Yükleniyor...
22.07.2011
Başbakan Erdoğan’ın Barış Harekâtının yıldönümünde KKTC’ye giderek hepimizi heyecanlandıran hamaset yüklü konuşmalar yapması, büyük bir memnuniyetle karşılandı. Ancak konuşmanın Kıbrıs milli meselemizin özüyle ilgili ifadelerine gelince durumun çok farklı olduğunu gördük.
Erdoğan şöyle diyor: “Şunda hiç bir tereddüt yoktur ki BM parametreleri çerçevesindeki çözüm, mevcut müzakere sürecinde liderlerin Ortak açıklamalarındaki mutabakatlarına uygun biçimde bulunacaktır. Bu çerçevede yeni ortaklık, ‘iki kesimli, iki toplumlu ve ilgili Güvenlik Konseyi kararlarında tanımlandığı şekliyle siyasi eşitlik temelinde bir federasyon olacak, bu ortaklığın, tek uluslararası kimliğe sahip bir Federal Hükümetinin yanı sıra, eşit statüye sahip bir Kıbrıs Türk Kurucu Devleti ve bir Kıbrıs Rum Kurucu Devleti bulunacaktır’.
Şimdi de 7.7.2011’de Cenevre’de toplanan BM Kıbrıs grubunun, 5 safhalı yol haritasının ilgili cümlesine bakalım.
“1251 sayılı karar olmaya devam ettiğini yineledi. Bu Kıbrıs Rum tarafı açısından çok önemli addediliyor. Çünkü o kararda “Kıbrıs sorununda istenilen çözümün iki bölgeli, iki toplumlu, tek egemenliği, tek uluslar arası temsiliyeti, tek vatandaşlığı, siyasi eşitliği, toprak bütünlüğü olan ve ülkenin bağımsızlığını güvence altına alacağı federasyon olacağı, ayrılmayı veya herhangi bir devletle birleşmeyi yasaklayan bir çözüm olacağı belirtiliyor.”
Deme ki Türkiye’nin çözümü, BM kriterleriymiş. Annan planındaki“eyalet/vilayet” anlamına gelen “kurucu devlet” ve BM parametrelerinin Türkleri, Rum devletinin azınlığı konumuna düşüreceği açık değil mi?
BM yol haritası üzerine Ortam Gazetesinin haberinden bazı bölümleri okuyalım:
“Uluslararası konferans çağrılabilir… Yol Haritasına göre, görüş birlikteliği olursa uzlaşmaya varılamayan bütün konuların ele alınacağı ‘Uluslararası Konferans’ çağrılacak. Konferansın oluşumu konusunda ise Güney Lefkoşa’nın; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temsil edilmesine ilişkin tezi anlayış buluyor. Ancak bu yerine getirilecek gibi görünmüyor. Uluslararası konferansta anlaşmaya varılırsa o zaman da anlaşmaya imza atılacak ve 2012’nin ilk aylarında ayrı referandumlara sunulacak.
Hedef 2012 haziran öncesi Birleşik Kıbrıs… BM’deki projeye göre hedef, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB dönem başkanlığını devralacağı 2012’nin ikinci yarısından önce bir anlaşmaya varılması öngörülüyor. Bu başarılamazsa kesin çıkmaz ilan edilecek ve Barış Gücü’nün adadan çekilmesi gündeme gelecek.
Hristofyas’ın duruşu… Kıbrıs Rum tarafı Hristofyas’ın ağzıyla; iki bölgeliliğin peşinen dayatılacağını çünkü çoğu Rum’un Kıbrıs Türk idaresi altına geri dönmekle ilgilenmediğini, takas veya tazminatı tercih ettiğini belirtti. Bu, Kıbrıslı Türklerin Türk bölgesinde mülklerin ve nüfusun çoğunluğuna sahip olacağı anlamına geliyor. Mülkiyet toprakla birleştirilebilir, bu da Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs Rum idaresi altına toprak verilmesi karşılığında mülkleri vereceği anlamına geliyor.
Kim ne kazandı…
Kathimerini gazetesi; Tarafların Cenevre’deki kazanımlarını detaylandırarak özetle şunları kaydetti: Başkan Dimitris Hristofyas’ın kazanımları: Kıbrıs Rum tarafı uluslararası konferans, Türk tarafı dörtlü veya beşli konferans talep etti, Kıbrıs Rum tarafı istediğini aldı. Paralel Müzakere: Rum tarafı Mülkiyet ve Toprak başlıklarının paralel müzakeresini istedi ve aldı. Egemenlik: Rum tarafının ezeli tezi BM kararları temelinde çözüm ifadesi ile yeniden teyit edildi.
Türk tarafı ısrarla istedi ve takvimleri istemeyen Kıbrıs Rum tarafının aksine istediğini aldı. Türk tarafı BM’nin ‘hakemlik’ olmadan rolünün artırılmasını elde etti. Gazete, paralel müzakereler ve egemenlik konularının ise Rum tarafı için gri zaferler olduğunu belirterek özetle şunları yazdı: “Paralel Müzakereler: Genel Sekreter’in paralel müzakerelere ilişkin açıklamasında net şekilde söylenmese de önemli konuların önümüzdeki üç ay içerisinde görüşülmesi gerekiyor. Bu da Genel Sekreter’in Cenevre görüşmesi sırasında yaptığı paralel müzakerelere ilişkin açıklamayla birlikte okunduğunda Rum tarafının bu noktada kazandığı ortaya çıkar. Cenevre’de bulunan diplomatik kaynakların gazetemize söylediğine göre Genel Sekreter ‘Mülkiyet’in Toprak’la birleştirilmesi müzakerelerin doğal uzantısıdır ve iki başlığın örtüştüğü aşikardır’ dedi. Genel Sekreter görüşme sonundaki açıklamasında dile getirmediğinden bu, gri de olsa Rum tarafının zaferidir.”
