Yükleniyor...
16 Kasım 2017 tarihinde KKTC Girne’de “Geçmişten Geleceğe Kıbrıs ve KKTC” başlıklı bir sempozyum düzenledi. Açılış konuşmalarını KKTC Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı Serdar Denktaş, TC 26. Genelkurmay Başkanı Em. Org. İlker Başbuğ yaptı. Sunuculuğunu tecrübeli gazeteci Gülgûn Feyman’ın yaptığı sempozyumun konuşmacıları; Araştırmacı-Yazar Sabahattin İsmail, Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Korkmazcan, Kıbrıs- Amerikan Üniversitesi SBF Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ulvi Keser, TESUD Genel Başkanı Em. Korg. Erdoğan Karakuş, Em Tümgeneral Cem Gürdeniz, E. Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel, E. Büyükelçi Rafet Akgünay, E. Büyükelçi ve KTKD Genel Başkanı Ahmet Zeki Bulunç ve E. Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Ergün Olgun idi.
Araştırmacı-Gazeteci-Yazar
Kıbrıs’ta kaçırılan fırsatlar, müzakere sürecinde KKTC Meclisi’nin, hükümetin ve Halkın bilgisi onayı dışında verilen tavizler ve bundan sonra izlenmesi gereken politika konusunda öneriler
KIBRIS SORUNU NEDİR?
Kıbrıs sorununun başlangıcını 1791 yılında çizilen ve 1796 yılında basılan ilk Megali İdea haritasının yayınlandığı zamana kadar götürebiliriz. Bilindiği gibi Megali İdea (büyük ülkü) bir Hellen imparatorluğu olduğu varsayılan büyük Bizans imparatorluğunun hâkim olduğu toprakları ele geçirerek yeniden kurulmasını ve başkentin de Konstantinopolis dedikleri İstanbul olmasını öngörmektedir. Megali İdea haritası içinde, 3000 yıllık bir Yunan adası olduğu varsayılan Kıbrıs da bulunmaktaydı. Megali İdea çerçevesinde Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını öngören milli hedefin sloganı, Girit’te kullandıkları sloganın aynısı olan ve kelime anlamı ile İLHAK demek olan ENOSİS idi.
Kıbrıs Rumları Yunan isyanına paralel olarak ENOSİS için ilk ayaklanma girişimini 1821 yılında hazırladılar. Ayaklanmayı haber alan Kıbrıs Valisi Küçük Mehmet’in kiliselere baskın yaparak silahlara el koyması ve ayaklanma liderleri olan papazları asması ile isyan başlamadan önlendi.
1878’de adanın yönetiminin geçici bir süre, kira karşılığı İngilizlere devredilmesi ile ENOSİS faaliyetleri yeni bir ivme kazandı. 1896 yılında Türklere ilk saldırılar başladı. 1911 Trablusgarp ve 1912 Balkan savaşlarında Osmanlı imparatorluğunun yenilgisi üzerine ENOSİS umutları artan Rumlar, Türk Halkına saldırılara başladılar. Buna tepki gösteren Türk Halkı 1911 yılında 3 ayrı miting yaparak ENOSİS girişimlerini protesto etti ve ENOSİS’e karşı 3 ayrı deklerasyonu mitinglerde onayladı. Rumlar ise buna yanıt olarak 1912’de ada genelinde Türklere saldırıya geçti, ölü ve yaralılar oldu.
Birinci Dünya savaşının başında 1914 yılında İngiltere Kıbrıs’ı İLHAK ettiğini açıklayarak kira ödemeye son verdi. Bu durum ENOSİS faaliyetlerinin daha da artmasına neden oldu. Savaşın bittiği 1918 yılında Paris Konferansında ENOSİS’in gerçekleşme ihtimali üzerine 1918’de Türk Halkı Meclis-i Milli adlı ulusal bir Kongre toplayarak İLHAKA karşı olduğunu, adanın statüsü değişecekse Osmanlı İmparatorluğu’na verilmesi gerektiğini ortaya koydu…
Lozan’da Kıbrıs’ın İngilizlere bırakılmasından sonra ENOSİS faaliyetleri daha da arttı. Türk Halkı buna karşı 1931 yılında, adanın her yanından gelen 200 delegenin katılımıyla ikinci bir MİLLİ KONGRE topladı ve bu kongrede oy birliği ile alınan bir kararla ENOSİS’e karşı olduğunu yeniden ilan etti.
Nitekim 1821’deki ilk Enosis ayaklanma girişiminin yüzüncü yıldönümü olan 1931’de ENOSİS için yeni bir ayaklanma oldu. İngiliz sömürge yönetimi silah kullanarak isyanı bastırdı.
