Yükleniyor...
Dünya üzerinde, yaşadığı ortama en iyi uyum sağlayan, her durumda hayatta kalmanın yollarını bulan canlıları listelemeye kalksak, hemen herkes ilk sıraya insanı yerleştirir. Ancak bu listede bizimle aşık atabilecek önemli bir rakibimiz var: Bir canlı bile sayılamayan virüsler! Virüsler canlı bir hücreye girmedikleri takdirde canlılık özelliği göstermeyen garip varlıklardır. Bu nedenle canlı mı cansız mı olduğu hâlâ tartışmalıdır. Basit yapılı bakterilerden, bitki, hayvan, insan gibi gelişmiş canlıların vücutlarına kadar çok geniş bir yaşam alanına sahip virüsler, yaşama tutunma konusunda ustadırlar. Canlı bir hücreye girdiklerinde, sanki canlılık özelliği göstermedikleri zamanların acısını çıkarıyorlarmış gibi, hızla çoğalmaya başlarlar. Konakladıkları canlının onlara karşı başlattığı savaş sonucunda mağlup olsalar bile, konaklarını iyi tanıyıp, savaş taktiklerini iyi değerlendirip yeniden silahlanarak, daha güçlü bir şekilde tekrar saldırmak için cansızlıklarına geri dönerler ve âdeta fırsat kollarlar. Koronavirüsün sebep olduğu, 2020 yılının mart ayından beri yaşadığımız küresel salgın süreci de virüslerin bu yönünü gözler önüne serdi.
Gözümüzle göremediğimiz, yarı canlı bu varlıklar, dünyayı hiç alışık olmadığı bir düzene mahkûm etti. Okullar, işletmeler, iş yerleri kapandı, seyahatler kısıtlandı. İnsanlar en yakınlarından bile uzak durmak zorunda kaldı. Eğitim, toplantılar, çalıştaylar, sanal ortama taşındı. Bunlara zaten uzak değildik ama artık hayatımızın ayrılmaz bir parçası.
Dünyanın birçok yerinde birçok insan, görünmez bir varlığın tüm bunlara neden olabileceğine inanmadı ya da virüsün, bu yeni düzenin kurulması için bazı güçler tarafından maksatlı bir şekilde yayıldığına inandı. Güçlü bir rivayete göre Çin, virüsü laboratuvarda üretmiş ve dünyaya salmış. Bu rivayet güçlü; çünkü virüsün ortaya çıktığı Wuhan kentinde bir viroloji laboratuvarı var ve yıllardır koronavirüs üzerinde çalışıyorlar[1]. Virüsleri araştırmak için kurulan bir laboratuvarda koronavirüs bulunması ne kadar ilginç! Bir başka güçlü delil, Çin’in, salgın bir yılını doldurmadan rahatlamış, eski düzenine dönmüş olması. Galiba yeni dünya düzenini tasarlarken kendisi eskide kalmaya karar verdi?!
Bu rivayeti güçlendiren bir başka durumu Musa Uçan geçtiğimiz günlerde MİSAK’ta yayımlanan yazısında dile getirdi. Bu yazıda Dünya Sağlık Örgütü başkanının Çin ile ilişkisi ve geçmişi ile ilgili bilgiler yer alıyor. İnsan sağlığı konusunda en yetkin uluslararası kuruluşun başında, salgının sorumlusu olarak görülen Çin’le ilişkileri olan, geçmişi karanlık birinin bulunması tabii ki kafalardaki soru işaretlerini büyütüyor. Bu tip kurumların başında, geçmişi kirli ve karanlık kişilerin bulunması, en güvenilmesi gereken zamanlarda kuruma olan güveni zedeliyor. Ülkemizde de Türk Tabipler Birliği’nin güvenilirliği bu nedenle tartışmalıdır.
Ortada bir komplo teorisi varsa insanlar üçe ayrılır: Olağanüstü planlar yapan ve her şeyin sorumlusu olanlar, bu sorumlular arasındaki girift ilişkiler ağını çözen ve planları görenler, bu planları göremeyen ve her şeyden habersiz yaşayan zavallılar. İnsanların gruplara ayrıldığı durumlarda da, birinin diğerine kendi fikrini kabul ettirmesi imkansıza yakındır. Ancak gerçekler, birilerinin inanması beklentisinde değildir.
Canlıların yaşam mücadelesinin bir sonucu olan salgının ortaya çıkışında sorumlu aramak çok doğru değil. Ama salgının büyüyerek pandemi hâline gelmesinin sorumlusu gözümüzün önündedir: Her konuda olduğu gibi bilgileri gizleyen, virüsü duyuran doktorları hapseden Çin. Salgının pandemiye dönüşmesinden çok kısa süre sonra Çin’de hayatın normale dönmesi de… Çin’de salgının kısa sürede bitmesi, eğlence partileri düzenlenmesi gibi durumlar, sağlam bir kanıt olarak, salgın hakkındaki komplo teorilerini, besliyor. Ancak bu konuda unutulan birkaç şey var.
Çin her konuda gaddar politikalar uyguluyor, insan hakları vs. umurunda değil ve ekonomisi güçlü. Avrupa ve Amerika’da birçok ülkede insanlar, salgın dolayısıyla getirilen kısıtlamalara karşı eylemler düzenlediler. Aynı tarihlerde Çin, vatandaşlarını dronlar ile kovalıyor, evlerinde kalmaya zorluyordu. Katı uygulamalarla koca şehirleri karantinaya aldı. Hastaları tespit etti, onları izole etti. Sonrasında sert önlemlerle insanların kurallara uymalarını sağladı. Ülke dışından gelen kargolara bile koronavirüs testi yaptılar[2]. Bir bölgedeki tüm hastaları, dolayısıyla bulaştırıcıları belirleyip, izole ederseniz hâliyle virüsün yayılmasını önleyebilirsiniz.
Dünya, ekonomik olarak çarkları durduramayacak durumda olduğu ya da durdurmak istemediği için yayılımı kontrol edemezken Çin, üretimi durdurmayı göze alarak salgını kendi ülkesinde kısa sürede kontrol altına alabildi. Dünya hâlâ salgınla boğuşurken, alay edercesine maskesiz parti pozlarını yaydı.
Unutulan bir diğer konu da virüslerin, girişte de bahsettiğimiz doğal yapıları: Hızlı çoğalıyorlar, istilacı, yenilikçi ve kararlılar. Dolayısıyla böyle bir salgının gerçekleşmesi için büyük planlar yapmaya gerek yoktur. Doğal seyriyle insanlara hayatı zehir edebilir. Ancak tabii böyle bir salgın ortaya çıktığında bunun sonuçlarından, siyasi, ekonomik, stratejik olarak faydalanmak mümkün. Görünen o ki; Çin de, salgını başta gizleyerek, dünyaya yayılmasına izin vermiş, sonrasında kendi içinde kontrol altına almış işine gücüne bakarken, bir yandan da her ülkenin televizyonlarında, gazetelerinde salgın konusunda ne kadar başarılı olduklarıyla ilgili haberler yaptırmış, imajını düzeltmeye çalışmıştır. Yani salgın birtakım amaçlar için planlanmış değildir ama salgının sonuçlarından yararlanılmaktadır. Salgın hakkındaki komplo teorileri de Çin’in baş etmesi zor büyük bir devlet olduğu düşüncesinin gelişmesine yol açarak ekmeğine yağ sürecektir.
[1] http://english.whiov.cas.cn/About_Us2016/History2016/8741
[2] https://www.indyturk.com/node/285771/türki̇yeden-sesler/10-soruda-çinde-salgının-son-durumu