II
Egemenlik konusu Rum tarafının önemli başarısı olarak görülüyor. Ancak yine ‘gri bir zafer’ söz konusudur. Çünkü bu konu Genel Sekreter’in açıklamasında açıkça yer almıyor. Sadece “her iki lidere de, ulaşmaya çalıştığımız anlaşmanın parametrelerinin Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında tarif edilenler olduğunu hatırlatma fırsatı buldum” dedi.
Rum heyetinin üst düzeyli bir yetkilisine göre Ban görüşme sırasında kararlar ifadesi ile ne kastettiğini açık ve sarih olarak ifade ettiğini söyledi. Bu konuda da, çözümün şekli açısından Alexander Downer’dan ‘olumlu müdahale’ oldu ve bunun sonucunda Genel Sekreter müzakerelerin zemininin 1251 sayılı karar olmaya devam ettiğini yineledi. Bu Kıbrıs Rum tarafı açısından çok önemli addediliyor. Çünkü o kararda “Kıbrıs sorununda istenilen çözümün iki bölgeli, iki toplumlu, tek egemenliği, tek uluslar arası temsiliyeti, tek vatandaşlığı, siyasi eşitliği, toprak bütünlüğü olan ve ülkenin bağımsızlığını güvence altına alacağı federasyon olacağı, ayrılmayı veya herhangi bir devletle birleşmeyi yasaklayan bir çözüm olacağı belirtiliyor.”
Anahtar toprak… Tarafların toprakla ilgili tezleri
Alithia; “Anahtar Toprak… Müzakerelerin Yeni Safhasının Kritik Konusu” başlıklı manşet haberinde, üç aylık yoğunlaştırılmış müzakerelerin başlayacağı iki haftaya kadar çözüm müzakerelerinin en zor aşamaya gireceğini yazdı. Gazete, Downer grubunun ve büyük ölçüde de Rum tarafının, toprak başlığının detaylı şekilde müzakere edilmesi ve Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun, İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat zamanında Hristofyas’la Yönetim başlığında varılan görüş birlikteliğini kabul etmesini, Ekim ayına kadar yapılacak pazarlık için iki büyük öncelik ortaya koyduğunu yazdı ve bunların başarılması halinde mülkiyet ve sorunun geriye kalan iç yönlerinin müzakeresinin çok daha kolay olacağını savundu.
Derviş Eroğlu’nun toprak konusunda sunduğu ana ilkeler şunlardır: Hiçbir Kıbrıslı Türk, Rum’a ait olsa bile şu an ikamet ettiği evden taşınmaya zorlanmamalıdır. Bu aslında, yerinden edilmişlerin Annan planı ile Rum idaresi altında Güzelyurt gibi büyük yerleşim bölgelerine geri dönüşlerini engelleyecek bir istektir. Dahası bu tez, mülkiyetin düzenlenmesini de engelliyor, çünkü sadece tazminatlara ve mal takaslarına ve asgari ölçüde iadeye göndermede bulunuyor. Toprak konusunda anlaşmaya varılacak haritada iki oluşturucu devletçiğin elinde olacak toprakların sınırlarında zigzag değil düz bir çizgi olsun. Düz çizgi ile Hristofyas’ın önerisinde sayıları 100 bine varan yerinden edilmiş Rumların Rum idaresi altında geri dönüşünü de kolaylaştıracak olan, Mesarya’daki büyük köylerin iadesi engelleniyor.
Hristofyas’ın masaya koyduğu toprağa ilişkin ana ilkelerin iki önemli ayağı var. 100 binin üzerinde Rum’un Rum idaresi altında olacak bölgeye dönüşünü güvence altına almak için Annan planındaki haritanın biraz değiştiğini emin şekilde savunabilmek. Rum tarafının yaptığı detaylı hesaplamalardan, bu hedefin başarılması için Annan planının haritasında büyük değişikliklere ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor. Eroğlu, Toprağa ilişkin kendi ana ilkelerinde oldukça değişiklik yapmazsa ve Güzelyurt’u vermezse bu hedefin başarılamayacağı kesindir. Karpaz’a özel statü verilmesini veya federal park ilan edilmesini kabul etmezse.”
Sonuç: 7 Temmuz 2011 Cenevre toplantısından sonra Davutoğlu ve Erdoğan’ın KKTC’ye giderek atağa geçmesi yerinde olabilir. Ancak aleyhimize olan ve Rum tarafının ezeli tezimiz dediği BM kararları temelinde çözümden bahsedilmesi kabul edilemez. Yine KKTC’ye uygulanan izolasyonla, Rum Hükümetini tanıma anlamına gelen limanlarımızın açılmasının bir ilgisi olamaz ve asla birbirinin dengi sayılamaz.