1949 yılında komünist AKEL tarafından başlatılan ENOSİS PLEBİSİTİ, 1950 yılında Kilise öncülüğünde sonuçlandırıldı ve Rumların yüzde 96’sının ENOSİS istediği ilan edildi…
Yunanistan bu sonucun tanınması için, 1954 yılında “Kıbrıs Halkına self-determinasyon hakkının tanınması” talebiyle konuyu ilk kez BM gündemine taşıdı. Türkiye’nin karşı çıkması üzerine bu talebin reddedilmesinin ardından ENOSİS’i silah zoruyla gerçekleştirmek için Yunanistan ve kilise işbirliğiyle Yunan ordusunda albay olan Grivas liderliğinde EOKA terör örgütü kuruldu ve 1 Nisan 1955’de önce İngilizlere, sonra Türk Halkına silahlı saldırılar başladı…
Türk Halkı buna karşı, nefs-i müdafaa için, başta VOLKAN örgütü olmak üzere birçok yerel direniş örgütü kurdu. Ardından Rauf Denktaş’ın önderliğinde, 15 Kasım 1957’de Türk Mukavemet Teşkilatı TMT kuruldu. TMT 1 Ağustos 1958’de Türkiye Genel Kurmay Başkanlığı’na bağlandı, tüm yerel direniş örgütlerini kendi çatısı altına topladı ve Türkiye’den gönderilen subaylar tarafından yönetilmeye başlandı. 1955-1959 yılları EOKA’nın saldırıları, TMT’nin nefs-i müdafaası ile geçti. Bu dönemde Türk Halkının ENOSİS’e karşı temel siyasi talebi TAKSİM idi. Bu 4 yıllık sürede, Rum saldırıları sonucu çoğu karma köyler olan 30 köyde yaşayan Türkler daha büyük Türk köylerine göç etmek zorunda kaldı.
KIBRIS CUMHURİYETİ KURULUYOR, 3 YILDA YIKILIYOR
Bu çatışmalı dönemin ardından, 1959-1960 Zürih ve Londra Anlaşmaları ile iki Halkın egemenliği eşit şekilde paylaşmasına ve kurucu ortaklığına dayalı olarak Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Fonksiyonel bir federasyon olan iki Halklı Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı ise Türk olacaktı, ancak Türk Cumhurbaşkanının kararları veto hakkı bulunacaktı. Hükümette 7 Rum, 3 Türk bakan, Mecliste ise 35 Rum 15 Türk milletvekili olacaktı. Ancak siyasi eşitliği sağlamak ve korumak için Türk bakan ve milletvekillerin karar alma sürecinde ayrı oy çoğunluğu hakkı olacaktı. Anayasa Mahkemesi yabancı bir yargıcın başkanlığında eşit sayıda Türk ve Rum yargıçtan oluşacaktı. Kamu hizmetlerinde memur istihdamında 70/30 oranı, polis ve orduda ise 60/40 oranı olacaktı. Her iki toplumun içişlerine bakacak olan birer Toplum Meclisi bulunacaktı, 5 ilçede ayrı Türk ve Rum belediyeleri bulunacaktı. Enosis ve Taksim yasaklanacaktı. Anlaşmaları ve kurulan yeni düzeni garanti etmek için Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör olacaktı. Türkiye’nin 650, Yunanistan’ın 950 askeri adada konuşlanacaktı. İngiltere 2 egemen askeri üsse sahip olacaktı. Böylece, Türk Halkının ENOSİS’e karşı milli direnişinin sonucu olarak, Türk askeri 82 yıl sonra yeniden adaya ayak basarken, Türkiye de Kıbrıs üzerinde meşru haklara sahip oldu…
Ne ki, Rum-Yunan tarafı hala ENOSİS hayali peşinde koştuğu için, kurucu eşit ortaklığımızı içeren bu anlaşmaları asla benimsemediler. CB Makarios, bu federal ortaklığı “ENOSİS’e bir sıçrama tahtası” olarak gördüklerini bizzat kendisi açıklamıştı. Yunan Genel Kurmayına bağlı olan EOKA, gizlice faaliyetlerini sürdürdü ve 5000 kişilik gizli bir ordu kurarak AKRİTAS adlı soykırım planını yaptılar. EOKA’nın siyasi lideri Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı Makarios iken, Meclis Başkanı Klerides Kurmay başkanı olarak, Çalışma Bakanı Papadopulos, İçişleri Bakanı Yorgacis ve diğer Rum bakanlar ise EOKA’nın yöneticileri olarak AKRİTAS Planının uygulanmasında görev aldılar
Nitekim Rumlar, Anayasanın en önemli maddelerini ihlal etmeye başladılar… 3 yıl dolmadan, federal ortaklık devletini Rumların yönettiği bir ÜNİTER devlete dönüştürmek ve ENOSİS’i gerçekleştirmek için, Türklerin eşitliğini sağlayıp koruyan 13 maddeyi değiştirmek amacıyla bir girişim yaptılar. Türk Halkı ve Türkiye bunu reddetti. Bunun üzerine 21 Aralık 1963’de AKRİTAS soykırım planı çerçevesinde, Türk Halkına karşı topyekûn bir saldırı başlattılar. 1964 yılı boyunca devam eden saldırılar sonucu 103 Türk yerleşim yeri işgal edildi, 40-50 bin civarında Türk göç etmek zorunda kaldı. Türk Halkı adanın %3’ünü teşkil eden gettolarda 11 yıl sürecek insanlık dışı bir kuşatmaya alındı. Türkiye, hava kuvvetleri 30 Aralık 1963’de ihtar uçuşlarıyla saldırıları durdurdu. Ağustos 1964’de ise Erenköy’e saldıran Rum-Yunan birliklerine karşı, 3 gün süren sınırlı polis harekâtı gerçekleştirerek büyük bir soykırımı önledi…
TMT öncülüğünde nefs-i müdafaa yapan Türk Halkı, soykırımdan kurtuldu ancak, eşit kurucu ortağı olduğu devletten silah zoruyla atıldı, bütçeden, ekonomiden ve devlet hizmetlerinden dışlandı. İki halklı Ortaklık devleti Rumlarca işgal edilerek yüzde yüz Rumlardan oluşan ÜNİTER bir Rum devletine dönüştürüldü. Ne ki, Türk Halkı teslim olmadı, 11 yıl boyunca Türkiye’den gelen Kızılay yardımları ve maddi destekle direnişini sürdürdü
ABD bu dönem devreye girerek geçici bir süre için Türkiye’ye kiralanacak küçük bir üs karşılığı ENOSİS’in gerçekleşmesini, bunu kabul etmeyecek Türklerin, Yunanistan tarafından Türkiye’ye verilecek Meis adasına naklini içeren 1. Ve 2. Acheson planlarını önerdi. Makarios “hiçbir ülkeye tek karış toprak ve üs vermeden ENOSİS olmalı” diyerek bu planları reddetti.
Rum tarafı 1964 yılı başında garanti anlaşmasını tek yanlı olarak feshettiğini açıkladı ve Rum Meclisi ilk ENOSİS kararını aldı. Bu arada Yunanistan’dan adaya gizlice 20 bin tam teçhizatlı asker gönderilerek EOKA takviye edildi. Bundan cesaret alan Rumlar, 1967’de oybirliği ile ikinci bir ENOSİS kararı aldı, bu karar hala iptal edilmediğinden yürürlükte bulunuyor. Ne var ki Türkiye ve İngiltere garanti anlaşmasının tek yanlı feshini tanımadı. Olası bir Türk müdahalesinden korkan Rum tarafı ise Meclisinden aldığı ENOSİS kararını hayata geçiremedi.
15 Kasım 1967’de, Rum ve Yunan birlikleri bu kez Geçitkale ve Boğaziçi köylerine saldırarak 24 Türk’ü katletti, köyleri işgal etti. Türkiye adaya müdahale hazırlıklarına başladı. Bunun üzerine ABD devreye girerek müdahaleyi önledi. Müdahaleyi önlemek için, Türkiye’nin şartları olan 12 bin Yunan askerinin adadan çekilmesi, işgal edilen köylerin boşaltılması, esir alınan köylülerin serbest bırakılması, sürgündeki Denktaş’ın adaya dönmesi, kuşatmanın kaldırılması ve sorunu çözmek için 1968’de görüşmelerin başlaması kabul edildi. Ardından Denktaş adaya döndü ve Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi ilan edildi. Bir süre sonra “Geçici” ifadesi kaldırılarak ayrı Türk idaresinin adı Kıbrıs Türk Yönetimi oldu.
1968’de başlayan görüşmeler, Türk tarafının birçok temel konuda önemli tavizler vermesine ve eşit ortaklıktan “özerk yönetim”e gerilemesine karşın, Garantörlüğün iptalini kabul etmemesi nedeniyle 1973 yılında kesildi. Makarios, “bir kez daha Türkiye’nin garantörlüğünü içeren ve ENOSİS’i yasaklayan bir anlaşmaya imza atmam” diyerek görüşmeleri noktaladı
ENOSİS AMAÇLI YUNAN DARBESİ, TÜRK BARIŞ HAREKÂTI, KKTC’NİN İLANI VE GÖRÜŞME SÜRECİ
Yunanistan ve İLHAK yanlısı Rumların bir yeni ENOSİS girişimi 15 Temmuz 1974 Yunan darbesiyle ortaya çıktı. Ne ki Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 müdahalesi ENOSİS’in gerçekleşmesini önledi. Ardından Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi ilan edildi, 13 Şubat 1975’de ise Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edildi. Ağustos 1975’de ise Viyana’da Nüfus Mübadelesi Anlaşması yapıldı ve Güney’de esir olan Türkler Kuzeye, Kuzeydeki Rumlar da gönüllü olarak Güneye geçti. Ardından 1977 yılında Denktaş – Makarios, 1979 yılında ise Denktaş-Kiprianu arasında yapılan doruk anlaşmaları ile Kıbrıs’ta “iki kesimli-iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı federal bir ortaklık devletinin kurulması” üzerinde mutabakat sağlandı. Süren görüşmelerde Rum tarafının, kendi hâkimiyetinde ÜNİTER Devlet kurma ve ENOSİS hedefinden vazgeçmediği ortaya çıkınca 15 Kasım 1983’de KKTC ilan edildi.
Buna karşın federasyon kurma hedefiyle görüşmeler sürdü… Ocak 1985 ve Mart 1986 yılında BM Genel Sekreteri Cuellar tarafından iki federal çözüm planı sunuldu. Türk tarafı bunları kabul ederken, Rum tarafı ENOSİS hedefinden vazgeçmediği için bu planları reddetti. Ardından 1992 yılında BM Genel Sekreteri Butros Gali tarafından federal çözüm öngören Gali Planı, 1993’de ise GYÖ paketi sunuldu, ancak bunlar da Rumlar tarafından reddedildi.
