslavya ve SSCB’nin dağılmasından sonra kurulan bazı devletler gibi.) İkincisi, uluslar arası hukuka tabi olmakla beraber, kendi özel şartları gereğince, bazı alanlarda istisna sayılabilecek kuralları benimseyen ülkeler.          ( Kanada, İsveç, Finlandiya, Avustralya gibi) Bunların da istisna sayılan tarafları örnek gösterilemez.

Üçüncüsü, tam olarak genel kurallara tabi (uluslar arası hukuku benimseyen) devletler. (Yunanistan, Japonya, Fransa, Almanya, Danimarka, Norveç, Hollanda, Macaristan, İspanya, Avusturya, Bulgaristan, gibi.) Örnek alınabilecek ülkeler bunlardır. Biz de bu gruptayız.

Bu temel tespitler daima dikkatte tutulmalıdır.

Uluslar arası hukuk denilince de;

*Devletlerin kuruluşları sırasında veya önemli dönemlerinde imzalanan antlaşmalar,

*BM Şartı ve bu çerçevedeki sözleşmeler. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi,

*Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AİHM içtihatları ve Avrupa Konseyi çerçevesindeki  anlaşma ve sözleşmeler. Akla gelmelidir.

Bir diğer önemli konu da, bugünün dünyasında  egemenliklerin üç temel üzerine bina edilmiş olmasıdır. Bunlar;  bir devlet, bir millet, eşit bireydir. Aınlık hakları da bu  yapıya uygun şekilde düzenlenmiştir.  

Bu düzende ırk, renk, din, dil, etnisite gibi farklılıklar hiç dikkate alınmamış, bunlara ait hiçbir sözleşme ve hukuki düzenleme yapılmamıştır. Çünkü bu sayılanlar milleti meydana getirdiği için, milletten sayılmış ve millet hukuku içinde görülmüştür.

Böyle olunca da, milletin dili (ortak dil) devletin de dili, milletin kimliği devletin de kimliği  sayılmış ve düzenleme tek dil, tek kimlik üzerine yapılmıştır. Bu felsefi ve hukuki kabule göre, hiçbir ırk ve etnisitenin dili kamu hukukuna sokulmamış, devletin bu dillerden eğitim, öğretim ve yayın yapması kabul görmemiştir. Uluslar arası hukukta bunun aksine bir delil gösterilemez. (Aynen 1876, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarımızda olduğu gibi.) Bu düzenlemede kişilerin toplum içinde dillerini ve kültürlerini hür bir şekilde kullanmaları öngörülmüştür.

Azınlıkların durumu da aynen böyledir. Nitekim Belçika, Hollanda ve Polonya’dan  resmi azınlıklar, eğitim, yayın ve öğrenim hakkı elde etmek için AİHM’ne açtıkları davaları kaybetmişlerdir. Mahkeme, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi  azınlık dillerine özgürlük tanımadığı için, koruma altına almadığından egemen devletlerin böyle bir mecburiyetleri yoktur” kararını vermiştir.

Tartışmalarında rastgele, herkesin işine geldiği gibi örnekler vermesi yerine, meseleye ilke bazında yaklaşılmalı, uluslar arası hukuktan, bizim de içinde bulunduğumuz ülkelerden ve milli tarihimizden örnekler verilmelidir.

Aksi takdirde, bilgisizlik zararlı, kötü niyet yıkıcı olmaktadır.
 
 

Yazar

Sadi Somuncuoğlu

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar