Başbakan Partisinin Sakarya Kongresinde diyor ki; “Osmanlı döneminde, hariciye yazışmaları Fransızca yapılırdı. Resmi Gazete Türkçenin yanında Rumca da, Ermenice de, Arapça da basılırdı. Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da Türkçe bilmeyen, ama kendi halkının dilini konuşan memurlar bulunurdu. İstanbul’da, Anadolu’da Türkçe konuşulur, ama onun dışında hiçbir yerde, hiç kimsenin diline karışılmazdı. Osmanlı Devleti, 600 yıl boyunca, bu hoşgörüyle, bu toleransla milletine verdiği bu haklarla ayakta kaldı.”
Bu bilgiler nereden temin ediliyor bilmiyoruz. Ama üzülerek ifade etmek isteriz ki, bunların hiçbiri doğru değildir. Doğrusunu kısaca yazalım ki, kamuoyu gerçek bilgi sahibi olsun.
- Osmanlı’da hariciye yazışmaları, Fransızca değil Türkçe (özel durumlar hariç) yapılırdı. Şüphesi olanların Kanuni Sultan Süleyman’ın Françe vilayetinin kralı Fransuva’ya Türkçe gönderdiği o muhteşem fermanı (ekinde Fransızca tercümesi de vardır) hatırlaması, yeterli olabilir.
Bir başka delil daha verelim. ABD, tarihinde ilk defa Türkçe anlaşma imzalıyor. 5 Eylül 1795’de imzalanan “Dostluk ve Barış Anlaşması” Yale Üniversitesi’nin arşivinde bulundu. Bu anlaşmaya Başkan George Washington ve Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayı imza koymuş.
Sultan Abdülhamit’in hazırlattığı “Kanunu Esasi”deki devletin yapısına bakalım:
- 1876 Kanunu Esasi Md.1. Devlet ülkesiyle bir bütündür, Md.2. Başşehri İstanbul’dur, Md. 8. Devletin uyruğunda bulunanlara Osmanlı denir, Md.17. Yasa önünde bütün Osmanlılar eşittir, Md.18,68. Devletin resmi dili Türkçedir, Türkçe bilmeyen memur ve mebus olamaz, Md.57, Meclisin dili Türkçe, Md.71. Mebuslar seçim bölgesinin ayrıca vekili olmayıp, Osmanlı vekilidir.
Bilindiği gibi 1839 Tanzimat Fermanı ve 1876 Kanunu Esasi; 576 yıl süren “Milleti Hâkime/egemen millet” ve “Milleti Mahkume/gayri Müslim tabi millet” sistemini kaldırıp, yerine bugünkü gibi bir millet, bir devlet ve eşit birey sistemini getirmiştir. Devletin yapısı böyledir. Cumhuriyet döneminde olduğu gibi; din, milliyet ve etnisitelere grup kimliği tanınmamıştır, devletin ortağı yoktur. “Ademi Merkeziyet” reddedilmiştir.
- Takvim-i Vekayi 1831’de yayımlanan ilk Türkçe yarı resmi gazetedir. Fransızca, Arapça, Rumca ve Ermenice tercümesi de, ek olarak verilmiştir.
Gazetenin aslı Türkçe olunca, diğer devlet ve millet dillerine tercümesinin sakıncası yoktur. Önemli olan, Türk Milletinin birer parçası olan etnik dillerin, devletin hukukuna sokulmamasıdır. Bugün “Yeni” anayasa ile bunun tersi yapılmaktadır.
- “Osmanlı’da; İstanbul ve Anadolu’nun dışında devlet memurları kendi halkının dilini konuşurlardı” derken, memurlar devlet işlerini kendi halkının diliyle yaparlardı kastediliyorsa, bu yanlıştır.
Doğrusu şöyledir:
- Mısır Eyaletinde bir memur Arapça dilekçe verince, “Sen devletin dili Türkçe iken nasıl olur da Arapça yazarsın” diye cezalandırılır.
- “Eyalette (Mısır) sancak beyi derecesinde 25 Osmanlı ve 40 Memluk beyi vardır. Hepsi Türk’tür. Eyalet merkezindeki bütün görevliler Osmanlı’dır… Askeri görevler Türk’ten gayrısına verilmez. 1517 Osmanlı devrinden değil 1250 Memluk devrinden beri böyledir.” (Türkiye Tarihi, C. 13, s. 94. Yılmaz Öztuna,1983)
- “1908’de Trablus eyaletinde Türkçe tedrisat yapan 24 erkek ve kız Türk orta ve ilkokulu, …, Bingazi sancağında ise Türkçe 12 orta ve ilkokul, Arabca 39 okul, bir Türkçe erkek öğretmen okulu, 3 Türkçe kız okulu” mevcuttu. (a.g.e. s. 146)
Balkanların Türklüğüne de bir delil verelim.
- “II. Bayezid zamanında yapılan sayımda ve takip eden yüzyıllardaki kayıtlar ile 19. Yüzyılda yapılan nüfus sayımlarında… köylerin tamamına yakınının Türkçe adlar taşıdığı görülmektedir. Tuna nehri ile Balkan Dağları arasına yerleştirilen ve geri hizmet Kurumu olarak Yürükler, yörede Türk ve Müslüman nüfusun yoğunluğunu daha da arttırmıştır. Bütün iskânlar ve Anadolu’dan Rumeli’ye doğru olan nüfus hareketi göz önüne alındığında Balkanlara Türk nüfusun iskânının sürekli olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.” http://lozanmubadelesi.blogspot.com/
Sayın Başbakan,
Osmanlının 600 yıl ayakta kalması gerçeği, iddia ettiğiniz gibi başıboşlukla değil; dilin, egemenliğin ve merkezi-milli yapının sağlam ve sürdürülebilir kurallara dayanması ve buna sadakat gösterilmesi sayesinde olmuştur.
İnanalar için; yanlışta ısrar günah, doğruda ısrar sevaptır.