Yükleniyor...
Tarihimizde ilk defa, sıfırdan “yeni ve sivil” anayasa yapacağız bahanesiyle, Türk Milletinin egemenliğine son verilmek isteniyor. 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasaları da sıfırdan yapılmıştı, ama devletin Türk Milletine ait olduğunu gösteren maddelere dokunulmamıştı. Dokunulamazdı da, zira devlet Türk Milletinindir.
Bu konuda STK’lar görüşlerini, TBMM’de kurulan anayasa uyum komisyonuna bildiriyor. Bunlar arasında dikkat çekenlerden örnekler verelim: Hak-İş,vMüsiad, Tüsiad, Tesev, Memur-Sen, Mazlum-Der, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Abant Platformu, İnsan Hakları Derneği (PKK yan kuruluşu), Kesk, İmam Hatip Liselerini Bitirenler Derneği, Ehlibeyt Vakfı. STK önerilerinin ortak noktaları şöyle: Anayasadan Türk “etnik” adı çıkarılmalı, egemenlik açısından bütün etnik gruplar eşit konuma getirilmeli, ana dilde eğitim ve öğretim serbest olmalı, bir şekilde özerklik tanınmalı. Bu görüşleri; AKP, CHP, BDP, ABD, AB, Barzani, PKK, İslamcı Kürtçüler, ikinci cumhuriyetçiler gibi işbirlikçiler hararetle savunmaktadır.
TBMM Başkanı Çiçek; “Yeni” anayasanın yazımına 1 Mayıs’ta başlanacağını, yılsonunda da hazır olacağını söylemiş. (12 Mart 2012 gazeteler)
***
Meseleyi daha somut olarak görmek için, bazı örneklerle yetinelim.
Kitapçıktan okuyalım:
“Yeni” anayasa, “Bütün etnik grupları referans almak için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını esas almalıdır.” (s.41)
Üst kimlik olarak; “Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı bulunan herkes, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.” (s.41)
Abant Platformu sonuç bildirisinde:
Dil konusu; “Anayasa’da anadilde eğitimle ilgili herhangi bir kısıtlayıcı hüküm olmamalıdır.” Veya “Resmi dilin öğrenilmesi ve öğretilmesi şartı ile herkes eğitimde anadilini kullanma hakkına sahiptir.” Özerklik konusu; “Türkiye’nin idari yapısı, yerinden yönetim (adem-i merkeziyet) esasına dayanır. Yerel yönetimler üzerindeki her türlü idari vesayet kaldırılmalıdır.” Veya “Merkezden yönetim istisna, yerinden yönetim esastır.”
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın teklifi şöyle; “Bize göre, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ortak paydası, yeni Anayasa’nın temel felsefesi olmalıdır.”
***
Aslında egemenliğimiz ve hepimizi temsil eden Türk Milleti üzerinde yürütülen tartışmalar, yeni değildir. Osmanlı Devleti’nin son döneminde de, (özellikle Sultan Abdülhamit zamanında 1876 Anayasasının yapımı sırasında) bire bir yaşanmıştır. Devletin kimliği ve dil açısından bugün iddia edilenler, o dönemin kopyası gibidir. Demek ki bu filmi daha önce aynen görmüşüz. Ama ders almadığımız, tarih bilgi ve şuurundan mahrum kaldığımız için, tekrar varlığımız ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalmaktadır.
Konuyla ilgili olarak geçmişte yaşananlardan bazı notlar verelim:
Mithat Paşa’nın hazırladığı Kanun-u Esasi (Anayasa)’ de dil konusu aynen şöyleydi:
“Osmanlı halkının her biri, kendi lisanı üzre talimi tekellümde serbesttir.” Yani, Osmanlı halkının her biri kendi lisanı üzere eğitim ve konuşmada serbesttir.” (M. Kemal Pekdemir, Tarihin En Tartışmalı Padişahı: Abdülhamid, 2008, s. 39) İstanbul’da bu tartışmalar sürerken, İngiltere’de yayımlanan 15.11 1876 günlü Westminsterre Gazette şu haberi veriyor:
“İstanbul’daki Rum ve Ermeni Patrikhanelerinin anayasa hazırlıklarında verdikleri destek, Türkleri bir kere daha medeniyet kapısından içeri sokacaktır. Anayasanın üzerinde müzakereler yapılan bir maddesine göre, Osmanlı Devleti’nin çeşitli milliyetleri bundan sonra artık kendi dilleri ile okuyacaklar, yazacaklar ve devlete başvuruda bulunacaklardı. Böylece çok yakın zamanda, her milliyetin kendi muhtar idaresine kavuşması da imkân dâhiline girecektir. Türk asıllı olmayanlar, geri kalmış bir kültür olan Türkçenin engellerinden kurtulacaktır.” (Yılmaz Öztuna, Başlangıcından Zamanımıza Kadar Türkiye Tarihi, s.97, 1967) Bu yazının sonundaki imzanın sahibi, “Evangelos Petridis, Heybeliada Ruhban Okulu Müdürü ve Patrik yardımcısıdır. (Pekdemir, a.g.e. s.39 )
II
Kanunu Esasi, hazırlama Komisyonunda müzakere edilirken, Trablusşamlı Bahattin Dai Efendi şu teklifi yapar:
