İskender Öksüz Hocamıza Saygı Programında buluşalım

29 Mayıs Perşembe günü saat 14:00'te Ankara'daki 100.Yıl Salonunda gerçekleştirilecek etkinlikte İskender hocamızla birlikte olacağız.


Paylaşın:

İskender Öksüz Türkiye’de son “Cumhuriyet aydını” neslinin ender temsilcilerinden biridir. Kimya profesörü olarak tanınan ve yazarlık ile düşünürlük kimliğini bir araya getiren Öksüz Bey, bilimsel disiplin ile millî meseleler arasında köprü kuran nadir şahsiyetlerden biridir ve genç kuşaklar için ilham kaynağı olmuştur. Hayat hikayesi yalnızca akademik başarılarla değil, aynen milletinin hafızasını diriltme azmiyle de doludur.

Öksüz’ün 1966 yılında Ege Üiversitesi’nden mezun olduktan sonra TÜBİTAK bursunu alarak Yale’e gitmesinin kariyerinde önemli bir dönüm noktası olduğunu söyleyebiliriz. Burada Türkiye’nin gururu Oktay Sinanoğlu’nun rehberliğinde doktorasını yapması sadece bir eğitim fırsatı olmanın ötesinde onun için bir “fikir okulu” haline geldi. Sinanoğlu’nun “Bye Bye Türkçe” adlı kitabındaki dil savunusu ve Batı’ya karşı millî kimlik vurgusu Öksüz’ün düşünce dünyasının şekillenmesine büyük katkı sağladı. Yale’deki yıllarında laboratuvarda kuantum kimyasal hesaplamaları yapan Öksüz bir yandan da Türkiye Ocakları’nın ABD’deki toplantılarda konuşmalar yaptı. Bu ikili kimlik – bilim insanı ve milliyetçilikle aydın- hayatının gerisinde kalacak izler bıraktığı söylenebilir.

ODTÜ’de rektör yardımcılığı döneminde bulunduğunda (1968-1979), üniversiteyi sadece bir teknik eğitim kurumu olmanın ötesine taşıyarak bir “düşünce laboratuvarı” haline getirme çabası içindeydi. Bu süreçte Yılmaz Öztuna gibi tarihçilerle Türk kimliğinin kökenleri üzerine tartışırken aynı zamanda İlber Ortaylı ile Osmanlı modernleşmesinin çelişkilerini masaya yatırıyordu. Öztuna’nın “ Türkiye Tarihi” adlı eserindeki devlet felsefesi ile Ortaylı’nın “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı”ndaki analizleri Öksüz’ün “milli teknoloji” kavramının geliştirilmesinde etkili olmuştur.

1970’lerde Türkiye Atom Enerjisi Komisyonunda görev almasıyla bilim ile devlet arasındaki yakın ilişkiyi en iyi şekilde yansıtan bir örnek olmuştur. Nükleer enerjiyi sadece teknik bir konu olarak değil “millî bağımsızlık” açısından ele almıştır. Bu dönemde yazdığı makalelerde ise “Enerjiyi ithal eden bir ülkede siyasal tercihler de ithal olur” diyerek günümüzde bile geçerli olan önemli bir uyarıda bulunmuştu.

1980’lerde Suudi Arabistan’daki akademik deneyimi onun “Doğu-Batı” sentezine olan bakışını derinleştirdı ve petrol zengini bir ülkede teknolojinin kültürel kimliği nasıl etkileyebileceğini görmüştü. Bu gözlemler daha sonra yazdığı “Niçin Geride Kaldık?” adlı kitabında Batılılaşma ile modernleşme arasındaki ince çizgiyi açıklamasının temelini oluşturdu. Öksüz’ün dikkat çeken özelliklerinden birisi laboratuvar çalışmaları ile akademik araştırmalar arasındaki dengeydi. 30’dan fazla bilimsel makalesinin uluslararası dergilerde yayınlanmasının yanı sıra gençleri Türk kimliği hakkında Türk Yurdu ve Töre dergilerinde yazarak bilgilendirmiştir. “Millî bilinç toplumu bir araya getirdikçe kimya formülleri atomları birleştirir gibi çalışır.”

2000’li yıllarda Gazi Ünviersitesinde verdiği “Bilim Tarihi” dersleri öğrenciler için önemli bir dönüm noktasıydı ve bu derslerinde Cemil Meriç’in “Bu Ülke” eserinden alıntılar yaparak Peyami Safa’nın “Türklük İnkılâbına Bakışlar”ını tartışırdı. Öğrencilerine sık sık şunu hatırlatır: “Newton elmanın düşüşünü izlerken sadecede yerçekimini değil İngiliz kimliğini de düşünüyordu ve siz deneyinizdeki reaksiyonları izlerken bu toprakların geçmişini unutmamalısınız.”

Bugün Türkiye’deki çok yönlü aydınlar arasında Öksüz ve Sinanoğlu gibi isimlerin sayısı ne yazık ki azalmaktadır. Akademi dar uzmanlık alanlarına sıkışıp kalmış durumda ve sosyologlar ile mühendisler arasında büyük bir uçurum var gibi görünmektedir. Ancak Öksüz’ün hayatı bu parçalanmayı reddeden bir manifestoyu temsil etmektedir.

Biz gençlerin yapması gereken şey bu mirası sahiplenmek olacaktır. Mehmet Kaplan’ın edebiyatı bir “millî terapi” aracı olarak gördüğü gibi; Erol Güngör de sosyolojiyi Batı taklitçiliğinden kurtarmak için çaba sarf ettiği gibi; günümüz gençleri de disiplinler arası bir bakış açısıyla donanımlı olmalıdır. Öksüz’ün ifade ettiği gibi; Kod yazarken bilgisayar mühendisi olabilirsiniz fakat Yunus Emre’nin sözlerini de yanınıza almayı unutmayın.

29 Mayıs Perşembe günü saat 14:00’te Ankara’daki 100.Yıl Salonunda gerçekleştirilecek etkinlikte İskender hocamızla birlikte olacağız. Burada öğrencilerinin ve akademisyen dostlarının onun bilimsel mirasını ve Türkiye’nin düşünce yapısına katılımını tartışacaklar.

İsimlerin taşımasıyla bir milletin “geleneksel değerlerini” aktaran aydınlardır İskender Öksüz gibi entelektüeller. Onlar olmadan Nihal Atsız’ın “Bozkurtlar” eserindeki ruhunun, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” kitabındaki ironisinin ve Attila İlhan’ın “Sisler Bulvarı” eserindeki isyanı kavramamız zorlaşacaktır.

Gençler olarak yapabileceklerimize odaklanmalıyız: Bu isimleri sadece kitaplarda yaşatmamız yetmez; hayatımıza dahil etmemiz gerekir. 29 Mayıs’taki buluşma bu sürecin ilk adımıdır; hadî geliniz Öksüz hocamızın söylediği gibi “geleceği kurarken kimliğimize sadık kalarak ilerleyelim”.

 

 

Yazar

Aybars Öztuna

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar