Yükleniyor...
Batı dünyası sözde Ermeni soykırımına gözü kapalı destek vermektedir. Bunların başında Avrupa Parlamentosu gelmektedir. Avrupa Parlamentosu’nun tavsiye kararı niteliğinde olan 2019-2020 Yılı Türkiye Raporu, AP Genel Kurulu’nda 64’e karşı 480 üyenin oyuyla kabul edilmiştir. Raporda Avrupa Birliği’nden Türkiye ile üyelik müzakerelerini askıya alması istenirken, Ankara’ya da sözde Ermeni soykırımını tanıması çağrısı yapılmıştır. Cahil, ya da peşin yargılı 480 parlamentere TBMM Başkanı’nın cevap vermesi gerektiğini düşündüğüm için aşağıdaki mesajı kendisine gönderdim. Fakat maalesef bir cevap alamadım. Herhalde sayın Başkan çok yoğun olduğu için okuma fırsatı olmadı.
“20.05.2021
TBMM Başkanı sayın Mustafa Şentop
Ankara
Sayın Başkanım,
Avrupa Parlamentosu’nun tavsiye kararı niteliğinde olan 2019-2020 Yılı Türkiye Raporu, AP Genel Kurulu’nda 64’e karşı 480 üyenin oyuyla kabul edilmiştir. Rapor’da Avrupa Birliği’nden “Türkiye ile üyelik müzakerelerini askıya alması” istenirken, Ankara’ya sözde Ermeni soykırımını tanıması çağrısı yapılmıştır. Bir mahkeme kararı varmış ve de sanki Türkiye bunu tanımıyormuş gibi cahil 480 parlamentere sizin bu durumu açıklayan bir mektup göndermeniz gerektiğini düşünüyorum. Tıpkı TBMM’deki dört siyasi partinin TBMM Başkanı önerisiyle Fransa Senatosu’nun Yukarı Karabağ kararına ilişkin yayınladığı bildiri gibi. “Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partiler olarak Avrupa Parlamentosu’nun uluslararası hukuka aykırı bir şekilde kabul ettiği karan en güçlü şekilde kınıyoruz. Avrupa Parlamentosu görmezden gelse de Türkiye Cumhuriyeti’nin soykırım yaptığına ilişkin uluslararası bir mahkeme kararı yoktur.”
Ermeni tehciri soykırım değildir. Tehcir ile soykırımı karıştırdığınızda bu durumda 93 harbinden sonra Osmanlı’nın Avrupa kıtasındaki topraklarından Anadolu’ya zorla göç ettirilen, tehcire uğrayan Türkler de soykırıma uğramış olurlar. Bu durumda Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, eski Yugoslavya ve Kırım Türklerini Kırım’dan tehcire zorlayan Rusya, Türklere karşı soykırım yapmıştır.
Biden ve AP soykırımı tanı çağrısında bulunmadan önce Kanada Ermenilerinin Horizon haftalık gazetesi genel yayın yönetmeni Vahakn Karakachian’a konuşan Kilikya Katolikosu I. Aram, 29 Nisan 2020 tarihinde “Ermeni soykırımı demek sadece kınama değil, tazminat talebi de demektir” açıklamasında bulunmuştur. Katolikos, Doğu Hıristiyanlığı geleneğine bağlı bazı kiliselerde kilisenin başında bulunan kişi için kullanılan unvandır. I. Aram, “Geçtiğimiz yıllarda Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun) Partisi Hay Dat (Ermeni Davası) komisyonlarının sürdürdükleri çalışmalar sayesinde onlarca devlet ile hükümet Ermeni soykırımını tanıdı. Bu tanıma, yoğun çalışmalar neticesi oldu. Dolayısıyla tazminat talep ettiğimizi de dile getirmemiz gerekir” demişti.[1]
Birinci Aram’ın 24 Nisan 2020 tarihindeki açıklaması da şöyledir: “1915’te Osmanlı Devleti’nin Ermenilere karşı işlediği suç, 20. yüzyılın ilk soykırımıydı. Dünya Ermenileri, 24 Nisan’da Ermeni Soykırımı’nın 105. yıldönümünü anıyor. Yaklaşık 3 düzine ülke Ermeni Soykırımı’nı tanıdı ve kınadı.”[2]
Geçmişte 1933 yılında Nazilerin yakmaya başladıkları kitapların yazarı Yahudi kökenli Stefan Zweig’ın “Akıl ve siyaset nadiren aynı yolda buluşur” sözü günümüzde Ermeniler için geçerliliğini koruduğu sürece, sözde Ermeni soykırımı gündemden düşmeyecektir. Mark Twain’e ait olduğu söylenen “Gerçek Ayakkabılarını Giymeden, Yalan Dünyayı Üç Kez Dolaşır” sözü gündemde kaldığı sürece bu yalan gündemde kalmaya devam edecektir. Bunun için Türkiye 14 Haziran’ı beklemeden önlem almalıdır.
Erivan Belediyesi’nin çöp konteynerlerini Türkiye ve Azerbaycan bayrakları rengine boyaması Ermenilerin nasıl bir seviyesizlik içinde olduklarının ispatıdır. Bu fotoğrafın sözde Ermeni soykırımını kabul eden ülkelerin parlamentolarına gönderilmesinde fayda vardır. ASİMDER Genel Başkanı Göksel Gülbey’den tepki gelmiştir ama bu yeterli değildir.
Şimdi sormak gerekir. Erivan’da sözde Ermeni soykırım anıtını ziyaret eden Türk vatandaşları bu eyleme neden tepki göstermiyorlar? Türk milleti, hiçbir zaman Ermeni bayrağını ilk okul çocuklarının ayaklarının altına serip üzerinden geçmelerine izin vermemiştir.
Büyük önder Atatürk, her tarafı çiçeklerle bezenmiş bir otomobil ile Karşıyaka’ya gidip köşke girmiş. Bir de ne görsün! Mermer merdivenlerde yere serilmiş kocaman bir Yunan bayrağı. Gazi sormuş: Nedir bu? Halk anlatmış: Yunan Kralı bu eve girerken bu basamaklarda Türk bayrağını çiğnemişti, Paşam! Gazi kaşlarını çatmış ve demiş ki: Hata etmiş! Ben bu hatayı tekrar edemem. Bayrak bir milletin şerefidir, ne olursa olsun yerlere serilmez ve çiğnenmez, kaldırınız! Atatürk ne demiş, Ermeniler ne yapmış!.
Diaspora Ermenilerinin Türklere ve Türkiye’ye düşmanlıkları kanlarında vardır. Bu zehir yok edilmedikçe Türkiye Ermenistan ilişkilerinin düzelmesi mümkün değildir. Eğer sözde soykırım işi ciddiye almazsak, bizim nesil ve bizden sonraki nesiller yapılmayan ve uluslararası hukuk açısından olmayan bir soykırımı yapmakla suçlanacaktır. Bu konuda kimsenin şüphesi olmasın. Şu da hiç unutulmasın. Bosna soykırımı: “Çocukları küçük kurşunla mı öldürürler anne.”