Bunun ardından 2004’de bu kez BM Genel Sekreteri Annan tarafından iki eyaletli federal çözüm öngören Annan Planı baskı ve dayatmalarla her iki tarafa da kabul ettirildi. Ne ki yapılan referandumda Rumlar yüzde 75 oranında federasyona “hayır” derken, Türk Halkının yüzde 65’i ise yapılan sahte vaatlere aldanarak, baskı ve tehditlere boyun eğerek, milyonlarca dolarla desteklenen yoğun psikolojik harekâtın etkisinde kalarak ve AKP hükümetinin telkinlerine uyarak bu plana EVET dedi.
Rum tarafı, HAYIR demesine karşın, tüm adanın tek meşru devleti sıfatıyla, AB’ye tam üye yapılarak, federasyon çözümü dinamitlendi.
Rumların HAYIR demesi ve buna karşın tüm Kıbrıs adına AB’ye tam üye yapılması ile Türk tarafı federal çözüm arayışlarına son vermek, ambargoların kaldırılmasını ve TANINMA istemek, iki egemen devlete dayalı bir çözümü savunmak ve devletten devlete görüşme talep etmek için eşsiz bir fırsat yakaladı. Ne ki gerek o dönem KKTC’de AKP desteğiyle Cumhurbaşkanı olan CTP’li Mehmetali Talat’ın ve hükümetteki CTP’nin, gerek AKP hükümetinin, gerekse ABD-AB’nin referandum öncesi verdikleri sözleri tutmaması sonucu birkaç yıl sonra federasyon görüşmeleri yeniden başladı…
Halkın bu nedenle Talat’ı cezalandırarak görevden almasına ve yerine Derviş Eroğlu’nu seçmesine karşın, Sn. Ahmet Davutoğlu’nun bizzat KKTC’ye gelerek yaptığı baskı ve telkinler sonucu, Eroğlu da federasyon görüşmeye devam etti.
Eroğlu’nun ardından, uzun yıllar ABD’de yaşadıktan sonra adaya dönerek, dış güçlerin desteğiyle Cumhurbaşkanlığına seçilen Mustafa Akıncı da, 1968 yılından beri devam eden federasyon görüşmelerini, görülmemiş bir teslimiyetçi anlayışla sürdürdü. Ne ki, Rum tarafının göstermelik ve kâğıt üstünde kalacak bir siyasi eşitliğe bile karşı çıkması, Rumlar hâkimiyetinde ENOSİS’e açık, adı federal, içeriği ÜNİTER DEVLET hedefinden vazgeçmemesi ve Türkiye’nin garantörlüğünü reddetmesi sonucu, verilen korkunç tavizlere karşın federal bir çözüm sağlanamadı…
TARİHİ SÜREÇTEN ÇIKAN SONUÇ
Bütün bu tarihi süreçten ortaya çıkan net sonuç şudur:
AKINCI VE AKP HÜKÜMETİ HALA GÖRÜŞME NİYETİNDE
Oysa bu yapılacak yerde, Crans Montana’da Sn. Akıncı ve Sn. Çavuşoğlu ve daha sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve AB Bakanı Ömer Çelik’in yaptığı, “sadece görüşmeler değil, süreç sona ermiştir, mevcut BM parametreleri temelinde çözüm bulunması mümkün değildir, yeni parametreler gerekmektedir” şeklindeki açıklamalarına rağmen ve Akıncı’nın yaptığı “bu bizim kuşağın son federasyon denemesiydi, biz başaramadık, gelecek nesillere başarılar dilerim, bundan sonra KKTC ile yolumuza devam edeceğiz” şeklindeki açıklamasına karşın, şimdi bu sözler paspas yapılarak çiğnenmiştir.
Nitekim Rum seçimlerinin ardından, iki toplumlu iki bölgeli, egemenlikleri olmayacak iki eyaletli federasyon görüşmelerine Mart 2018’de bırakıldığı yerden devam etmeyi planlamaktadırlar…
Oysa görüşmelerin Crans Montana’da bırakıldığı yer, korkunç tavizlerin verildiği, 1960 Anlaşmalarından, Cuellar, Gali ve Annan Planlarından bile geri olan, KKTC’nin egemen bir devlet olmaktan çıkarılarak Rum ağırlıklı birleşik Kıbrıs’ın, içinde yüzbinlerce Rum ve Yunan’ın yaşadığı karma nüfuslu bir eyaleti olacağı, Türkiye’nin garantörlüğünün iptal edileceği, Türk askerinin adadan çıkarılacağı, Kıbrıs ile Türkiye’nin bağlarının koparılacağı, TC vatandaşlarının adaya ancak vize ile gelebileceği, 100 binden fazla Türkün göçe zorlanacağı, 50 civarında yerleşim yerinin ve KKTC topraklarının beşte birinin Rumlara verileceği, kalan toprağa da yüzbinlerce Rumun döneceği tam bir felaket noktasıdır. Bu, savaşı kaybeden haksız ve saldırgan taraf bizmişiz gibi ve savaşı kazanan haklı taraf Rumlarmış gibi, onların koyduğu teslim şartlarının kabul edildiği ikinci bir SEVR noktasıdır.
