Yükleniyor...
Gündemimizdeki ekonomi, terör ve ahlakî bunalım gibi sorunlar yetmiyormuş gibi şimdi de küremizi sarsan koronavirüs belası çıktı. İnsanlık tehdit altında. Panik halini kısa sürede atlatarak toparlanan ülkeler, öncelikle mücadelenin yol haritasını hazırladı. Akla ve ilme müracaat ederek, maddi ve manevi kaynaklarını bu alana ayırmada tereddüt göstermedi. Toplumun bütününü hedef alan testlerle sorunun boyutlarını, yayılma hızını ve çeşitlerini belirlemek suretiyle gerekli müdahaleleri ivedilikle yapmaya çalıştı. Belki de daha da önemlisi, milletin desteğiydi; bunun için gerçekçi ve dürüst bilgilendirme yapıldı. Böylece sorunun boyutları, ciddiyeti ve vahameti halka mal edildi. İnsanlar bütün güçleriyle bilim adamlarından ve yetkililerden gelen çağrılara uydu; korona virüs belası kontrol altına alındı. Üç ay gibi kısa bir sürede, adeta mucize gerçekleşti, tehlike durduruldu, başarılı olundu.
Bu basit gibi görünen mücadele ilkelerini, bilhassa halkın gücünü önemsemeyen strateji, yeni sıkıntıların doğmasına sebep olan ülkelerde sorunun hızla yayıldığı görüldü. Belki bu ülkelerin de yol haritası vardı. Ancak kâğıt üstünde kalmış olmalı ki, uygulamada bütünlük yerine tutarsızlıklar ve kargaşa yaşanmaya başladı. Önceden tedbir alma yerine beklenti ve zamanı geçmiş gündelik ve yetersiz tedbirler, sorunun boyutlarını büyüttü ve mücadelenin bütünlüğü bozmaya yaradı. Telaş ve panik hali derinleşti, ülkede tartışmalar arttı, yöneticilere ve bilim adamlarına güven zayıfladı. Bu pasif mücadele yoluydu. Yani yöneten değil yönetilen konumunu davet etti. Şeffaflık, gerçekçilik ve dayanışma ruhu yerini, “bize bir şey olmaz” zihniyeti, nemelazımcılığı getiriyor. Bazı gelişmiş denilen ülkelerde, söz dinlemeyen vatandaşlarına yüksek sesle ve öfke içinde hitap eden, başbakanların, belediye başkanların feryadına şahit oluyoruz.
Yukarıda anlatılanlara çok benziyor değil mi? Daha doğrusu, gerçeğin ne olduğunu tam bilmiyoruz. Açıklamalar, durumumuzun iyi olduğuna ikna etme gayretleri oldukça yoğun. Bu sebeple olmalı ki, başlangıçta memnuniyet veren açıklamalar, sonra tartışmalara, güvenilmez hale dönüştü. Yöneticilerin “durumumuz iyi” değerlendirmelerine inananlar ve inanmayanlar diye iki grup oluştu. “Umre vakası” ile kendilerini “dindar” olarak gösteren bazı kişilerin medyaya yansıyan beyanları, bunların yöneticilerin uyarılarına aldırmadığını gösteriyor. Garip bir çelişki yaşanıyor. Üstelik bu gruptakiler iktidar yanlısı olarak biliniyor.
Demek ki yöneticiler çok dikkatli olmalı. Bir yanda “halkı paniğe vermeyelim” derken, öbür yanda yanlış bir algıya yol açmaktan kaçınmalıdırlar. Zira, şeffaflık, gerçekçilik, halkın desteği gibi başarının anahtarlarından bahsedemeyiz.
Selcan Taşçı Hamşioğlu dünkü yazısında soruyor. Aşağıdaki paragraf bir sınavda karşıma çıksaydı ve “Bu konuşma kime ait olabilir” diye soruluyor olsaydı, “kahvehanede pişpirik oynarken memleket kurtaran adam”dan ” kısır gününe katılan tebliğci teyze”ye, -kimse yağmurdan nem kapmasın bir “metafor” olarak kullanıyorum- “dağdaki çoban”a, kimler kimler aklıma gelirdi de, “tıp profesörü” seçeceğim son şık bile olmazdı açıkçası:
“…Eğer bu artış böyle devam ederse insanlar yiyecek ekmek bulamaz. Allah bunu nasıl bir mekanizmayla ayarlamış? İnsanlar belirli bir ortalama yaştan uzun yaşayamaz. Bu neyle sağlanır? Bakteri yaratmış Allah. Siz buna karşı ilaçlar, antibiyotikler buluyorsunuz öldürüyorsunuz. Bu sefer bakteriler bu dengeyi koruyabilmek için direnç geliştiriyor. Allah neden virüsleri yaratmış? Hiçbir işe yaramıyorlar, canlı değiller. Sırf insanları öldürüyorlar. Neden yaratmış? Çünkü insanların belirli bir sayının üzerinde çoğalamaması gerekir. Yoksa kimse yaşayamaz. Çiçek hastalığı çıkıyor ona bir aşı buluyorsunuz… Sonra başka bir virüs çıkıyor onu tedavi ediyorsunuz…”
Kendimizin muhtaç olduğu sağlık malzemeleri gerçeği ortada iken, birçok yabancı ülkeye yardımda bulunmak neyin nesi anlamak mümkün değil. Hani bir tekerlememiz var, “Kendisi himmete muhtaç dede, nerde kaldı gayriye himmet ede!” diye, tam da bu duruma düşmüşüz. Daha da vahimi Barzani denen bölücü de bu yardım listesinde yer almış. Hayret doğrusu. 2003’de Irak’ın işgali sonrasında sınırımıza 20-30 kilometre mesafede PKK’ya 5-6 terör üssü veren bu Barzani değil mi? Aradan geçen 17 yılda bu üslerden ülkemize sızan hain PKK’lı teröristler, binlere varan asker, polis, köy korucusu ve vatandaşımızı şehit etmedi mi? Uluslararası hukuka göre Türkiye’nin müdahale hakkını kullanmasına karşı çıkan, bu konuda ABD emperyalisti ile anlaşan bu kişi değil mi? Son olarak, dün, perşembe günü “Haftanin”den şehit iki askerimizin cenazesi gelmedi mi? Yöneticilerimizin, dost-düşman ayırmadan Türk milletinin kesesinden yaptığı bu yardımın manasını açıklamak gibi bir sorumluluğu yok mu?
Hâsılı, dert bir değil ki? Yine de derman arayalım.