Yükleniyor...
ABD siyasî hayatını yakından takibeden bir millet olduğumuzdan muhtemelen biliyorsunuz ama yine de yazayım: ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin sembolü fil, Demokratik Parti’nin sembolü eşektir. Renkleri aynıdır; her iki maskot da ABD bayrağının renk ve desenini taşır: Kırmızı, mavi ve birkaç yıldız. Dolayısıyla, bizde halk arasında partilerden bahsedilirken, meselâ, “kırat, altı ok, ampul…” dendiği gibi, bu semboller çeşitli yerlere işlendiği, resmedildiği gibi, burada da fil ve eşek sembolleri üzerinden konuşulmaktadır. Yani “Son seçimleri eşek kazandı” dersek hata etmiş olmayız
Niçin eşek?
Niçin eşek olduğuna geçmeden, İngilizce’de de “eşek” kelimesinin olumsuz mecazî anlamları olduğunu yazayım. Ne yazık ki… Yani zannetmeyin ki, İngiliz dili konuşanlar arasında eşek mübarek, muteber bir hayvandır. İki kelime var: Donkey, jackass. Bu ikincisi hakaret amaçlı da kullanılır, aşağılayıcı anlamlar taşır: Ahmak, aptal, budala, kaba.
Eşeğin Demokratik Parti’nin maskotu haline gelmesinin başlangıcı ondokuzuncu yüzyıla, 1828 seçimlerine kadar gider. Demokrat aday Andrew Jackson’ın rakipleri, soyadını değiştirerek (Jackson-Jackass) kendisini ahmak ve inatçı bir eşeğe benzettiler. Jackson bu benzetmeye kızıp köpürmedi, aksine hoşuna gitti, kampanya posterlerinde kullandı, sataşmayı kendi lehine çevirdi ve seçimi de kazandı. (ABD’nin ilk Demokrat başkanı) Daha sonra, 1870’te ABD’nin ilk siyasî karikatüristi Thomas Nast’ın çizdiği karikatürde Demokratik Parti ilk defa olarak eşek ile sembolize edildi. Çizimleri çok sert, çok ağır olan, karikatürün “heccav”ı Nast pek çok karikatür çizerek Demokrat Parti’yi eşek, Cumhuriyetçi Parti’yi fil olarak resmeden adamdır. İki parti de bundan rahatsızlık duymadı, o gün bugündür bu iki maskot devam edegeldi. Demokratlar, elbette, eşeğin çalışkan, gayretli, alçakgönüllü tabiatına dikkat çekiyorlar. Şunu da not edelim, Demokratik Parti ve Cumhuriyetçi Parti’nin o zamanki politik duruşları şimdikinin tam tersi idi; köleliği kaldıran, siyahîleri koruyup kollama, haklar tanıma yolunda adımlar atan, sosyal adaleti parola edinen, devletçi olan Cumhuriyetçiler’di; Demokratlar bu politikaların karşısında duruyordu. Yirminci yüzyılın ilk yarısında Demokrat başkan F.D. Rooseevelt’in reformlarıyla birlikte roller değişti, Demokratik Parti devletçi oldu.
Peki, eşek neden mübarek, muteber bir hayvan sayılmaz? Bu anlaşılabilir bir şey değildir. Neden kaba, terbiyesiz, aptal, ahmak, cahil sıfatları karşılığı eşek kullanırız? Bunu daima garipsemişimdir.
Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend’i hepimizin dilindedir, muhteşem bir manzumedir. Ama o da demiş ki:
Bed asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zerduz palan ursan eşek yine eşektir
Bir açıdan çok güzel bir beyittir, o devrin manzarasına nasıl uygun düşmüşse günümüze de pek uygundur, bu yüzden sık sık kullanırız. Kılık kıyafeti ne kadar pahalı, kaliteli, markalı, ihtişamlı olsa da içindeki insan “insan” değilse, nafile!
Ama başka bir açıdan düşününce bu beyit içimi acıtır. Beytin hakikî mânâsına göre, elbette eşeğin üzerine hangi madenden, mücevherden palan vursan hayvanın fıtratı değişmeyecektir. Lâkin, şairimiz bu kadar yalın bir anlam için yazmadı bu beyti. Nitekim ilk mısradaki “bed asıl” ve “necâbet” niyetinin rengini ortaya koyar. “Kötü tabiatlı insana giydiği üniforma asalet kazandırmaz; nasıl ki eşeğe altın işlemeli palan da koysan eşek aynı eşektir.” derken eşeği hor görme havası vardır. Başka bir hayvanı değil, eşeği seçmiştir.
Sanatına ve karakterine lâf söylenilemeyecek Mehmet Âkif de, Âsım’da, Köse İmam’ın dilinden der ki:
Çünkü merkep değilim ben de mürekkep yaladım.
Halk arasında revaç bulmuş bir söz sonuca bodoslama gider: Diploma cehaleti alır, eşeklik bâki kalır.
Hangi sonuca?
