Yükleniyor...
Toplumu oluşturan katmanlardaki farklı özellik ve nitelikteki dar alanda derinleşenler ile sığ alanda debelenenlerin farklı dünyaları vardır. Bu farklı dünyalar arasında siyaset, aracı bir durumda ve faydacı bir konumdadır. Siyaset dar alanda derinleşenlere, kapalı ortamlarda ve sığ alanda debelenenlere meydanlarda aracılık ve sözcülük eder. Dar alanda derinleşenlerin hayatın genel akışına karşı çıkmaları zor. Onlar ya kendi alanlarına sığınırlar ya da orada olmayı yeğlerler. Sığ alanda debelenenler çoğunluğu oluştururlar. Hayatın içinde olanlardır ve demokrasilerde ana akım siyasetin dayandığı kesimdir.
Bu paradoksal döngü siyasetin işine yarar. Siyaset iki kesim arasındaki mesafe ve gerginlik üzerinden yürür. Paradoksal döngünün kırıldığı dönemler toplumların şaha kalktığı dönemlerdir. Tarihimizde örneği çoktur; aslında medeniyet tarihi de bir yönüyle budur.
Meramımıza açıklık getirmek bakımından ifadelerimizi biraz dramatize etmemiz, abartmamız umarız hoş görülür.
Dar alanda derinleşenler hayatın genişliğine, çeşitliliğine farklılığına fazlaca takılmadan kendi oluşturdukları dar alanda derinleştikçe derinleşirler; kendi derinliklerinde adeta kaybolurlar. Herkes kendi işini iyi yaparsa toplum iyi olur veya herkes kendi evinin önünü temizlerse şehir temiz olur misali kendilerini alanlarına, işlerine, mesleklerine verirler. Ancak çeşitli iş ve meslekler arası ilişkiler ile şehrin ortak alanlarının temizliği, bakımı, imarı gibi siyasete ihtiyaç duyulan durumları göz ardı ederler. Ya da siyasette tutunamazlar.
Ne var ki dar alanda derinleşenlerin maddi, manevi, fikrî üretimleri toplumları giderek artan oranda etkiler, toplumlara kültürel zenginlik katar ve sığ alanda debelenenlerin görüş alanlarını genişletir ve hayat standartlarını yükseltir.
Toplumlarda kalkınma ve gelişmenin dinamiği; sığ ve geniş alanlarda debelenenlerin kütle enerjisine dayansa da bu enerjiyi harekete çevirenler dar alanlarda derinleşenler arasından çıkar. İdeolog, düşünür, aydın, bilim insanı, sanatçı, teknokrat, kanaat önderi… dediğimiz insanların fikrî, siyasi, sosyal, kültürel ve hatta ideolojik olarak ateşleyici, başlatıcı özelliği vardır. Bir bakıma maya, enzim, hormon gibi.
Dar alanda derinleşenler ile sığ alanda debelenenlerin ortak yüzü aydınlardır.
Dar alanda derinleşenler bazen de daha uygun gördükleri ortamlara, yani gelişmiş ülkelere giderler. Gündelik siyasetle (politics) ilgilenmezler; uzun vadeli siyaset (policy) önerileri de geliştirmezler veya geliştirseler bile siyasetçe dikkate alınmaz.
Özellikle ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İsviçre gibi gelişmiş ülkelerde karşılaştığımız bilim insanları, akademisyenler, diplomatlar, düşünürler, aydınlar arasında Gelişme Yolundaki Ülkelerden (GYÜ) gelenlerin çok oluşu kafaya takılmayacak gibi değil. Herkesçe bilinen “beyin göçü”!
Çoğu Hindistan, Pakistan, Mısır ve Güney Amerika kökenli bu insanların kendileri ile ülkelerinin mütenasip olmayan durumu konuyu sistematik olarak düşünüp incelemesek de hep aklımıza takılmıştır. Bu insanlar kendi ülkelerinde uygun ortam bulsalardı nasıl olurdu? Gazi Yaşargil, Oktay Sinanoğlu ve yüzlercesi yanında Aziz Sancar örnekleri, konunun en temel ortak dayanaklarını düşünme ihtiyacını doğurdu. Bu seçkin insanların her birinin farklı hikâyeleri ve sebepleri olsa da; ortak sebepleri arasında mutlaka siyasetle ve siyasi ortamla ilgili yanlar vardır. Üzerinde yoğunlaşacağımız da bu yöndür.