Bu konuda sayın Demirmen’in görüşlerine katılıyorum:
“Ermeni sorununda her şeyden önce durumun ciddiyetinin altını çizmek gerekir. Hükümetin bu noktada bugüne değin çok pasif kaldığı ve dolayısıyla asılsız sözde Ermeni soykırımı suçlamalarının çok büyük bir boyuta ulaştığı bir gerçek. Günümüzde 32 ülke (aslında 41 ülke) sözde Ermeni soykırımını şu veya bu şekilde tanıdı; tanımaların büyük çoğunluğu AKP döneminde oldu. 1960’lardan bu yana yabancı meclis, yönetim, eyalet, şehir kararları da hesaba katılırsa ‘soykırım’ı tanıma sayısı dünya çapında yaklaşık 200. ABD’de 49 eyaletin aldığı kararlar da bu rakama dâhil. Bu bilanço Türk ulusu ve Türk geçmişinin haksız olarak yabancı kamuoyunda çok iğrenç bir suçla lekelendiğine işaret ediyor. Türk ulusu ve Türklük bir kuşatma altında. Dahası, ‘soykırım’ın tanınması hususundaki ‘başarısını’ daha da ileriye götürmeyi amaçlayan Ermeni tarafı, ek olarak Sevr Antlaşması çerçevesinde tazminat ve toprak istemlerini dayatmaya çalışmaktadır. Tazminat talepleri 2019 yılı sonlarında ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosu’nda alınan ‘soykırım’ kararları ve onu izleyen gelişmeler Türkiye için büyük mali külfet riski taşımaktadır. Kongre’de alınan kararlar her ne kadar Başkan Trump tarafından imzalanmamış ve yasal bir mevzuat doğmadıysa da önümüzdeki Kasım ayı seçimlerinden sonra durumun nasıl gelişeceği belirsiz. Demokrat partinin başkan adayı Joe Biden Kongre kararlarından sonra başkan olursa ‘soykırım’ı tanıyacağını açıkça dile getirdi. Böyle bir gelişme Ermeni lobisini ABD federal mahkemelerinde Türkiye aleyhine bireysel ya da toplu tazminat davaları açmaya, gerekirse ABD Yüksek Mahkemesi’ne başvurmaya cesaretlendirecektir.”
Fransa ve ABD başta olmak üzere bazı Avrupa Birliği ülkelerinde sözde Ermeni soykırımını gündeme getirenler Hocalı’da Ermenilerin yaptıkları katliamı görmezden gelmektedirler. Sovyetler Birliği dağılıp, Ermenistan ve Azerbaycan Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Ermenilerin Türklere yönelik saldırıları artmıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütü, New York Times Gazetesi ile Times dergisine göre Rus 366. Motorize Piyade Alayı’nın desteğini alan Ermeniler, yüzlerce Azeri Türkünü katletmişlerdir. AVİM’de 23 Şubat 2017 tarihinde konferans veren Rus bilim insanı Olog Kuznetsov bu katliamı insanlığa yönelik terörist bir savaş olarak nitelemiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 22 Nisan 2010 tarihli kararında, Hocalı’da yaşananlar savaş suçları veya insanlık aleyhine suçlarla eşdeğer eylemler olarak görülmüştür ama bu konuda bir karar alınmamıştır. Hocalı’daki katliam; 1949 Cenevre Sözleşmeleri, Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme, Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi çok sayıda sözleşmenin ciddi ihlali olmasına rağmen ve de Türkiye 1915 yılındaki Ermeni tehciri sebebiyle sözde Ermeni soykırımı ile suçlanırken, uluslararası arenada Ermenistan ile ilgili adım atılmaması bir çifte standarttır.
Azeri kaynaklar Birleşmiş Milletler’in karar alamamasını, Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’nin bağlayıcı herhangi bir karar almasını engellemesine bağlamaktadırlar. Fakat 1993 yılında BM Genel Kurulu Ermenistan’ı kınamış, BM Güvenlik Konseyi de 822 sayılı Karar’la, Ermenistan’dan işgal ettiği Azerbaycan topraklarını terk etmesini istemiştir ama son Karabağ zaferinden sonra bunun önemi kalmamıştır. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmî açıklamasına göre 1992 yılının 25 Şubatını 26 Şubata bağlayan gece Hocalı kasabasında 83 çocuk, 106 kadın ve 70’ten fazla yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 Azerbaycan Türkü katledilmiş, 487 kişi bu saldırıda ağır yaralanmış, 1275 kişi rehin alınmış, 150 kişi kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, başlarının kesildiği görülmüştür.
“Arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakikadan sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğu için hümanist idim, buna rağmen Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizm mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.”
Avrupa Konseyi Parlamenterler Konseyi’nin 31 üyesi tarafından (12 Türkiye, 8 Azerbaycan, 3 İngiltere, 2 Arnavutluk, 1 Bulgaristan, 1 Lüksemburg, 1 Yugoslavya, 1 Makedonya, 1 Norveç, 1 Polonya) imzalanan, “Ermeniler tüm Hocalıları öldürdüler ve tüm şehri harap ettiler” ifadesinin yer aldığı ve 19’ncu yüzyılın başlarından bu yana Ermeniler tarafından Azerilere karşı işlenen katliamları soykırım olarak tanımaya adım atılması gerektiğini belirten 324 Numaralı Bildiri yayınlanmıştır ama bunun bir yaptırımı olmamıştır.[3]
Türkiye Azerbaycan Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Bilal Dündar, Hocalı katliamına ilişkin şu yorumu yapmıştır: “Tarihte bu şekilde bir soykırım, bu şekilde bir katliam Hitler ve Mussolini döneminde dahi olmadı.” AA muhabirine yaptığı açıklamada, 26 Şubat 1992’de Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sinin Rusların desteğiyle Ermeniler tarafından işgal edildiğini, bunun Türk ve Azerbaycan tarihinde unutulmaması gereken acılarla dolu bir tarih olduğuna dikkat çekmiştir. Uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarına göre, Ermeni güçlerinin Sovyet Rus ordusunun da desteğini alarak düzenlediği saldırıda, 613 Azerbaycan Türkü katledilmiş, 150 esirden bir daha hiç haber alınamamıştır. Ermenistan ise esirlerin akıbetiyle ilgili bugüne kadar herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.
Şimdilerde güney komşumuz olan Rusya ile ilişiklerimiz kağıt üzerinde iyi görünse de Rusya’dan asla dost olmaz. Rus Çarlığı ile Osmanlı arasında 500 yılı aşkın ilişkilerde gerçekleşen 11 savaşın sadece 4’ünde Osmanlılar galip gelebilmiş, yedi savaş ağır mağlubiyetle sonuçlanmıştır. Ayastefanos Anlaşması’nın getirdiği Ermeni ıslahatı sorunu ve Batılı güçlerin vermiş olduğu destekler sayesinde ayrılıkçı Ermeni komiteleri, faaliyetleriyle Anadolu, Rusya ve İran’daki Ermenilerle birleşerek federatif bir Ermenistan kurmanın peşindeydiler. Rusya ve Osmanlı Devleti arasında imzalanan Ayastefanos (Yeşilköy) Anlaşması ile Ermenistan’da ıslahat yapılması karara bağlanmıştır. Anlaşma, 3 Mart 1878 tarihinde 93 harbinden (1878-1879 Osmanlı- Rus Savaşı) sonra Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanmıştır.