5-10 yıl içinde Kıbrıs’ın tümünün ekonomik, demografik, siyasi yönden Rum-Yunan-AB egemenliğine girmesi ve Türk Halkının Rum-Yunan-AB içinde asimile olacağı bu felaket noktasını daha iyi anlamak için Sn. Akıncı’nın 6 başlıkta verdiği önemli tavizleri aktarmak istiyorum:
SİYASAL EŞİTLİK YOK: YASAMA-YÜRÜTME-BAŞKANLIK
Sn. Akıncı siyasal eşitliğimizi sağladığını, 1960’dan çok daha iyi haklar elde ettiğini iddia etmektedir. Oysa Meclisten ve hükümetten gizli olarak vatan toprağının beşte birini vermiştir ancak aldığı siyasal eşitlik değil, siyasal eşitlik adı altında ÜNİTER DEVLET’tir, ki bu da 1960’dan beridir Rum tarafının temel isteğidir.
**** Siyasal eşitlik alınmış olsaydı, Rum tarafının nüfusuna bakılmaksızın AB’de eşit süreli dönem başkanlığı yapması gibi, dönüşümlü başkanlığın eşit süreli olması gerekirdi. Oysa 20 ay Türk, 40 ay Rum dönem başkanı olacaktır
***** Siyasal eşitlik olsaydı, 1960’da olduğu ve 1986 Cuellar planında da kabul edildiği gibi Türk eş başkanın Meclis tarafından çıkarılacak yasaları, hükümetin alacağı kararları ve Rum eş başkanın kendi başına alacağı kararları VETO etme hakkı olması veya her konuda konsensüs aranması gerekirdi. Oysa hem Veto hakkımızdan vaz geçilmiştir, hem de, Akıncı’nın ifadesi ile iki başkan arasında sadece 3 konuda konsensüs aranacaktır. Bakanlar Kurulunda ise başkanlar toplantılara katılacaklar, ancak oy hakları olmayacaktır. Yine aynı şekilde Cuellar planında bile merkezi devlete bırakılan 12 yetkiden 10’unda VETO hakkımız kabul edilmişti. Dolayısı ile bu, hem 1960’dan, hem de Cuellar planından bile geridir.
RUMUN İSTEDİĞİ ÇAPRAZ OY KABUL EDİLMİŞTİR
***** Bir diğer husus, Başkan seçiminde Rumların da Türk başkanın belirlenmesi için oy kullanacak olmasıdır. Bu amaçla kabul edilen ÇAPRAZ oy sistemi nedeniyle seçilecek Türk başkanın kim olacağını Rumların %20 oranındaki oyu belirleyecektir. Böylece seçilecek olan Türk başkan, her zaman Rumların isteklerine boyun eğebilecek Rum muhibbi biri olacaktır. Bir başka deyişle Rumların sevdiği ve istediği teslimiyetçi biri olacaktır. Türk Halkının meşru hak ve çıkarlarını savunan bir kişi asla başkan seçilemeyecektir. İki Halklı Federasyonların ruhuna ters olan bu durum siyasi eşitliğin ve Türk Halkının özgür iradesinin fiili olarak yok edilmesi ve Rumların ÜNİTER Devlet isteğinin fiili olarak gerçekleşmesidir.
Sn. Akıncı, Bakanlar Kurulunun 7 Rum 4 Türk üyeden oluşacağını açıklamıştır. Ne ki kararların bir Türk üyenin katılımıyla SALT ÇOĞUNLUKLA alınacağını söylememiştir. Oysa 1960’da ve 1986 Cuellar Planında kararlar Türk üyelerin ayrı oy çoğunluğu ile alınacaktı. Yani, 4 üyenin en az 3’ünün Rumlarla birlikte oy vermesiyle kararların alınması gerekirdi. Ayrı oy çoğunluğu hakkımızdan vazgeçmekle, siyasal eşitliğimiz, etkin temsiliyetimiz, kararlara etkin katılımımız yok edilmiştir. Rum çoğunluk AKEL’ci bir işbirlikçi Türk üyenin katılımıyla istediği her kararı alacak ve ülkeyi ÜNİTER DEVLET şeklinde yönetecektir.
****Alt meclis 36 Rum 12 Türk’ten oluşacaktır. Bu 75’e 25 oranıdır. Oysa 1960 anlaşmalarında Meclis’te temsiliyetimiz 70’e 30 oranı şeklindeydi ve ortak Mecliste de 35 Rum 15 Türk milletvekili vardı. Yani, Sn. Akıncı 1960’dan daha ileri haklar almış değil, bizi 1960’dan da geri götürmüştür.
