Yükleniyor...
Saraçhane mitinginde altı parti vardı. Belediye başkanları vardı… Ne yoktu biliyor musunuz? Heyecan yoktu.
Bir grubun heyecanı ta uzaktan anlaşılır. Ben bunu ilk fark ettiğimde şaşırmıştım. 1970’li yıllardan birinde, İstanbul’da bir toplantıdaydım. Nedense o gün, birçok partinin aynı anda mitingi vardı. Tek kanallı televizyonumuz bunları bir bir veriyordu. Meydanlardaki yüksek tempolu hareketlilik, o geniş açıdan, o mesafeden bile belli oluyordu. Bir ara MHP’nin Erzurum mitingi ekrana düştü. Bu, diğerlerinden belki birkaç kat daha hareketliydi. Rahmetli Prof. Dr. Şaban Karataş hocanın mutlu bir sesle, “İşte bu da Erzurum!” dediğini hatırlıyorum.
Saraçhane’de o kıpırtıyı göremedim. Hareketliliğe en çok yaklaşıldığı an, Akşener’in konuşmasıydı. Halk genellikle sakindi. Hâlbuki konuşmalar miting konuşmasıydı. Tumturaklı cümlelere ve kalabalıktan cevap isteyen, “Şöyle yapar mısınız? Böyle eder misiniz?” gibi etkileşime davet eden sorulara rağmen insanlar sakindi.
Aslında 80 öncesi ile 80 sonrası siyasi mitingleri, bu yönüyle birbirinden açıkça ayrışıyor. 12 Eylül 1980’in, miting heyecanlarında bir ayrım noktası oluşturduğunu düşünüyorum.
Şu günlerde, Neil Sadler adında bir yazarın, bu yıl yayımlanmış bir kitabını okuyorum. Kitabın başlığı, Parçalanmış Anlatı; Twitter Çağında Hikâye Anlatmak ve Anlamak (Fragmented Narrative; Telling and Interpreting Stories in the Twitter Age). Yazar şu soruyu soruyor: En çok 240 karakterle sınırlı parçalanmış sözlerden bir bütünlük, bir anlam çıkar mı? Bunlar, okuyana anlaşılır ve akılda kalır bir mesaj verebilir mi? Yazarın cevabı şöyle: Verebilir. Ama bir şartla. Bu kısa telgrafvari metinlerin arkasında, onların bağlanacağı bir yapı, asılacağı bir askı, bir büyük anlatı varsa. O kısa mesajlar zihnimizin daha önce kayda geçirdiği, önü-sonu ve ögelerinin birbiriyle bağlantısı belli bir yapıya gidip yerleşiyorsa, evet… Gerçekten de Twitter mesajları, tek başına ayakta durabilecek anlatılar değil. Onları anlaşılır kılan, ilgi çekici kılan şey, daha önce zihnimizde inşa ettiğimiz yapılar. O mesajlar, o yapıların bir yerlerine bağlanıp anlaşılır hâle geliyor. Eğer zihnimizde kısa mesajların bağlanacağı fikir demetleri yoksa her mesaj, kendi başına, ipi salınmış balonlar gibi savrulup gidiyor; algı ufkumuzda küçülüp yok oluyor.
İşte, 12 Eylül 1980 sonrası partilerinin söylemleri de böyle. Bir yere, daha derinlikli, daha yapılı bir fikre bağlanmadıkları için ipinden kurtulmuş balonlar gibi uçuşuyor. “Ben on vereceğim.” “Ben on beş vereceğim.” Kimin ne söyleyeceği belli. Söylediği de o kadar heyecan verici değil.
“Biz şu değiliz, öteki de değiliz, hele öbürü hiç değiliz. Biz ona da buna da diğerine de karşıyız…” Söylemler bu kıvamda ama bunların gidip oturacağı bir mimari, asılacağı bir askı, bir alt yapı, büyük bir anlatı yok. Bunlardan bir fikir sistemi oluşmuyor.
12 Eylül darbesini herkes lanetliyor. Gel gör ki 12 Eylül’ün fikirsizliği, daha doğrusu fikir düşmanlığı düşünce dünyasında, siyaset dünyasında hâlâ hâkim. Ona da buna da karşıyız, bir ondan bir öbüründen asarız…
12 Eylül, bir tek Siyasi İslam’a dokunmamıştı. Hatta o günlerin Yeşil Kuşak stratejisi gereği, teşvik bile etmişti. Devletin kurumları, Seyyid Kutub’un kitaplarını tercüme ettirip hapishanelere ücretsiz dağıtıyordu. Yapılı bir anlatı olarak bir tek o kalacaktı. Ak Parti’nin bu anlatıyı benimsemesi beklenirdi. Oldu, ama tam olmadı. Siyasi İslamcı söylemin durduğu nokta tuhaf: “He he he…” Önce etrafı bir küçümseme ve “Ben sizden çok büyüğüm, kendime çok güveniyorum.” mesajı. Sonra, “Biz biliriz; bizim arkamızda dev gibi bir fikir sistemi var… Ne mi? Söylemeyeceğim işte. Bana ne. Bana ne. Söylersem mağdur olurum. Ben hep mağdurum zaten; sistem var, bilirim ama söylemem.” Bu tavır aklıma Münir Nurettin’in besteleyip söylediği güftesi Orhan Seyfi Orhon’a ait o çok sevdiğim şarkıyı getiriyor, Tereddüt: “Serahatan acaba… Söylesem darılmaz mı?”
Gerçek şu ki akıllarında bir sistem yok. Aslında öyle bir sistem de yok ve hiç olmadı. Necip Fazıl’ın veya Erbakan’ın kırık dökük, birkaç bombastik sözü sistem oluşturmaya yetmiyor. Sistem diye “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur; ha bu da nastır.” cinsinden bir şeyler çıkıyor ama o kadar.
Onun dışında? Onun dışında kalanlar ya her şeye karşı olduklarını söylüyor yahut her şeyi kucakladıklarını. Bu da yusyuvarlak, kaygan bir pelte. Bir şeylerin asılabileceği bir askı, ipi kopuk balonların bağlanabileceği bir yapı değil.
Fikirsizlik, fikrin yerine geçemiyor maalesef.