Yükleniyor...
Prof.Dr. Ahmet Taşağıl göre; “Gök-Türk (Kök-Türk) tabiri, ‘Gök’e mensup, İlahî Türk manasına gelmektedir (Gök-Türkler, TTK, 2014, s.1).”
Fransız tarihçi Rene Grousset’den de bazı bilgiler aktaralım: “…yalnız, göğün ve yerin biricik varlık sebebi tanıdıkları bir tanrıya tapar ve onu anarlar. Ona at, öküz ve koyun kurban ederler (Stepler İmparatorluğu, Tercüme: Prof.Dr.Halil İnalcık, TTK Yayını-2011, s.100).”
Aynı kitapta Cengiz Han’ın “…bugün ki Kentey (Burkan Kaldun) Dağı üzerinde oturan ilaha çok hususi bir dini hürmet beslemiş görünmektedir. …Merkitlerin önünden kaçıp kurtulduğu zaman buraya gelip sığınmıştı. Bu sebeple derhal hac makamında dağa çıktı; tabiiyet alameti olarak Moğol adetine göre başlığını çıkarıp kemerini omuzlarına attıktan sonra dokuz defa dizini büktü ve kımız dökme ayinini yaptı. …Daha sonraları, aynı şekilde Pekin Kin İmparatorluğu’na karşı büyük ‘milli’ savaşa girişmeden önce, yine kemeri boynunda aynı niyazkâr vaziyette Burkan Kaldun’u ziyaret edecektir: ‘Ey ebedi Tengri, Kinlerin alçakça öldürttükleri atalarımın intikamını almak için silahı elime aldım. Eğer hareketimi tasvip ediyorsan, bana kuvvetinle yardım et.’ İşte Reşideddin ona bunları söyletmektedir. Diğer kaynaklarda onun, bu seferden önce, halk etrafta ‘Tengri, Tengri’ diye göğe yalvarırken cinle yalnız başına üç gün çadırında kapandığını yazarlar. Dördüncü gün göğün kudreti han çadırından çıkar ve ‘ebedi Tengri’nin kendisine zaferi vadettiğini’ bildirir (Aynı eser, s.228).”
“…Koşo Çaydam kitabesinde (Kutluğ Kağan); ‘Yukarıda, gökte Türk Tanrısı ve Türklerin mukaddes toprak ve su perileri şunu yaptılar; Türk kavminin katiyen mahvolmaması, yeniden bir millet haline gelmesi için, atam İlteriş Kağan’ı, anam İlbilge Hatun’u göğe yükselttiler ve orada tuttular. (Aynı eser, s.118).”
“…Cuveyni ve Reşideddin bize Batu’nun harpten önce, dedesi (Cengiz Han) gibi Moğolların yüce Tengri’si, Gökten bir gün bir gece yardım dilemek için bir tepeye çıktığını söylemektedirler (Aynı eser, s.275).”
Eskiden atalarımız ve bazı Orta Asya halkları; kağanları/ hakanları/ hükümdarları/ beyleri veya hanları öldüğü zaman, bulundukları ortamlara göre ya ovada hazırladıkları kurganlara ya da dağların yükseklerine gömerlerdi. Bazan da “mezar yeri tespit edilmesin” diye nehir yatağını değiştirerek cenazeyi gömer, sonra tekrar suyu nehir yatağına yönlendirip mezarı nehrin altında bırakarak kaybolmasını sağlarlardı.
Şar Dağı’nın tepesindeki tümsek yer “Dede Mezarı” (2013).
Geçmişle ne kadar bağlantılıdır, bilemem ama benzer bir mezar da Elbistan’ın eteklerine kurulduğu, şehre göre 1050 metre yükseklikteki Şar Dağı’nın tepesinde vardır. Halkın “Dede” dediği ve geçmişte çokça ziyaret edilen bir tümülüs mezar bulunmaktadır. Mezarla ilgili halk arasında farklı efsaneler olsa da M.Ö. VI.yüzyıla ait bir kral veya bey mezarı olduğu anlaşılmıştır.
Çocukluğumda her yıl Mayıs ayında grup halinde çıkar, ziyaret ederdik. Gerçekten de dağlara çıkmak insanda bambaşka duygu oluşturuyor; insanı psikolojik olarak çok etkiliyor. “Dede”ye her çıktığımda, sanki psikolojik olarak bir değişim yaşıyordum: Tanrı’ya daha çok yaklaştığımı; göğü, bulutları yakalayacağımı sanırdım. Çok güzel ve hoş duygulara kapılırdım.