Rusya bu anlaşma ile Osmanlı’ya karşı bir politika izleyerek Balkanlarda Panslavizm politikasını uygulamış ve bölgede Osmanlı’ya karşı Balkan uluslarının isyanlar çıkarmasına sebep olmuştur. Rus Çarı 1. Nikolay’ın St. Petersburg’da 9 Ocak 1853 tarihinde söylediği “Kollarımız arasında hasta, ağır hasta bir adam var” ifadesindeki hasta adam, Osmanlı Devleti’dir. Terim ilk defa 12 Mayıs 1860 tarihinde The New York Times’ta yer almıştır. Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasındaki 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) sonrasında Tatar Türkleri vatan Kırım’dan ayrılarak Türkiye’ye göç etmeye başlamıştır. Kırım’ın Rusya tarafından işgalinden sonra göç bu defa Ukrayna’ya yönelmiştir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) Hocalı’daki Ermeni vahşetini “katliam” (massacre) olarak kabul etmiştir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi “Ermeniler tüm Hocalı sakinlerini katletti” ifadesinin yer aldığı bir bildiri yayımlamıştır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Minsk Grubu 1996 yılında Erivan’ı kınayarak, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini istemiştir. Yukarıdaki satırlar, Ermenilerin bir insanlık suçu işlediğinin itirafıdır. Bu suçu işleyenlerin başı Karabağ savaşında Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Azati Sarkisyan’dır. Kendisinin işlediği suçlardan yargılanması gerekir. (United Nations Security Council Recognize Serzh Sargsyan, the President of Armenia, as a war criminal)
İngilizce yayın yapan Fransa kanalı France 24, 6 Şubat 2020 akşam haberlerinde Macron’un sözde Ermeni soykırım konusundaki açıklamasına Türkiye’nin cevap verdiğini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafını ekrana yansıtarak haberleştirmiştir. Alt yazıda da hiçbir mahkeme kararı olmamasına rağmen “Ermeni soykırımı” ifadesini kullanmıştır: “France: Turkey condemns Macron’s plan for national day marking Armanian Genoside.” Tarafımdan kayıt altına alınan France 24’ün haber başlığı aşağıdadır.
McCharthy, Ermenilerin bu kadar yıl geçmesine rağmen neden bu iddiaları sürdürdüklerine ilişkin “Bunun nedeni çok basit. Çocuklara nefret etmeyi öğretirseniz, onlar nefretle büyür ve nefret ne olursa olsun büyümeye devam eder. Diğer bir diğer sebep de yurt dışındaki Ermeni milliyetçi gruplar bundan fayda sağlayacaklarına, para alacaklarına, Kars, Erzurum, Bitlis, Van’da toprak kazanacaklarına inanıyorlar. Bunlar yanlış ama yine de inanıyorlar” değerlendirmesinde bulunmuştur. McCharthy, köklerinin Alman ve İrlandalı olmasına rağmen kendisini Amerikalı olarak tanımlaması gibi, Amerika’daki bazı Ermeni gruplarının da kimliklerinin yok olacağı endişesini taşıdıklarını söyleyerek çok doğru bir tespitte bulunmuştur:
“Bundan dolayı Ermeniler soykırım iddiasını kendilerini bir arada tutacak bir bağ olarak görüyorlar. ‘Ne acılar çektik’ demek böyle bir bağ ve kendilerini bu acı üzerinden tanımlıyorlar. Tabii daha başka pek çok neden var. Kendi hikayelerinden, propagandalarından başka bir şey duymadılar, bu yüzden de Türklerin kötü olduğunu düşünüyorlar çünkü aslında onlara hep onların kötü olduğu söylendi.”
Ermenilere göre soykırım tanımı aşağıdadır:
“Soykırım, insanın ortak varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde öldürülmesidir. Kapsamı nedeniyle, soykırım, merkezî planlama ve uygulanması için bir iç mekanizma gerektirir. Bu, soykırımı devlet suçu hâline getirir, çünkü sadece bir hükümet böyle bir yıkım planını gerçekleştirecek kaynaklara sahiptir. 24 Nisan 1915’te Ermeni katliamlarının ilk aşaması, yaklaşık yüzlerce aydının, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’ten (bugünkü Türkiye başkentinde İstanbul) tutuklanması ve öldürülmesi ile başladı. Daha sonra, dünya çapındaki Ermeniler 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımı’nın tüm kurbanlarını anma günü olarak anıyorlar. Nihai çözümün ikinci aşaması: Türkler tarafından silahsızlandırılan 60.000 kadar Ermeni gencin Türk ordusuna gönderilmesiyle (öldürülmesiyle) ortaya çıktı. Soykırımın üçüncü aşaması, Suriye çöllerine sürülen kadın, çocuk ve yaşlılara yönelik katliamlar, sürgünler ve ölüm yürüyüşlerinden oluşuyordu. Bu yürüyüşler sırasında yüz binlerce kişi Türk askerleri, jandarmalar ve Kürt ya da Çerkez çeteleri tarafından öldürüldü. Diğerleri kıtlık ve salgın hastalıklara maruz kalma sebebiyle öldü. Binlerce kadın ve çocuğa tecavüz edildi. On binlerce kişi zorla İslam’a dönüştürüldü. Ermeni soykırımının son aşaması, Türk hükümeti tarafından, Ermeni ulusunun anavatanındaki toplu katliamların ve ortadan kaldırılmasının reddedilmesiyle ortaya çıktı. Ermeni soykırımının uluslararası olarak tanınmasına rağmen, Türkiye, Ermeni Soykırımı’nı kabul etmedi, tarihsel gerçekleri tahrif ederek propaganda kampanyalarına ve lobicilik faaliyetlerine başvurdu.” Bu ifadelerde Türkiye’ye çok ağır iftiralarda da bulunulmuştur: “Thousands of women and children were raped.”(https://www.mfa.am/en/genocide)
Türk vatandaşı olup, “Ermeni’den fazla Ermenici” olanlardan utanmamak mümkün mü? Bir Türk vatandaşının bu konudaki yorumu şöyledir: “Sanıldığının aksine, Lemkin’i soykırım üzerine çalışmaya yönelten Yahudi Soykırımı olmadı. Lemkin, bir milyon masum Ermeni’nin toplu olarak öldürülmesinden ve bunun cezasız kalmasından çok etkilendi elbette ama, esas olarak Tehlerian’ın Talat’ı öldürmesi ve açılan davada beraat etmesini, insanlık vicdanı adına, adaletin tecelli etmesi olarak yorumladı. Lemkin, dünyada ilk kez jenosit kavramını şekillendirdi. Hazırlaması kendisine Birleşmiş Milletler tarafından önerilen Soykırım Sözleşmesi’ni, esas itibariyle ‘Ermeni Soykırımı’nın kendisinde bıraktığı derin izlerle şekillenen entelektüel birikiminin imbiğinden süzülen bilgilerle ortaya çıkardı.”[4]
“İnsan Hakları Konseyi, Ermenistan’ın yıllardır savunmakta olduğu bir konu olan Birleşmiş Milletler içinde kitlesel zulümleri ve soykırımı önlemek için uluslararası kapasitelerin güçlendirilmesi için kritik bir platform olmaya devam etmektedir. Konsey’in bu oturumunda değerlendirilmek üzere “Soykırımın Önlenmesi” konusunda güncellenmiş bir taslak karar vermeyi planlıyoruz. Devletler ve diğer paydaşlarla açık, ilgi çekici ve yapıcı gayrı resmî istişarelerde bulunmak istiyoruz. Bu Konsey’in, özel prosedürlerinin ve BM Genel Sekreteri’nin Soykırımın Önlenmesi Özel Danışmanı Ofisi’nin, insan hakları, soykırım ve kitlesel acımasızlık ihlallerinin önlenmesinde ve güçlendirilmesinde liderliklerini sürdürmesi gerektiğine inanıyoruz.”[5]
Ermenistan Dışişleri Bakanı Zohrab Mnatsakanyan’ın BM İnsan Hakları Konseyi’nin 25 Şubat 2020 tarihindeki oturumunda yaptığı konuşmasında ilginç bulduğum bir paragrafı (yukarıda) Türkçeleştirdim.[6] Karabağ savaşı sonrası diaspora Ermenilerinin Türk düşmanlığın artmıştır. “Covid-19 zamanında savaş: Dağlık Karabağ ve Ermenistan’da insani felaket” başlıklı yazıda Türkiye ve Azerbaycan düşmanlığı yapılmaktadır: “Hospitals, churches, kindergartens, and schools were hit during the bombardment and missile attacks, which included the use of internationally banned cluster bombs.”
Ağır silahlarla donanmış Ermeni terör örgütü ASALA’ya[7] bağlı üç Ermeni terörist Kevork Maraşlıyan (Marachelian), Rafi Panos Titizyan (Titizian) ve Ohannes Nubaryan (Ohannes Noubarian) 12 Mart 1985 tarihinde Ottawa Büyükelçiliğimiz binasını bastılar. Baskın sırasında büyükelçiliği korumakla görevli Kanadalı özel güvenlik görevlisi 31 yaşındaki Claude Brunelle göğsüne giren iki mermiyle olay yerinde hayatını kaybetti. Kendisi daha sonra “Star of Courage” (Cesaret Yıldızı) nişanıyla ödüllendirilmiştir. Bu, Kanada’da cesaret için en yüksek ikinci ödüldür. Kanada Başbakanı tarafından Konsey Başkanlığı aracılığıyla verilen üç Kanada Cesaret Yıldızı’ndan biridir. O tarihte Kanada basınındaki haber şöyledir:
“12 Mart 1985’te Pinkerton güvenlik görevlisi Claude Brunelle, teröristler Ottawa’daki Türk büyükelçiliğine saldırdığında hayatını kaybetti. Yaklaşık 7:00’de, ağır şekilde silahlanmış üç terörist elçilik kapısına geldi, tapıdan hızla girdi ve güvenlik kioskuna ateş açtı. Kurşun geçirmez kioskun içinde bulunan Brunelle, derhal amirine acil durum kodundan haber verdi. Ardından büyükelçiliğe girişlerini durdurmak için kulübeden dışarı çıkarak teröristlerle çatışmaya girdi. Ermeni teröristlerin ateşiyle ölümcül şekilde yaralandı ve anında öldü. Ancak eylemi, Büyükelçinin kaçmasına izin verecek kadar geciktirdi. Üç terörist on bir kişiyi dört saat boyunca elçilikte rehin tuttu, sonra teslim oldu.”
Türkiye, Claude Brunelle anısına ülkesinde oluşturulan öğrenim bursuna katkı yapmış, ailesine şilt verilmiştir. 14-31 Ekim 1986 tarihlerinde Ontario Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde yargılanan Maraşlıyan, Titizyan ve Nubaryan, 31 Ekim 1986 günü açıklanan kararla 25 yıldan önce salıverilmemek şartıyla ömür boyu hapis cezası almıştır. Teröristlerin avukatı Chahe Philippe Arslanian olayın siyasi bir eylem olduğunu açıklamıştır.
Şubat 2005’te Kevork Maraşlıyan’ın ailesini ziyaret etmesine izin verilmiş, 19 Şubat 2010‘da Kevork Maraşlıyan ve Ohannes Nubaryan, iki ay sonra da Titizyan tahliye edilmiştir.
Ayrıca aralarında Büyükelçi Coşkun Kırca’nın eşi Bilge Kırca ve kızı Gülcan Kırca, büyükelçilik kavası, eşi ve üç çocuğu, aşçı Dursun Kılıç, eşi ve üç çocuğu ile büyükelçilik şoförünün de olduğu toplam 11 kişi rehin alınmıştır. Gazetelere yansıyan fotoğrafları dün gibi hatırlıyorum. Atlama sırasında sağ bacağı, sağ kolu ve kalça kemiği kırılan Kırca, ağır yaralanmıştır.
29 Ekim 1919 tarihinde içlerinde gönüllü Ermeni birliklerinin de bulunduğu Fransız işgal kuvvetleri Antep’e girmiş, 21 Ocak 1920’de Şehit Kamil olayı gerçekleşmiştir. 12 yaşındaki Kamil ile annesi İnönü Caddesi’nde bulunan askerî fırın önündeki yoldan geçtiği sırada orada bulunan iki sarhoş Fransız askeri Kamil’in annesine sarkıntılık etmeye çalışmış, Mehmet Kamil de annesini korumak için Fransızlara taşla hücum etmiştir. Bunun üzerine Fransız askerleri küçük Kamil’i süngüleyerek öldürmüştür. Antep halkı, 1 Nisan 1920’den 7 Şubat 1921’e kadar Fransızlara karşı direniş göstermiştir.
Fransızlar Ankara Anlaşması’nın imzalanmasının ardından 25 Aralık 1921’de şehri boşaltmaya başlamıştır. 8 Şubat 1921 tarihinde “Gazi” unvanı, 7 Şubat 2008 tarihinde çıkarılan 5734 sayılı yasa ile Gaziantep’e “İstiklal Madalyası” verilmiştir. Gaziantepliler 6317 evladını şehit vererek hiçbir yerden yardım ve destek almadan “Ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum.” inancıyla Gaziantep`i düşman işgalinden kurtarmışlardır.