“Peygamber efendimiz Arapça konuşur. Her padişah Türkçenin kısırlığının kurbanı olmamak için, Arapça öğrenir. Anayasayı bu çeşitli halklara nasıl Türkçe olarak anlatabilirsiniz? O halde her unsurun kendi mektebi, kendi gazetesi, kendi kâtibi ve kendi dairesi olmak gerekir.” (Necdet Sevinç. Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü, 2008. s.434)
Mithat Paşa, Nafıa Müsteşarı Ermeni Odyan Efendiyi İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Derby’ye gönderip desteğini ister. Odyan efendi; “Bu anayasa Hıristiyan ve diğer uyrukluların hukuklarını daha fazla temin edecektir. Bu konuda istediğiniz güvenceyi hükümetim kabul edecektir. Anayasa’yı Avrupa hükümetleri tarafından garanti altına almanızı teklif ediyorum…“ der. Bu talep Osmanlı’nın içişlerine açıktan karışmak olarak görüldüğünden kabul edilmez. (İlhan Bardakçı Zaman Gaz. 7 Temmuz 1995)
Anayasa hazırlama komisyonu uzun tartışmalardan sonra orta yolu bulur. Taslağın 18. Maddesi bugünkü Türkçe ile şöyle olur: “Osmanlı ülkesinde yaşayan unsurların her biri kendilerine ait dil ile eğitim ve öğretimde muhtardır. Fakat devlet hizmetinde bulunmak için devletin resmi dili olan Türkçeyi bilmek şarttır.” (Dr. Ali İhsan Gencer, İlk Osmanlı Anayasasında Türkçenin Resmi Dil Olarak Kabulü Meselesi. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fak. Yayınları no:423)
Bu metne sadece Eğinli Sait Paşa itiraz eder ve Sultan Abdülhamit’e bir rapor verir.
Tartışmalardan haberdar olan Padişah Abdülhamit Mithat Paşayı çağırtıp, şu uyarıda bulunur:
“Bilmeliydiler Paşa, nasıl Kur’an-ı Kerimi Arapça okumaktan vazgeçmezsem, devletimin toprakları üzerinde de, Türkçe konuşulmasından ve Türk lisanından başkasını kabul edemem. Böyle bir maddenin yer alacağı Kanun-u Esasi’yi, bana getirmeyin.” (Sevinç, a.g.e. s. 435) Dil tartışmaları Mecliste de devam eder. 12. Oturumda Suriye Milletvekili Nevfel, Erzurum Milletvekili Ermeni Hanazap ve İstanbul Milletvekili Vasiliki Efendi, devletin dilinin değiştirilmesi amacıyla ortak bir teklif hazır. Buna göre; “Osmanlı Devleti’nin resmi dilinin Türkçe olduğunu belirten madde değiştirilmeli ve resmi dil olarak Türkçe ile beraber Rusça ve Ermenice de kabul edilmelidir.” (Pekdemir, a.g.e, s. 46)
Önergeyi gören Meclis Başkanı Ahmet Vefik Paşa öfkeyle;
“Bu ne vicdansızlık ve bu ne vefasızlıktır!.. Sizler hala evinizde, okullarınızda, kitaplarınızda kendi dilinizle yazıyor ve konuşuyorsanız, bu imkânı bu devletin alicenaplığına borçlusunuz. Teklifinizi vermemiş olun. Ben de duymamış olayım” diyerek reddeder. (Pekdemir, a.g.e., s.47)
Böylesi yıkıcı çekişmelerden sonra, nihayet Devletin/egemenliğin Türk Milletine ait olduğunu gösteren esaslar kesinleşir. Bu esaslar 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında da aynen korunmuştur.
İşte 1876 Kanunu Esasi’nin ilgili maddeleri:
Madde 2. Osmanlı Devletinin başşehri İstanbul’dur
Madde 8. Osmanlı Devleti’nin uyruğunda bulunanlara “Osmanlı” denir,
Madde 17. Yasa önünde bütün Osmanlılar eşittir. Kişilerin, din ve mezhebine bakılmaksızın vatana karşı aynı hak ve ödevleri vardır.
Madde 18. Devlet memuru olabilmek için “devletin resmi dili” Türkçeyi bilmek şarttır.
Madde 57. Mecliste müzakerelerin dili Türkçedir.
Madde 68. Türkçe bilmeyen milletvekili olamaz.
Madde 71. Milletvekilleri, seçim bölgesinin ayrıca vekili olmayıp, Osmanlı vekilidir.”
Geçenlerde vefat eden Neslişah Sultan’ın hayatını yazan Murat Bardakçı, annesi Sabiha Sultan’ın şu sözlerini aktarıyor. Bu özlü ifade her şeyi anlatmaya yetiyor: “Bugün Cumhuriyet kurulmuş, ailemiz vazifesini yapıp geçmiştir. İmparatorluk ayrı bir devirdi, fakat o da Türk’ündü, bugünkü Cumhuriyet de Türk’ün malıdır.’ ( http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=19058947) Evet, Osmanlı da, Cumhuriyet de Türk’ündür.
İşte “Yeni” anayasa ile yıkılmak istenen bu; Türk Milletinin birliği ve egemenliği. Abdülhamit’in Meclisi kapatması üzerine Bismark, “Bir devlet tek bir milletten mürekkep olmadıkça, meclis faydadan ziyade zarar verir” diyor.
——————–
Not: Milli Düşünce Merkezi Gençlik Grubunun yayımladığı “Gencay” dergisinin 3. Sayısı çıktı. www.gencaydergisi.com adresinde incelenebilir.