Türk devlet anlayışında en önemli hususlardan biri de “Kut” konusudur. Ögel hoca; “Kut ve kutluluk, ‘baht ve talih’ demektir. Bahtlı kişiler ve bahtlı aileler, kutludur. …Uğur sözü de Türklerde çok eskidir. …Kut, ‘kişilere Tanrı tarafından verilen bir lütuf ve keremdir.’ Kut, ‘Tanrı’nın kişileri ağırlaması, ululaması ve güçlü kılmasıdır.’ …İnsan, Tanrı tarafından kutlu yaratılmış olsa bile kutu uçabilir, sönebilir veya kaçabilir…
Kut ve kutlu, ‘büyük devletler kurmuş olan Türklerin yüksek ve gelişmiş devlet anlayışlarıyla bağdaşmış din ve devlet düşüncesidir. (Prof.Dr. Bahaeddin Öğel, Türklerde Devlet Anlayışı, s.212.”
Kut ve kutlug, Türklerde zaman zaman ‘ululuk, azizlik ve bereket’ karşılığında da söylenmiştir. Bunun içindir ki, Osmanlı ve Mısır’daki Memlûk Türkleri, kut ve kutlu sözlerini ‘mübarek’ karşılığı ile karşılamışlardır (Aynı eser, s.214).”
Rene Grousset: “Türk mitolojisinde birkaç ilah daha vardır. Bunlardan ilahe Umay çocukları korur. Sayısız birçok cinler de ‘yerde ve sularda (bugünkü Türkçe’de yer-su)’ otururlar. Bunlar arasında bilhassa dağlarda, kaynaklarda oturanlara rastlanır. Bundan başka Cengiz Han devrinde ve kanunlarında tapınmanın devam eylediğini göreceğimiz mukaddes mahaller (Iduk) vardır (aynı eser, S.102).”
Dr.Arslan Tekin de; “Bu çerçevede ‘kut’ terimi de önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Mete, ‘Tanrısının kut’udur. Bilge Kağan Kitabesinde ‘Kut’um olduğu için Kağan oldum’ demektedir (Türk’ün Tarihi, s.233).”
Türklerin bir geleneği de “Kurultay ve Toylar”dır. Ögel, “Kurultay sözü, Türkçe kurul ile Moğolca tay ekiyle oluşmuş bir sözdür. Bugünkü Türkçemize bu deyim, Çingiz Han Devleti’nden girmiştir. Kurultay, bir ‘Danışma Meclisi’dir. Oğuz Türkçesi’ndeki asıl karşılığı kengeş demektir. (Aynı eser, s.97) Kurultay, başlangıçta Türklerde din töreni, bayram, yeme-içme toyu, eğlenme ile yarışmayı da içinde toplayan bir devlet toplantısı idi. …Bu toyların içinde, hanın evini yağma etme de vardı. (Aynı eser, s.100).”
Ögel hoca, aynı eserinde kurultayları çeşitlendirmiştir. Kurultay veya toy şeklinde geçen bu toplantılarda; daha çok hakan seçimi, töre (yasa) koyma, savaş veya göç gibi önemli konular görüşülüp karara bağlanmaktadır. Ayrıca, kutlamaların yapıldığı, kurban kesildiği, eğlenildiği toplantılardır.
Türklerin bilinç altında oluşan kurultay veya toy anlayışı, bugün “Anadolu’da düğünlerde devam ettiriliyor” diye düşünüyorum. Özellikle köy düğünleri bir toy şeklinde geçmektedir; düğün sahibi, gelecek misafirler için maddi durumuna göre büyük veya küçükbaş hayvan keserek düğün süresince yedirir, içirir, yatırır, tüm ihtiyaçlarını eksiksiz karşılar.
Eskiden han çadırının önüne dikilen tuğ ya da bayrağın; devlet geleneği dışında, köy düğünlerinde “oğlan evine dikmek” şekline dönüştüğünü düşünmekteyim. 10-15 metre uzunlukta bir sırığa bayrak bağlanıp tepesine kırmızı elma veya bazan da nar (her ikisi de kırmızı renkte; sanki “Kızıl Elma”ya nispet gibi) geçirilir. Sırık, her yerden görülecek şekilde ev damının merteklerine bağlanır veya mıhla (çiviyle) çakılır. Bu törene “Bayrak kaldırma” denir ve gelin getirilip eve girince indirilir.
Haftaya devam…