**** Alt Meclis’te kararlar 3 Türkün Rumlarla birlikte oy kullanmasıyla SALT ÇOĞUNLUKLA alınacaktır. Böylece 1960’da var olan ve 1986 Cuellar Planı’nda da kabul edilen ayrı oy çoğunluğu hakkımız yok edilmiştir. Eğer bu hakkımız Rumlar istiyor diye terk edilmeseydi, yasa çıkması için en az 7 Türkün Rumlarla birlikte oy kullanması gerekecekti. Böylece Rumlar AKEL’ci 3 işbirlikçi Rum muhibbinin desteğiyle alt Meclisten, ÜNİTER DEVLETMİŞ gibi istediği her yasayı çıkaracaktır. Bu, siyasal eşitliğimizin ve yasama faaliyetlerine etkin katılımımızın, çıkacak yasalarda eşit söz hakkımızın yok edilmesidir. Fiili olarak azınlık statüsüne düşürülmemizdir
**** Üst Meclis ( Senato) 20 Rum ve 20 Türk’ten oluşacaktır. Ne ki kararlar 5 Türk’ün oyu ile SALT ÇOĞUNLUKLA alınacaktır. Oysa 1960’da olduğu ve 1986 Cuellar Planı’nda da öngörüldüğü gibi ayrı oy çoğunluğu hakkımız korunmuş olsaydı en az 11 Türk milletvekilinin oyu ile kararlar alınacaktı. Bu, kararlara etkin katılımımızı ve siyasi eşitliğimizi sağlayacaktı. Oysa Sn. Akıncı tarafından kabul edilen bu düzenlemede, Rum muhibbi AKEL’ci 5 Türkün desteğiyle Rumlar ülkeyi istediği gibi ÜNİTER DEVLET şeklinde yönetecektir.
RUM STRATEJİSİ
Onların hesabı şudur: Nasıl olmasa Türkler içinde %35 sol oy var. Sol partilerden alt Meclise seçilecek 3 üye ve üst meclise seçilecek 5 üye Rumlarla işbirliği yapacak ve böylece “KIBRISLI MİLLETİ-KIBRIS HALKI” olarak ülkeyi istediğimiz gibi yöneteceğiz..
Bütün bunlar Rum tarafının 1963’de ENOSİS’in yolunu açmak için Anayasada değiştirilmesini talep ettiği ve Türk halkının reddettiği, o nedenle silahlı saldırıya, etnik temizliğe, soykırıma uğradığı, buna karşın direnerek kabul etmediği 13 değişiklik maddesi içinde yer almaktaydı. Söz konusu 13 madde içinde VETO hakkımızın ve ayrı oy çoğunluğu hakkımızın kaldırılması, kararların salt çoğunlukla alınması ve Rumların seçilecek Türk adayları belirleyebilecekleri birleşik seçim sistemi talep edilmekteydi.
Böylece siyasal eşitliğimiz ortadan kalkacak, azınlık durumuna düşeceğiz, devleti ÜNİTER yapıya çevirecekler ve engel olma imkânımız kalktığı için hükümet ve mecliste ENOSİS kararını rahatlıkla alabileceklerdi.
İşte Sn. Akıncı’nın toprak verip aldığını iddia ettiği sözde siyasi eşitliğin gerçek yüzü budur. Siyasi eşitlik adına bizi götürdüğü yol Rum egemenliğinde, Rum hâkimiyetinde, Rum hegemonyasında azınlık statüsüdür. Kabul ettiği bütün hususlar 1960 anlaşmasından ve Cuellar planından bile çok geridir.
AKINCI, TÜRK-YUNAN DENGESİNİN KORUNMASINDAN VAZGEÇTİ
Rum tarafının Kıbrıs sorunu çözülmeden tüm Kıbrıs adına ve Türkleri de kapsayacak şekilde AB’a tam üye yapılmasının amacı, tek kurşun atmadan Kıbrıs’ı bir Rum-Yunan adası haline getirmektir. Nitekim ENOSİS sadece Güneyi kapsayacak şekilde, AB çatısı altında gerçekleşmiş ve Rum tarafı ile Yunanistan AB çatısı altında siyasi, ekonomik, askeri, demografik yönden bütünleşmiştir. Yunan vatandaşları AB ilkesi olan 4 özgürlükten ( serbest dolaşma, yerleşme, mülk edinme, iş kurma ve çalışma özgürlükleri) yararlanarak adayı istila etmiştir. Sadece son yıllarda 50 bin Yunan vatandaşı Güneye yerleşmiştir. (Rum tarafı AB’a girince adayı ziyaret eden Yunan Başbakanı Simitis, düzenlenen coşkulu mitingde yaptığı konuşmada ‘asırlar sonra milli hedeflerine ulaştıklarını ve ENOSİS’in AB çatısı altında gerçekleştiğini’ söylemiştir.)
Kıbrıs sorunu çözülmeden Rum tarafının tüm Kıbrıs adına AB’a tam üye yapılması ile Türkiye ve Yunanistan arasında Lozan’da kurulan ve 1960 anlaşmaları ile Kıbrıs’a da teşmil edilen denge, Yunanistan lehine bozulmuştur. Devamla bu gelişme ile Garanti anlaşmasında yer alan “Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadığı siyasi, ekonomik veya askeri bir birliğe üye olamayacağı” ilkesi çiğnenmiştir. Bu nedenle çözüm olmadan ve iki Halkın da onayı alınmadan tüm Kıbrıs’ın AB üyeliği meşru değildir…
İÇ-DIŞ DENGENİN KORUNMASI
Denktaş’ın görevde olduğu dönemde, Türkiye ve KKTC, Rum tarafının gayrı meşru şekilde AB’ye tam üye yapılması karşısında doğru çözüm için şu temel ilkeleri saptamıştı:
– Çözümde bir iç, bir de dış denge olmalıdır.
İÇ DENGE, Egemenliğin iki kurucu Halk-devlet arasında egemen eşitlik temelinde paylaşılmasıdır. .