Dar alanda derinleşme temayülü toplumlardaki kapalı sosyal gruplarda da çok güçlü ve derindir. Ülkemizdeki tasavvuf, tarikat ve cemaat yapıları gibi. Sosyo-kültürel bakımdan bu yapıların toplumda bir işlevi olduğu varsayılsa da genellikle tutucu, muhafazakâr yapılar olarak işlev görürüler. Ne bilimde, ne teknolojide ne ekonomide ne sağlık ve güvenlikte ne de toplumsal kalkınmada olumlu katkıları olmuştur.
Sosyal medya aracılığıyla daha fark edilir hâle gelen dar alanda derinleşenlerden bilinen bazı isimlerin kendi alanları dışındaki konularda ne kadar sığ, yüzeysel ve hatta yanılgı içinde olduklarını fark etmek olgunluk, idrak, muhakeme, sağduyu ile eğitim seviyesinin aynıyla örtüşmeyebileceğini düşündürüyor. Kısaca her dar alanda derinleşen aydın olamıyor.
Sığ alanda debeleneler kendi dünyalarında, kendi işinde gücünde ve kendi sorunlarıyla meşgul. Derinleşme kapasitelerini çeşitli sebepler sınırlandırmıştır. Ancak çoğunluk olmaları, toplumsal kütle etkisine sahip olmaları demokratik ülkelerde siyaseti bu kesim üzerine yoğunlaştırır.
Sığ alanda debelenenler arsında aydın olmasa bile arif olanların varlığı âdeta bir toplumsal güvenlik mekanizmasıdır.
Demokratik ülkelerde ana akım siyasi partiler dar alanda derinleşenlerden ziyade büyük seçmen kitlesinin yoğunlaştığı ortalamaya hitap ederler. Bunların çoğu zaten sığ alanda debelenenlerdir. İktidarı belirleyen seçmen çoğunluğu bu aradadır. Türkiye gibi “geniş muhafazakâr kitleye” (muhafazakârlık sadece dinî anlamda değil) sahip ülkelerde bu ortalamada belli oranda taban tuttuktan sonra kenar ve uçlardan da ilave onaylar ararlar. Sık sık kamuoyu yoklamaları ile belli zaman dilimlerindeki gidişat, eğilim takip edilir. Toplumdaki algı, intiba, kanaat ve izlenen siyasetin yansımalarını anlamaya çalışıp genellikle popülist söylem değişikliğine giderler. Aynı siyasi liderin aynı konuda farklı zamanlarda farklı söylemleri bunun somut örneğidir.
Bilinen bu döngüyü ifade etmemizin sebebi; demokratik ülkelerde, demokrasilerde işte bu iki farklı kesim arasında popüler siyasetin işine gelen paradoksal duruma dikkat çekmektir.
Nitelikli siyaset, bilim, kültür, sanat insanları; aydınlar, düşünürler ile bunları temsil eden kurum ve kuruluşlar genel olarak sistematik ve stratejik düşünürler. Akademik kurumlar, meslek odaları, düşünce kuruluşları ile devletin bazı kurumları bu kapsamda sayılabilir. Bu kurumların kestirimleri konuya göre değişmekle birlikte ve konunun tabiatı icabı genellikle 4-5 yıllık siyasi iktidar dönemini aşar. Hâlbuki ana akım siyasi partiler genellikle pragmatist ve fırsatçıdırlar ve siyaseti bir iktidar dönemi (4-5 yıl) için tasarlarlar. İdeolojik veya uç siyasi partileri bunun dışında görebiliriz.
Maksadımız herhangi bir siyasi parti veya liderliğinin analizi değildir. Birkaçı dışında tüm siyasi partiler bu ülkenin farklı siyasi yapılarıdır. Hatta niyetini, fikrini, tavrını ve siyasetini asla tasvip etmesek ve tehlikeli bulsak da o birkaçı bile resmen ve hukuken bu ülkenin anayasal siyasi partileridir. İşaret etmek istediğimiz husus ülkenin insan kaynağı kapasitesinin siyasetçilerce azami düzeyde harekete geçirilebilmesidir.