Nazilerin 1940 yılında Polonya’nın Auschwitz kentinde kurduğu toplama kampı, Auschwitz1, Auschwitz2 ve Birkenau olmak üzere üç kamptan oluşur. Naziler, 1940-1945 yılları arasında Avrupa ülkelerinden topladıkları %90’ı Yahudi olan insanları trenlerle bu kampa getirdiler. Kampta 1,1 milyon ile 1,5 milyon arasında insan gaz odalarında katledilmiştir. Sovyet ordusunun 27 Ocak 1945’te kurtarışının 75. yılı sebebiyle Frank-Walter Steinmeier, Auschwitz Toplama Kampı’na gitmiştir.
“Yad Vahem’de bu ebedi ateş, soykırımın anısına yanıyor. Burası, milyonlarca acıyı anma yeri. Burası, İda Goldis ile 3 yasındaki oğlu Vili’yi anma yeri. Onlar, ekim ayında Çişinau Kampı’ndan alınıp götürüldüler. İda, buz gibi ayazda, ocak ayında anne-babası ve kız kardeşine son kez bir mektup yazdı. Mektupta, ayrılırken sizi sıkı sıkıya kucaklayamadığım için ne kadar üzğünüm bilemezsiniz dedi. Onları Almanlar alıp götürdü. Onların koluna tamga vuranlar, onları insan olmaktan çıkarıp numaralayanlar, imha kampında onlarla ilgili bütün anıları söndürmeye çalışanlar da Almanlardı. Ama başaramadılar. Onlar bizim anılarımızda. Bu anıtın önünde bir insan, bir Alman olarak duruyorum. Onların anısı önünde duruyorum. İsimlerini okuyorum. Hikâyelerini duyuyorum ve derin bir hüzünle onların önünde eğiliyorum. Samuel, Rega, İda, Vili, hepsi insandı. Ama katilleri de insanlardı. Almanlardı. Katiller, bekçiler, işbirlikçileri, yandaşları, hepsi Almandı. 6 milyon Yahudi’ye endüstriyel kitlesel katliam, insanlık tarıhinin en büyük katliamıydı ve bu, benim ülkemin insanları tarafından işlendi. 50 milyonu aşkın insanın hayatına mal olacak hunharca savaşı başlatan da benim ülkemdi. Auschwitz’in kurtuluşundan 75 yıl sonra, bugün, burada Almanya Cumhurbaşkanı olarak, üzerimde ağır bir tarihî suç yüküyle önünüzdeyim. Ama aynı zamanda hayatta kalanların uzattığı ele sonsuz müteşekkirim.”
Ermenistan’ın Türkiye aleyhine yaptıkları propagandaya aynı şekilde cevap verilmemesini anlamış değilim. Ermenisan Dışişleri Bakanlığı, sanki bir yargı kararı varmış gibi sözde soykırımı tanıyan ülkeler ve uluslararası kuruluşları bildiri yayımlayarak Türkiye’yi Naziler gibi soykırım yapmakla suçlamaktadır. Buna Dışişleri Bakanlığı’nın Batılı tarihçilerden alıntı yaparak cevap vermesi gerekir. Ermenistan’ın Büyükelçiliklerinde “Below is a brief list of those states and organizations, provincial governments and city councils which have acknowledged the Armenian Genocide” ifadelerini içeren sözde “soykırım” sayfası vardır. Uzun bir geçmişi olan Türk Büyükelçiliklerinde “soykırım bir yalandır” sayfası yoktur. 1793 yılında ilk Türk Elçiliği Londra’da Osmanlı Sultanı III. Selim tarafından açılmıştır. 1924 yılında yurt dışında 39 temsilciliğe sahip olan Türkiye’nin dış temsilciliklerinin sayısı, fahri olanlar hariç 246′dır. Fakat Türk Büyükelçiliklerinde, Ermenistan’ın yaptığı gibi bir “soykırım yoktur” sayfası açılarak Türkiye’nin hukuki gerekçeleri konulmamış, maalesef meydan Ermenilere bırakılmıştır.
ABD, etkili Ermeni diasporasının bulunduğu iki ülkeden biridir. Diğeri Fransa’dır. Aşağıda Türkiye ve Ermenistan’ın Washinton Büyükelçiliklerinin sayfaları verilmiştir. Bizim Büyükelçilikte sözde Ermeni soykırımı ile ilgili ayrıntılı bir bilgi yokken Ermenistan büyükelçiliğinin sayfasında “Genocide recognition” sayfası vardır. Ermenistan, sözde Ermeni soykırımını tanıyan ülkeleri tarihleriyle birlikte vermiştir.
14 Ekim 1950 tarihinde Soykırımı Önleme Sözleşmesi’ni onaylayan dört ülkenin temsilcileri aşağıdadır. (soldan sağa): Dr. John P. Chang (Kore), Dr. Jean Price-Mars (Haiti), Kurultay Başkanı Büyükelçi Nasrollah Entezam (İran), Büyükelçi Jean Chauvel (Fransa), Ruben Esquivel de la Guardia (Kostarika), (ayakta duruyor, soldan sağa), Dr. Ivan Kerno (Hukuki İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı), Trygve Lie (Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri), Manuel A. Fournier Acuna (Kostarika) ve Dr. Raphael Lemkin (Soykırımı Önleme Sözleşmesi’nin en büyük destekleyicisi). Lake Success, New York, 14 Ekim 1950. (United Nations Archives and Records Management Section)
Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme, 9 Aralık 1948 tarihinde Paris’te toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 260 A (III) sayılı kararıyla kabul edilmiş, daha sonra imza, onay ve katılıma açılmıştır. Sözleşme 13’üncü maddeye uygun olarak 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ermenilerin iddia ettiklerinin aksine tehcir, Sözleşme’ye göre soykırım değildir. Öyleyse neden bu konuda ısrar etmektedirler? Türkler ve Ermeniler bin yıl aynı coğrafyada huzur ve barış içinde birlikte yaşamışlardır.
Sözleşme’ye göre Formun Altı 1948 yılı öncesindeki eylemlerle ilgili olarak soykırım suçu işlendiği hükmü verilemez. Soykırım suçu, 1948 yılında Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ile kabul edilmiştir. 1948 yılı öncesinde “soykırım” diye bir suç tanımı yoktur. Eğer olsaydı, Çanakkale Boğazını ele geçirmek için Yeni Zelanda ve Avustralya’dan gelen Anzakların 25 Nisan 1915 tarihinde Çanakkale’ye çıkarma yaparak 250 bin Türkü katletmesi bir soykırım suçu olurdu. 25 Nisan’dan bir gün önce 24 Nisan’da Ermenilere yönelik tedbir alınması, acaba çıkarma yapılma tarihini öne çekmiş olabilir mi sorusu aklıma gelmiyor değil.