DIŞ DENGE ise Lozan’da tesis edilen ve 1960 anlaşmaları ile Kıbrıs’a da teşmil edilen Türk-Yunan dengesinin AB üyeliği içinde de korunmasıdır.
Bu çerçevede
1- Garanti Anlaşması AB üyeliğinde de, Türkiye AB’ye tam üye olana kadar, aynen devam etmelidir. AB üyesi olan Yunanistan, AB üyesi olmayan Türkiye’ye karşı askeri-siyasi, demografik, ekonomik avantaj elde etmemelidir.
2- Olası bir çözüm iki kesimli-iki toplumlu, iki eşit kurucu devlete, eşit egemenliğe ve eşit ekonomilere dayanmalıdır.
Bu ilkeyi korumak için, Rumların ve Yunan vatandaşlarının, 4 özgürlük çerçevesinde Kuzeyde mülk almaları, yerleşmeleri, iş kurmaları ve çalışmaları kalıcı derogasyonlarla kısıtlanmalıdır. Bu çerçevede Türk Halkı Kuzeyde nüfus ve mülkiyette sarih bir çoğunluğa sahip olmalıdır. (örneğin yerleşecek Rumların oranı Türk nüfusun yüzde 5’ini, satın alacakları mülkler de Türk mülk oranının yüzde 3’ünü geçmemelidir. Sarih çoğunluk BM tarafından da kabul edilen bir ilkedir) Saptanacak derogasyonlar AB’nin 1. hukuku haline getirilerek ileride AİHM tarafından bozulması önlenmelidir.
3- Yunan vatandaşlarının AB üyeliği çerçevesinde sahip olacağı 4 özgürlük, AB üyesi olana kadar, aday üye Türkiye vatandaşlarına da tanınmalıdır. Böylece Türk vatandaşları da Yunan-Rum vatandaşları gibi tüm adada 4 özgürlüğe sahip olacaklarından, adadaki Türk varlığının asimile olması, tüm adanın demografik, ekonomik ve siyasi olarak Yunan hakimiyetine girerek Lozan’da tesis edilen ve 1960’da Kıbrıs’a da teşmil edilen dengenin Yunanistan lehine bozulması önlenebilir..
4-Türkiye’ye, 1960 anlaşmalarında da öngörüldüğü gibi, “müsaadeye en fazla mazhar ülke” statüsü tanınmalıdır. Böylece Yunanistan’ın AB içinde olması nedeniyle elde ettiği tüm ayrıcalıklar, Türkiye AB’ye tam üye olana kadar, aynen Türkiye’ye de tanınmalıdır
AKINCI SAVUNMADI
Lozan’da tesis edilen ve 1960’da Kıbrıs’a da teşmil edilen Türk-Yunan dengesinin adada korunması için saptanan bu ilkeler, Sn. Akıncı tarafından masada savunulmadı. Tam aksi, Rum-Yunan ikilisinin tüm adaya egemen olma emelleri çerçevesindeki tüm talepleri kabul edildi.
İlaveten, Anlaşmanın iki egemen kurucu devlete (Founding State) dayalı olma ilkesi yerine egemenliği olmayan “iki eyalete- constituent state” dayalı olması kabul edildi.
Anlaşma yürürlüğe girmeden önce özel bir programla Türk ekonomisin destekleneceği ve Ekonomik eşitliğin sağlanacağı 5 yıllık geçiş süreci talebinden vazgeçildi
Mülkiyette ve nüfusta sarih çoğunluğa sahip olma ilkesi sulandırıldı. Kuzeye gelecek Rumların, Türk nüfusun yüzde 20’si oranındaki miktarının ( 45-50 bin) seçme ve seçilme hakkı dâhil iç vatandaşlık haklarına sahip olması kabul edildi. Böylece iki toplumluluk-iki kesimlilik ilkesini sulandırdı
Adadaki Türk nüfusu 1/4 oranında donduruldu. ( 220 bin Türk 803 bin Rum) Bu oranı korumak adına, 1 Türkün vatandaş olması için, 4 Yunan’ın vatandaş olma şartı kabul edildi. Böylece, şu an 320 bin olan KKTC nüfusunun 100 binin adadan atılmasına kapı açtı. Nitekim Anastasiadis, şu an adada çalışma izni ile bulunan TC vatandaşlarının izinleri bittikten sonra geri gönderileceğini açıklamıştır. (Yunanlılar AB vatandaşlığı nedeniyle tüm adada yerleşebilecekleri ve tüm hakları kullanabilecekleri için Kıbrıs vatandaşı olmaya gerek duymayacaklarından, bu, hiçbir Türkün vatandaş olmayacağı demektir. Bir başka deyişle Yunan nüfusu artarken, Türk nüfus yerinde sayacaktır)
Nikos Anastasiadis, 4’e 1 oranına değinirken Akıncı’nın verdiği tavizi şöyle anlatmıştır: “Nüfus oranı uzlaşılmıştır. 4’e 1, çözümden sonra Kıbrıs vatandaşlığını edinecekleri anlatır. Bir Türk’ün vatandaşlık alabilmesi için önce 4 Yunan’ın vatandaşlık alması gerekir ki demografik nitelik korunsun. … İlk başta yerleşiklere çalışma izni verilecek. Çalışma-ikamet izinleri bittiğinde gidecekler. 50-55 bin yerleşik Kıbrıs’ta daimi kalacak, geri kalanları çalışma izni alacak ve bu bittiğinde, izin yenilemeleri zaruri değilse, gidecekler.”