Gündelik siyasetin (politics) söylemi görünürde daha fazla sığ alanda debelenenlerledir. Çünkü onlar daha kalabalık, yönlendirilebilir, kontrol edilebilir ve sonuç almaya yatkındırlar. İkna edilmeye değer durumdadırlar. Siyasetin sığ alanda debelenenler bakımından çok güçlü araçları vardır: Millî ve dinî duyguları dürtükleme ve hamasi söylemler. Örneğin; “Ezan susmayacak bayrak inmeyecek”, ezenler-ezilenler sloganları, “yatağa tek bir çocuk aç girmeyecek”, “Ömer adaleti”, etnik hassasiyetler ve tarihsel hasımlıklar vd.
Geniş orta kesim sığ alanda debelenme içinde. İdeolojik yapılar zaten ideolojik bağnazlık ve körlük içindedirler ve bu ayrı bir sığlıktır.
Sosyal medya sığ alanının yüzü, sunucusu, sözcüsü, sesi ve anlık tepki sahnesidir. Ana akım yazılı ve görsel medya da siyasetin araçları durumunda. Sığ alanda debelenenler tabi ki toplumun temel sorunları ve uzun vadeli çıkarları bakımından köklü ve kalıcı çözümler üretemez. İsteğini, dileğini, tavrını ve tepkisini ortaya koyar. Ancak fırsatçı ve faydacı siyaset için geniş imkânlar sunar.
Gündelikçi taktik siyaset genelde dar alanda derinleşenlerle değil sığ alanda debelenenlerle yol alır.
Bu döngünün kırılma ve doğrulma dönemleri ise toplumların tarihinde istisnai dönemler olarak yer alır. Her seçim dönemi sonunda veya her çeyrek asırda bir Atatürk çıkmaz. Çıksa da toplum taşıyamaz. Yani birçok bileşenin bir arada uyumu için çok büyük ve güçlü bir ortak enerji gerekir. Toplumlarda böylesi belirleyici ortak büyük enerji kolayca oluşmaz.
Ancak Türk milleti uzun tarihi boyunca bu potansiyele sahip olagelmiştir. Hâlen de sahip olduğunun tüm belirtileri mevcuttur. Kişisel öngörümüz Türkiye’nin önümüzdeki 2023 ve sonrasındaki seçimden sonra yani 8-10 yıl içinde bir ivme yakalayacağı yönündedir. Çünkü gerekli toplumsal enerji yoğunlaşmasının tüm belirtileri var.
En gelişmiş, en ideal sistem olsa da demokrasilerin çok dar boğazları vardır. Her seçmenin sadece bir oyu vardır. Seçmen siyasi partileri ekonomi, güvenlik, sağlık, eğitim, hukuk, dış ilişkiler, ahlak, inanç, ideoloji… gibi onlarca ölçü ile değerlendirir. Seçmen seçim sürecinde tüm ölçülere uygun bir siyasi parti göremez. Ancak öncelediği ve önemsediği birkaç ölçüye göre birine “evet” der. Yani her seçmenin sadece bir oyu vardır ve tüm ölçülerine uygun olmasa bile sadece birini seçmek durumundadır. Bu durumda da Türkiye’de ortalama seçmenin hangi tarafa yüklendiği belli. İktidarın kendi seçmen tabanını tahkime çalışması iki büyük muhalefet partisinin de merkeze, çoğunluğa yönelik söylemler içine girmesi bu yüzdendir.
Sığ alanda debelenenlerin çokluğu, toplumun bu kesiminin daha gündelik sorunlar içinde oluşu iş, sağlık, eğitim, refah beklentileri siyasetin de işine gelir. Bu kesim kolay ulaşılabilir durumdadır ve bu kesimin sorunları göreceli olarak daha kolay çözülebilir niteliktedir. Dolayısıyla ana akım siyaset bu kesime yaslanır.
Seçmenler içinde futbol takımı taraftarlığı düzeyinde gelenekselleşmiş, durgun, kemikleşmiş bir taraftarlık da söz konusudur.