Gerçi diploma artık cehaleti bile almaz oldu da… Yüzyıllardır boğaz tokluğuna kendini taşıt, yükünü taşıt, her işe koş, vur, hırpala, yaşlanıp işe yaramaz, getirisi olmaz olunca salıver yabana, ne hali varsa görsün, açlıktan ölsün, ağzı var dili yok, cefakâr, kanaatkâr bir hayvan… Bütün olumsuz hitapların sıfatı olsun?! “Eşeklik” denerek hor görülsün?! Revâ mıdır? Eşeği elimizle hırpaladığımız yetmezmiş gibi dilimizle de hırpalamaktayız.
İşte: Eşek herif. Hatta mânâyı daha da şeddelendirmek için “Eşşoğlu eşek” de deriz.
Öte yandan eline geçsek canımıza okuyacak arslan, kıymetli, itibarlı: “Arslan gibi adam!” Eşeğin ne kötülüğünü gördük ve arslanın ne iyiliğini gördük?!
Hatta bazılarımız kibarlık adına, nezaket adına, konuşurken adını anmaları gerektiğinde “afedersiniz eşek” der. Hatta daha kibar kabul ederek “afedersiniz merkep” der. Neden? Af edilmeyi gerektirecek ne vardır ortada? Ancak utanılacak bir durum olduğunda “afedersiniz” denmez mi? Yüzlerce yıl en çok işimize yaramış sadık, sabırlı, vefakâr, cefakâr eşek neden utanılacak bir hayvan olsun?
İnsanoğlunun elinde çileler çeken, eziyet gören bu çalışkan hayvanın tasvirini onbeşinci yüzyılda Şeyhî ne dokunaklı yapmış Hârnâme’sinde? “Hâr” Farsça’da “eşek” demektir ve divan şairlerimizin tercih ettiği bir kelimedir.
Bir eşek var idi zaif ü nizâr
Yük elinden katı şikeste vü zâr
Gâh odunda vü gâh suda idi
Dün ü gün kahr ile kısuda idi
Ol kadar çeker idi yükler ağır
Ki teninde tü komamışdı yağır
Nice tü kalmamışdı et ü deri
Yükler altında kana batdı deri
…..
Arkasından alınsa palanı
Sanki it artuğıydı kalanı
Rivayet odur ki, Nuh peygamber’in gemisine en son binen eşektir. Kapıdan bir türlü girmek istemeyince Hz. Nuh öfkelenmiş: “Gir, ya mel’un!” diye ünlemiştir. Hitabı duyan şeytan da eşeğin kuyruğuna tutunup gemiye girmiştir. Yani şeytanı gemiye sokan, başka hayvan değil, eşektir!
Halbuki o eşek değil midir, upuzun deve katarını ardına katıp yolu şaşmadan götüren?
Eşek ile ilgili sözlerimiz ve deyimlerimizde hep küçümseme, hor görme havası vardır: Attan inip eşeğe binmek, eşekten düşmüşe dönmek, ölmüş eşek fiyatına, eşek şakası, eşek kafalı, eşek inadı, eşek hoşaftan ne anlar, eşeğini dövemeyen semerini döver…
“Eşek sudan gelinceye kadar dövmek” derken, uzun bir süreyi kastederiz ki hayvanın ayağının ağır olduğu, iş görmesinin yavaş olduğu sonucu çıkar. “Sen eşekbaşı mısın burda?” diye birine çıkışıldığında, orada o kişinin işe yaramadığı, yetkisini kullanamadığı anlatılmış olur. O kadar çalışkan bir hayvan adına ne hazin!
Argo da sever eşeği. Ölüme, ölmeye “Eşek cennetini boylamak” diyerek öbür dünyayı da işe karıştırır.
Fakat bu hayvancağızın asırlardır insanımızın can yoldaşı olduğu şurdan bellidir ki, Türkçe’de attan ve köpekten sonra en çok dil malzemesi eşeğe aittir. Atasözleri, deyimler, birleşik sözler… Evet, büyük çoğunluğu olumsuz anlamlıdır amma arada olumluları, ya da olumlu veya olumsuz olmaksızın, gündelik hayatta eşekle haşır neşir olmaktan kaynaklanan sözler de aksik değildir. İnsan en ziyade yanında yöresinde bulunan, en iyi tanıdığı varlıkları diline dolar. Çocuklar “uzun eşek” oynar. Arının irisine “eşek arısı” demişiz; otun sert, dikenlisine “eşek dikeni.” Taze baklaya da neden “eşek baklası” ismi uygun görülmüş, onu bilmem. Eşeklerin damak zevkine hitabeden bir sebze olabilir mi?
“Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri” bir realitenin ifadesidir.
“Ölme eşeğim ölme!” derken uzun sürecek, pek de umutlu olmayan bir bekleyişi ifade ederiz. Devamı da vardır: “Yonca bitsin de ye!”
Eşeği sağlam kazığa bağlamanın önemini anlamışızdır.
“Alçak eşeğe binen çok olur,” atalarsözü sahipsiz, savunmasız, zayıf, hakkını aramaktan âciz kişileri ezenin, sömürenin çok olduğunu ifadenin kestirme yoludur.