Ermeni isyanları her ne kadar 93 Harbi’nden sonra artmaya başlamış olsa da Rusya ve Batılı ülkelerin kışkırtmasıyla 3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı’nın ardından sosyal amaç görünümü ile kurulan dernekler tarafından başlatılmış, 23 Temmuz 1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyet’e kadar aralıksız devam etmiştir. 14 Nisan 1909’da Adana’da Ermeni isyanı başlamış, isyan domino etkisiyle önce bölgesel ardından bütün Anadolu’ya yayılmıştır. 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’nden 24 Nisan 1915 Tehcir Kararı’na kadar geçen sürede Ermeni komitacıları; Kars, Ağrı, Doğu Beyazıt, Ardahan, Erzurum, Erzincan, Sivas, Yozgat, Merzifon, Tokat, Trabzon, Bitlis, Bingöl/Kiğı, Harput (Elazığ), Malatya/Arapgir, Diyarbakır, Adana, Sis (Kozan), Haçin (Saimbeyli) Kayseri, Zeytun, Maraş, Van, Urfa ve Sason başta olmak üzere isyan hareketleri başlatmışlardır. 21 Temmuz 1905 tarihinde de İkinci Abdülhamit’e Ermeni Devrimci Federasyonu üyeleri Yıldız Hamidiye Camii önünde suikast girişiminde bulunarak 26 kişinin ölümüne, 58 kişinin de yaralanmasına yol açmışlardır.
Bu gerçeğe rağmen Doğu Perinçek’in İsviçre tarafından “Ermeni soykırımını inkar” etmekle suçlandığı davada yaptığı konuşmada, Talat Paşa için “Osmanlı’nın Hitler’i” diyen avukat Geoffrey Robertson, şöyle demiştir:
“Talat Paşa ‘Ermeni sorunu’ dediği meseleyi Ermenileri ortadan kaldırarak çözme kararını veren kişidir. Emirleri veren odur, kanunları çıkaran odur. Talat Paşa ve hükümeti, Ermenilerin Anadolu’dan tehcir edilmesini emretmiş, sonra buna ‘iskan’ demiştir. Ancak insanları yiyecek, tıbbi malzeme vermeksizin yüzlerce kilometre ötedeki çöllere göndermiştir.”
Robertson’ın söz ettiği bölge, günümüzde IŞİD’in elinde olan Suriye sınırları içindeki Rakka ve Deyrizor bölgeleridir. 1915’te yaşananları soykırım kapsamında gören Robertson, 2009 yılında “Was There An Armenian Genocide?” başlıklı bir rapor kaleme almıştı. 2014 yılında ise “Uygunsuz Bir Soykırım: Bugün Ermenileri Kim Hatırlıyor?” (An Inconvenient Genocide: Who Now Remembers The Armenians) başlıklı kitabını yayınlamıştır. Roberson’un bildiği fakat açıklamak istemediği gerçek şudur: Tehcire soykırım diyebilmek için o fiillerin sadece o gruba mensup olduklarından dolayı uygulanması ve de o grubun varlığını ortadan kaldırmaya yönelik kasıt olması gerekir.
Osmanlı’da Ermenileri imha etmeye yönelik bir hükümet politikası olmamıştır. Çünkü, 1821’deki Yunan isyanı sonrasında devlet bürokrasisi ve diplomasisinde artık faydalanılmayan Rumların yerini Ermeniler almış ve 1910 Balkan savaşlarına kadar da bürokraside ve de siyasette yoğun olarak Ermeniler istihdam edilmiş, 1908 İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Ermeni parlamenterler meclise girmiştir.
Osmanlı yönetiminde görev alan Ermeni kökenli bakanlar, ayan üyeleri, (toplumda ileri gelenler başarılı kişiler), büyükelçiler ve valilere ilişkin liste aşağıdadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda 19’ncu yüzyılın sonunda Ermeni azınlıktan 22 bakan (ikisi Dışişleri Bakanı) 21 milletvekili, 10 büyükelçi, 11 konsolos, 29 paşa ve 11 profesör çıkmıştır. Ermeni tehcirine soykırım diyenler, buna benzeyen Japon uçaklarının Pearl Harbour saldırısından sonra, Batı sahillerinde yaşayan Japon asıllı ABD vatandaşlarının iç bölgelere sürülmesine neden soykırım demiyorlar?
Kaldı ki, Ermeniler Birinci Dünya Savaşı öncesinde isyan ederek düşman saflarına geçerek Bulgar, Rus, İngiliz ve Fransız ordularının öncü birlikleri olarak Türk ordusuyla savaşmıştır. Ayrıca silahlı çeteler kurarak masum sivil halkı katletmiştir. Bu, çok açık bir şekilde devletlerin ceza yasalarında vatana ihanet suçu olup, idam cezası ile cezalandırılmaktadır. Buna rağmen isyancı Ermeniler çoğu kez affedilmiştir. Ermeni isyanları savaşın sonucunu etkileyecek boyuta erişince ve masum sivil halka karşı girişilen katliamlar bölgenin nüfus yapısını değiştirmeye başlayınca, Osmanlı isyancı Ermenileri kendi toprakları içindeki savaş yaşanmayan bölgelere göç ettirmek zorunda kalmıştır.
Göç sırasında zaman zaman sevkiyatın durdurulduğu da olmuş ve henüz iskan yerlerine varmamış, yollarda olan Ermenilerin bulundukları vilayet dahilinde yerlere getirilmeleri talimatı verilmiştir. Bu Ermeniler belgelerde göç yerlerine varmamış olarak görünmektedir. 25 Kasım 1915’ten itibaren vilayetlere gönderilen emirlerle, kış mevsimi dolayısıyla sevkiyatın geçici olarak durdurulduğu bildirilmiştir. 21 Şubat 1916’da bu emir, Ermeni sevkiyatına son verilmesi şeklinde bütün vilayetlere tebliğ edilmiştir. Osmanlı Hükümeti, ilk emirden yirmi gün sonra, 15 Mart 1916 tarihinde vilayetlere ve sancaklara gönderdiği ikinci bir genel emirle, Ermeni sevkiyatının durdurulduğunu ve bundan böyle hiçbir sebep ve vesileyle sevkiyat yapılmamasını bildirmiştir.
Dahiliye Nezareti şifre kalemi, şifre No:62/21(EK-30)
Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Osmanlı Hükümeti 4 Ocak 1919 tarihinde göçe tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine dönmelerine imkan veren bir kararname çıkarmıştır. Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere talimat verilmiş ve gereken tedbirler alınmıştır.