Sosyolojik ve teknolojik gelişmelerle demokrasilerdeki bu dar boğazın kısmen aşılacağı söylenebilir. Bir seçmen 100 birimlik bir oyunu çeşitli siyasi partilerin kendince önemli gördüğü yaklaşımına göre belli oranda dağıtabilir: %40 A, %30 B, % 15 C, % 10 D, %5 E partileri gibi. Cenevre’de dört yıl boyunca sayısız referandum yapılmasını önceleri tuhaf bulsak da kendi yapıları içinde geliştirdikleri demokratik bir sistem olduğu sonucuna vardık. Genel olarak katılım oranı çok düşük olsa da toplumun tepkisini yansıtması bakımından değerlidir. Daha büyük demokratik ülkelerde kamuoyu yoklamaları da benzer amaçlarla yapılıyor.
Bilim, siyaset, inanç, felsefe, sanat insanlarının kendi alanlarında giderek derinleşmeleri doğal olarak alanları ile sınırlanır. Bu dar alanda derinleşme fenomeni ancak kurumsal sistem ve yapılarla ve yüksek kültürel düzeyle aşılabilir. Yani farklı dar ve derin alanları birbiriyle irtibatlandıran, ortaya büyük bir toplumsal enerji çıkaran ve bunu toplumsal gelişmeye çeviren kurumlar ve yapılar… Ülkedeki birçok veri, bilgi ve işlem sistemlerini birbirine bağlayan ortak bilgisayar iletişim ve işlem sistemleri; yani “e-devlet” sistemi gibi. Ancak neresinden bakarsanız bakın bunları toplum hayatına yasal ve yapısal bakımdan tercüme edecek olan da aydınlar ve siyasettir.
Oysa GYÜ’lerde siyaset kısa vadeli, fırsatçı, menfaatçi, popülist ve faydacıdır. Türkiye’de son 80 yıldır birkaç defa örneğini gördüğümüz gibi bir siyasi parti, ikinci veya üçüncü iktidar döneminden sonra kokuşmaya ve çürümeye başlıyor. Toplumdaki bağlar ve yapılar da çürümeye başlıyor.
Şimdilik siyaset teknisyenimiz çok, siyaset dehamız yok. Ancak tek çiçekle de bahar gelmiş olmuyor. Mevsimlerin kendi doğal döngüleri gibi toplum hayatında siyasetin de döngüleri var. En azından, düzenli olmasa da, Türk tarihi böyledir. Türkler tarih boyunca farklı aralıklarla zamanının en güçlü devlet ve toplum yapılarını oluşturmuşlardır.
Dar alanda derinleşenlerden bazılarının kendi alanları dışında sığ kalabildiklerini; sığ alanda debelenenlerden bazılarının da güçlü sağduyuya, muhakemeye sahip olabildiklerini görmekteyiz. Buna kısaca irfan diyoruz.
Dar alanda derinleşenler ile sığ ve geniş alanda debelenenler arasında bir ortak temas alanı oluşturacak olanlar aydınlar ve siyasetçilerdir. Bu bakımdan siyaset toplum hayatında hayati önemde ciddi ve değerli bir iştir. Uzun vadeli siyaset akıllarının kesiştiği alan da bu alandır. Hâlihazırdaki siyaset ve siyasetçilerce baskılansa da kanaatimiz toplum dinamiklerinin böylesi siyasete ve siyasetçilere 8-10 yıllık bir dönemde alan açacağıdır.
Son iki yılda yazdığımız siyasi taşlama şiirleri bir kitap dolduracak kadar olsa da siyaset önemli ve belirleyicidir. Taşlamalarımız zaten siyaseti ciddiye aldığımızdan; olması gerekenle olan arasındaki uzaklığa duyduğumuz tepkidendir.
Öngörümüzün Türkiye’de geçmişte denenmiş “toplum ve siyaset mühendisliği” olarak adlandırılan organizasyonlarla ilgisi yoktur.
Son bir yıl içinde yaşadığımız sel felaketi duruma doğadan bir örnektir. Sel giderek büyüyen bir enerjidir ve bir şekilde boşalır. Sel kendi yolunu buldu ve denize aktı ama akarken yapıları yıktı canları yaktı. Siyaset bundan ders çıkarmalı! Toplumsal enerji de böyle; olumlu veya olumsuz biriken enerjiyi toplumun genel iyiliği için kullanabilme araçlarından biridir siyaset. Arada geçecek süre toplumsal, siyasal bir oturma, durulma, demlenme ve hazırlık dönemi olacaktır.