“İnersin gönül inersin, attan iner eşeğe binersin, onu da bulamazsan yayan yürür gidersin.” diyen halkımız, başa gelen çekilir felsefesine noktayı kâfiyeli bir biçimde koymuştur. İş işten geçtikten sonra, “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” demek ferâsetini göstermiştir. Namdar Rahmi Karatay bu sözden nefis bir şiir çıkarmıştır:
Başta kavak yelleri estiği günler hani?
Umduğumuz neşeler, şerefler, ünler hani?
Beklenilen alaylı, şanlı düğünler hani?
Servi gibi ümitler döndü birer iğdeye,
Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye!
………
Yine bir başka atalar sözü ne büyük bir hakikati dile getirir: “Eşek derviş olmaz odun çekmekle tekkeye, deve hacı olmaz gidip gelmekle Mekke’ye.” Eşek ile deveyi kaldırıp yerine “insan”ı koyun!!
“Eşek davası” yahut “eşek teoremi” nedir, bilir misiniz? İşte ben de onu yeni öğrendim. Geometrideki pisagor teoremine meğerse böyle bir isim takılmış! Bir dik üçgenin iki dik kenarının uzunluklarının kareleri toplamı, hipotenüsünün karesine eşittir. Teoremi kâğıt üzerine çizin, bakın, kulaklarını dikmiş bir eşeğe benziyor! Benzetilmiş!
Hiciv üstadımız Eşref’in dili Amerikalı karikatürist Thomas Nast’ın çizgilerinden aşağı kalmaz. Eşref Ege kazalarında kaymakamlıklar yapmıştır. Bir gün yolda eşeğine binmiş giderken İzmir Valisi Kâmil Paşa yanından arabayla geçer. Eşref’in eşeği durur, kenara çekilir. Yol zaten dar… Kâmil Paşa takılmak için seslenir:
“Dikkat et Eşref, çok kenara gidip çukura düşme.” Eşref cevabı yapıştırır:
“Merak etmeyin paşam, eşek kâmil’dir.”
Vali Kâmil Paşa Kıbrıslı’dır, bir gün adaya gezmeye gidecektir. Eşref’i çağırtır, adadan bir isteği olup olmadığını sorar. O da bir eşek ister. Kıbrıs’ın eşeği meşhur! Paşa “tamam” der. Geri döndüğünde, rıhtımda bekleyenler arasında Eşref de var. Fakat Paşa Eşref’in isteğini unutmuş. Arabasıyla tam rıhtımdan ayrılacağı sırada, bir kenarda bekleyen şairi gören Kâmil Paşa, arabayı durdurup, el ederek Eşref’i yanına çağırır:.
“Eşref, senin eşeği getirmeyi unuttum. Artık bir dahaki sefere…” Şair cevap verir:
“Birşey değil devletlüm. Eşek gelmese de olur. Sen geldin ya, yeter!”
Kıbrıs’ın eşeği meşhur da, bir de Merzifon var eşeği meşhur olan. “Marsıvan eşeği” tescillenmiş isim, ki “merzüban” kelimesinden gelir. Merzüban Farsça “sınır muhafızı” demektir. Merzüban, Marsıvan, derken Merzifon… Tabiî “marsıvan eşeği”nin de olumsuz mecazî mânâsı var.
Fakültedeki bir dersimizde rahmetli Abdülkadir Karahan Hoca en güzel gözlü hayvanı sormuştu da, hepimiz ceylan demiştik. “Hayır,” demişti Hoca, “Eşektir.”
Ama kulakları cezadır! Mitolojide Kral Midas, Tmolos Dağındaki yarışmada (ki bugünkü adı, benim şehrim İzmir-Ödemiş’in yaslandığı Bozdağ’dır) tanrı Apollon’un çaldığı liri beğenmeyince, Apollon onun kulaklarını eşek kulakları haline getirerek cezalandırmıştır ve sular, sazlar, keçiler, koyunlar “Midas’ın kulakları eşşek kulakları!” diye bağırıp durmuştur. Güngör Dilmen’in yazdığı harika oyundan dinlediğim sesler hâlâ kulağımdadır.
Türkiye’de eşek nüfusunun hayli azalmış olduğu da bir gerçek. Neredeyse kendi gitti, adı kaldı.
Anadolu’nun en tanınmış eşeği herhalde Nasreddin Hoca’nın eşeği. İşte o, Hoca’nın eşeği mübarek, muteber bir hayvandır. Ön ayağının bastığı yer dünyanın merkezi olan… Eşek Hoca’nın kıymetlisidir, ayrılmaz parçasıdır.
Bir de Buridan’ın eşeği var. Ondördüncü yüzyılın Fransız filozofu Jean Buridan da paradoksuna uygun hayvan olarak eşeği seçmiş: Aç ve susuz bir eşek kendisine eşit mesafede duran bir balya saman ile bir kova su arasında düşünür, düşünür, önce hangisine uzanacağına bir türlü karar veremez; sonunda açlıktan ve susuzluktan ölür. Kararsızlığın sonucu. En kötü karar kararsızlıktan iyidir.
ABD’nde son seçimleri eşek kazandı.
Ne diyelim? Sonunda Kazak Abdal’ın dilinden diyelim: Eşeği saldık çayıra…
2 Yorum