Dahiliye Nezareti şifre kalemi, şifre No:62/21(EK-30) [23] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bab-ı ȃli Evrak Odası, şifre No:341055
Legion-Volunteers-from-Tomarza-fighting-in-the-Armenian-Legion-picture-taken-in-Cyprus (Kıbrıs Monarga Ermeni Lejyonu Kampı’nda Eğitilen Kayseri/Tomarza’lı Ermeniler)
Osmanlı, Ermenileri tehcir ederken ABD de binlerce mil uzaklıktaki Japonya’nın tehdidi sebebiyle bu tehciri yapıyor. Bu tehcirden kaç kişi etkilendi, ölen oldu mu bilinmiyor. Savaştan sonra dönüş izni verildiğinde, tehcire uğrayanların eski evlerine dönmeleri de mümkün olmamıştır. ABD’deki tehcirin amacı ile Ermeni tehcirinin amacı aynıdır. Bu durumda ABD, Japon kökenli ABD vatandaşlarına soykırım suçu işlemiş mi oluyor? Tehcirin soykırım olabilmesi için organize bir planın varlığı gerekiyor. Ermeni tehcirinde kayıp yaşamasının sebebi, büyük ölçüde organizasyonsuzluktur. Tehcirde hayatını kaybeden Ermeni sayısında bir uzlaşı yoktur. Fakat sözleşmedeki tanıma uyduğu sürece bin kişinin ölümü soykırım olabilir.
İngiliz The Guardian gazetesi, Türkiye’nin Çanakkale Şavaşı’nın 100. yıl anma törenlerini 24 Nisan’da organize ederek, “Ermeni soykırımının 100. yıldönümünü hor görmek” ile suçlandığını yazmıştır. (17 Nisan 2015) Fakat kullandığı dil gazeteye hiç yakışmamıştır. Haberin gazetedeki başlığı, “Türkiye, Ermeni soykırımı yüzünden rezil oldu” dur. Bu kapsamda İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Ayhan Aktar “Türkiye 97 yıldır Birinci Dünya Savaşı’nda cephelerde ölen Türkleri ortaya atarak şu fikri öne sürüyor: ‘Evet, Ermeniler ölmüş olabilir ama bizim atalarımız da öldü’. Anma törenlerinin aynı güne getirilmesi de bu savunma anlayışının devamı. Ancak bu uygunsuz ve rezalet.” demiştir ama Ovanes Kaçaznuni’nin itiraflarını okumuş olsaydı biraz utanır mıydı acaba?
Büyük bir ihtimalle kitabın sahte olduğunu söylerdi tıpkı Türkiye’deki Ermeni muhibbi bazı Türkler gibi. “Anzacs witnessed the Armenian genocide – that shouldn’t be forgotten in our mythologising” (https://www.theguardian.com/commentisfree/2019/apr/23/anzacs-witnessed-the-armenian-genocide-that-shouldnt-be-forgotten-in-our-mythologising) “Anzaklar Ermeni soykırımına tanık oldu – mitolojimizde unutulmaması gerekir.” diyen James Robins müthiş bir sahtekarlık yaparak Gelibolu’da iki Anzak askerini diklemesine duran kuru kafaların üzerine foto montaj ile yerleştirmiş. Tıpkı Atatürk’ün ayaklarının altına foto montajla yerleştikleri cesetler gibi.
Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy’nin tespitlerine göre 1912-1922 yılları arasında Anadolu’daki Müslüman nüfusun %18 i (2.500.000) hayatını kaybetmiştir. Türkiye’nin sadece doğu vilayetlerinde öldürülen Türklerin sayısı 1.189.132 kişidir. McCarthy tarafından verilen rakamlar incelendiğinde; Erzurum vilayetinde Müslüman halkın yüzde 31’inin, Bitlis vilayetinde yüzde 42’sinin, Van vilayetinde ise yüzde 62’sinin katledildiği ortaya çıkmaktadır. Justin McCarthy Türk ve Müslüman halkın kayıplarını hesaplama yöntemini açıklarken “abartmalı hesaplamalara dayandığım yolunda eleştirilere fırsat vermemek için daima kendi tezimin aleyhine olacak sayıları esas tutmak ilkesini kabullendiğimden metinde verdiğim, Müslümanların ölüm telefatına ilişkin sayıların, gerçek ölüm telefatına göre düşük kaldığı varsayılabilir” ifadesini kullanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Arşivleri Genel Müdürlüğü arşivindeki 7 Haziran 1919 tarihli belgede “Erzurum, Trabzon, Bitlis, Van vilâyetleriyle Erzincan sancağı halkından bir milyonu geçen sayıda Türk ve Müslümanın her türlü sağlık ve hayat şartlarından ve devletin desteğinden mahrum olarak iç bölgelere doğru göçmek mecburiyetinde kaldığı, her geçen gün şiddetlenen saldırılar ve göçler sonucunda mültecilerden 701.166 kişinin öldüğü, bu miktarın hükümetin resmî kayıtlarına dayandığı, resmî kayıt dışında kalan tahminen 300.000’e yakın Müslüman nüfus da ilave edildiğinde yukarıda belirtilen dört vilâyetle bir sancak halkından göçler sırasında ölenlerin sayısının bir milyona ulaştığı” belirtilmektedir.
Birinci Dünya Savaşı yılları ve sonrasında zorunlu göç sırasında hayatını kaybeden Ermenilerden çok daha fazla sayıda Türkün ve Müslüman savaş, göçler ve Ermeni katliamları sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Justin McCarthy’ye göre bu rakam 1.602.132, Osmanlı Devlet Arşiv Belgelerine göre 1.932.105’tir.
Tehcir kapsamında Sevk ve İskan Kanunu 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılarak 30 Mayıs 1915 ve 7 Ekim 1915 tarihli talimnamelerle uygulama esasları belirlenmiştir. Tehcir bölgesi olarak Musul, Halep ve Suriye tespit edilmiştir. Kanun’da azınlık adı belirtilmemiş, Ermenilerin tamamı tehcire tabi tutulmamıştır. Tehcir edilenlerin çoğu Gregoryen Ermeniler olup, Katolik ve Protestan olanlar, Duyun-ı Umumiye’deki görevliler, memur, asker, mebuslar ile aileleri, demiryolu işçileri ve aileleri müttefik ülke vatandaşı Ermeniler tehcirden muaf tutulmuştur. Bu süreçte 400 bin Ermeni’nin tehcirine karar verilmiştir.
Sevk ve İskan Kanunu Anadolu ve Trakya bölgelerinden 23 vilayet, mutasarrıflık ve liva’yı kapsamıştır. Buralardan Erzurum, Erzincan, Sivas, Elazığ, Van ve Diyarbakır illerinde yaşayan Ermenilerin güney vilayetlerine sevkine hemen başlanmıştır. Mısır’daki İngiliz Askerî Ofisi’nden Sir Somerset Arthur Gouch Calthorpe’e gönderilen mesaja göre Talat Bey’in talimatı üzerine 500’ü Taşnak, 500’ü Hınçak, 800’ü Ramgavar partizanının tutuklandığı, tutuklanan Ermenilerin itilaf devletleri ordularına hizmet eden Ermeni gönüllüleri ve Müslüman katliamı sorumluları olduğu açıklanmıştır. Calthorpe, Birinci Dünya Savaşı sonunda İtilaf Devletleri Akdeniz donanması komutanı olarak Mondros Mütarekesi‘ni imzalamış, Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’da İngiliz Yüksek Komiseri olarak görev yapmıştır. Osmanlı yönetimine direniş yanlısı subayların halkı silahlandırmamasını istemiş, Haziran ve Temmuz 1919’da Harbiye Nezareti’ne gönderdiği yazılarla Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’dan geri çağrılmasını talep etmiştir. 5 Ağustos 1919’da İstanbul’dan ayrılmış 1939 yılında Londra’da ölmüştür.
Osmanlı Hükümeti’nin cephe gerisini güvene almak amacıyla uygulamaya koyduğu tehcir kararı isyanları engellemeye yetmemiştir. 2 Mayıs 2015 tarihinden sonra Zeytun Bölgesi ve Maraş’ta ardından Van’da büyük ayaklanmalar başlamıştır. 1914 yılı rakamlarına göre nüfusu 18.520.016 olan Osmanlı Devleti’nde 1.294.851 Ermeni (1.161.169 Gregoryen, 67.838 Katolik, 65.844 Protestan) vardır. Müslüman nüfus ise 15.044.846’dır. (Bülent Bakar, “Ermeni Tehciri”, s.60)
Osmanlı Hükümeti Anadolu’nun yarısına denk gelen bir alanı Ermenilerin bölmesine fırsat vermemek için o günün şartlarında olması gerekeni yapmıştır. Ermeniler arasında az da olsa Osmanlı Devleti’ne sadık kalan doktor ve subay olarak savaşan Ermeniler de vardır. Çanakkale’de hayatını kaybeden her 100 Türk askerinden birisi gayrimüslim yani Ermeni, Yahudi, Rum kökenliydi. (Ömür Çelikdönmez; “Çanakkale Gazisi Dacat Derderyan Oğlu Tarihi Durduran Adam Ara Güler’in Ardından!” 18.10.2018.)[8]
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Bölge Çalışmaları Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi, Kafkas Stratejik Araştırma Merkezi (KAFASSAM) Kıdemli Uzmanı Keisuke Wakizaka’nın tespiti önemlidir:
“Türk dünyasındaki kamuoyu için yaklaşık 700 kişi Türk’ün acımasız şekilde katledildiği Hocalı Katliamı elbette önemlidir. Ama sadece Hocalı faciası adlı bir ağaca odaklanmak, Karabağ’ın başka yerleri ve Ermenistan’daki Türklerin varlığı ve acıları adlı bir ormanı göz ardı edip unutmasına yol açar. Türk dünyasının Hocalı’yı anmaktan başka “Ermenistan Türkleri” konusunda uyanıp Ermenistan’dan sürülen Türklerin tarihi, toplumu ve Ermenistan’a geri dönme hakkı gibi konuları siyasal gündeme getirmesi işte şimdi gerekiyor.”
Madem 1,5 milyon Ermeni öldürüldüyse, mezarları nerededir? Bunları kim saymış ve belgelemiş? Her mezara 300 ceset konsa 5.000 mezar eder. Bu mezarlar yok mu olmuştur? Aradan yüz yıl geçmiş. Fazla bir süre değil. Mezarların tahrip olması da mümkün değil. Mezar yoksa katliam da yoktur. Aşağıdaki söz soykırıma uğrayan Bosnalı bir çocuğun sesidir ve soykırım tarihine geçmiştir. [9]
1918 yılında kurulan Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin itiraflarını (Ovanes Kaçaznuni; Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok, 1923 Parti Konferansı’na Sunulan Rapor) okumadan Türkleri soykırım yapmakla suçlayanların amacı, Türkiye’den toprak koparmak ve tazminat alabilmektir. Bilal Şimşir’in “Malta Sürgünleri” adlı kitabında dediği gibi “Ermeni katliamı” iddiası hukuki açıdan çökmüştür. (Şimşir, s. 21) Aşağıda sözde Ermeni soykırımı denilen bir olayın yaşanmadığının belgeleri vardır. (Genelkurmay Başkanlığı, Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 1914-1918 Cilt II)
The New York Times’in 23.08.1895 tarihli sayısında Osmanlı’da yaşananlarla ilgili gerçek yazılmıştır. Rahip Cyrus Hamlin’in yazılı şahitliği: “Katliama sebep olanlar Ermeni ihtilalcileridir; toplanan paralar zimmete geçirilmiştir. Onlar istenen parayı vermeyen kendi soydaşlarını da öldürmektedirler.”
1914 yılında Osmanlı devletinde yaşayan Ermeni nüfusu 1.294.851’dir. 1,5 milyon Ermeni öldürüldü deniyor, o halde nasıl oluyor da mevcut Ermeni nüfusundan daha çok Ermeni öldürülmüş oluyor? Yoksa bu rakamın içinde Karabağ’da olduğu gibi Ermeniler tarafından öldürülen Türkler de olmasın? Tamamen yalan olan bu rakam aslında Ermeniler tarafından Nazi toplama kampının önündeki anıttan çalınmıştır. Bu hırsızlığı dünya kamuoyu ile paylaşmayan yetkililerin sorumluluğu inkar edilemez.
Türk-Amerikan Ulusal Yönlendirme Komitesi (Turkish American National Steering Committee TASC) tarafından düzenlenen “Asırlık Ermeni Yalanı ve Siyasi Süreci” paneline video konferans yoluyla katılan Orta Doğu uzmanı Michael M. Gunter (25.04.2020) 1915 olaylarının yıl dönümü olarak kabul edilen 24 Nisan’a ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur.
Gunter, 1915 olaylarının her iki taraf açısından da acılarla dolu olduğunu ve birçok Ermeni’nin bu süreçte hayatını kaybettiğini belirtmiştir: “Buna rağmen yaşananlar Ermeni soykırımı olarak nitelendirilemez. Süreç öncesinde birçok Türk, Ermeni çeteler tarafından katledildi.”
[1] https://tr.armradio.am/2020/04/29/kilikya-katolikosu-i-aram-ermeni-soykirimi-demek-sadece-kinama-degil-tazminat-talebi-de-demektir/
[2] “In 1915, the crime perpetrated by the Ottoman Empire against the Armenians was the first genocide of 20th century. The Armenians worldwide commemorate 105th anniversary of the Armenian Genocide on April 24. Nearly 3 dozens of countries have recognized and condemned the Armenian Genocide”
[3] http://www.youtube.com/watch?v=zNCnSDjHGTg
[4] http://www.altust.org/2012/04/lemkin-soykirim-ve-inkar/
[5] https://www.mfa.am/en/speeches/2020/02/25/Geneva_HRC_fm/10107
[6] Remarks by Foreign Minister at the 43rd Session of the United Nations Human Rights Council, 25 February, 2020
[7] Armenian Secret Army for the Liberation of Armania-Հայաստանի Ազատագրութեան Հայ Գաղտնի Բանակ, ՀԱՀԳԲ,- Hayasdani Azadakrut’ean Hay Kaghdni Panag, HAHKP 1973-1985
[8] https://kafkassam.com/canakkale-gazisi-dacat-derderyan-oglu-tarihi-durduran-adam-ara-gulerin-ardindan.html
[9] https://edition.cnn.com/2016/03/24/europe/karadzic-war-crimes-verdict/index.html