DIŞ DENGE’yi korumak açısından çok önemli olan Türkiye AB üyesi olana kadar Türk vatandaşlarına da, Yunan vatandaşlarının sahip olacağı 4 özgürlüğün tanınması ve AB üyeliği nedeniyle Yunanistan’ın sahip olacağı tüm hakların AB’ye tam üye olana kadar Türkiye’ye de tanınması da elde edilmemiştir. Böylece olası bir çözümden sonra yüzbinlerce Yunan vatandaşının ve Yunan sermayesinin adaya akın edip burayı bir Yunan adası haline getirmesine; TC vatandaşlarının ise çok güçlü ailevi ve ekonomik ilişkileri olmasına karşın, adaya ancak Schengen vizesi ile turist olarak gelebilmesine ve Yunanistan’ın AB üyeliği nedeniyle, AB üyesi olmayan Türkiye’ye karşı ekonomik, siyasi, demografik avantajlar elde etmesine kapı açılmıştır.
Anastasiadis, “Türk vatandaşlarına 4 özgürlüğün tanınmasının Türk işgalinden ve Türk askerinin adada kalmasından daha tehlikeli olduğunu” iddia ederek, bu konunun kendileri için stratejik önemini ifade etmiştir
RUMLARA 4 ÖZGÜRLÜK VE “KALMA HAKKI” TANIDI
Sn. Akıncı tüm Rumlara 4 özgürlük ve Kuzeyde KALMA HAKKI da tanımıştır. İsteyen her Rum kuzeyde mülk alıp yerleşecek, çalışacak, iş kuracaktır. Bu, yüz bin de, iki yüz bin de olabilir. Böylece iki kesimlilik zaman içinde sona erecektir. BM’nin de kabul ettiği kuzeyde nüfus ve mülkiyette sarih çoğunlukta olma hakkımızı kaybedeceğimiz gibi, iki kesimlilik ilkesi de yok olacaktır. Bu Annan planında bile olmayan korkunç bir tavizdir.
“DAİMİ İKAMET HAKK”IYLA KUZEYE YERLEŞECEK RUMLAR
Sn. Akıncı, Kuzey eyaletinde nüfusumuzun 1/5 oranında Rum’a vatandaşlık haklarıyla daimi ikamet hakkı vermiştir. 4 özgürlüğü kullanarak “kalma hakkı” ile kuzeye gelecek yüzbinlerce Rum’un 50 binine ( yüzde 20- nüfusumuzun beşte biri) “daimi ikamet hakkı” ve yerel seçimlerde seçme – seçilme hakkı tanımıştır ki bu, iki toplumluluk-iki kesimlilik ilkesini de yok edecektir. İleride, Rumların başvurusu ile AİHM, bunu “ayırımcılık” olarak niteleyecek ve kuzeyde “kalma hakkı” ile yaşayacak olan diğer tüm Rumlara da seçme ve seçilme hakkını tanıyacaktır. Böylece derogasyon ve 1. Hukuk olmadığı için AİHM tarafından iptal edilecek bu “ayırımcılık” sonucu uzun vadede Rumlar kuzeyde çoğunluğu elde edecek ve kuzeydeki yönetim-ekonomi-toprak da Rumların eline geçecektir. Dolayısıyla Akıncı’nın, bunca yıl müzakerelerde savunduğumuz derogasyonlardan ve mülkiyette-nüfusta sarih çoğunluk ilkesinden vazgeçmesi korkunç bir tavizdir
Sn. Akıncı 16 Ekim 2016’da görüşmeden sonra yaptığı ve tüm gazetelerde, TAK ajansında ve TV haberlerinde yer alan açıklamasında bu konuda özetle şöyle demiştir:
“Kuzeye de yasal ikamet hakkında sahip olacak Kıbrıslı Rumların sayısı, Kıbrıslı Türklerin nüfusunun yüzde 20’sini geçmeyecektir. Liderler geçmişte nüfus sayılarıyla ilgili 800 bin Kıbrıslı Rum’a karşı 220 bin Kıbrıslı Türk üzerinde anlaşmaya varmıştı. Buna göre ilk etapta kuzeye seçme seçilme hakkına sahip 44 bin Kıbrıslı Rum yerleşme hakkına sahip olacaktır. Kıbrıslı Türklerin nüfusu arttıkça Kıbrıs Türk kurucu devletine yerleşebilecek Kıbrıslı Rumların sayılarında da artış olacaktır. Kalma hakkı ise kaçınılmaz olarak herkese uygulanacaktır. İsteyen istediği yerde konaklayabilir. Yazlık ev yapmak istiyorsa yapabilir. Bir apartman dairesi alıp yerleşebilir. İş bulursa çalışabilir. İş kurmak isterse yerel yönetime müracaat edip gerekli izinleri alırsa işini kurabilir. Serbest dolaşım, serbest mülk edinme, serbest yerleşme ve çalışma gibi bireysel haklar olacaktır”
DİSİ Başkanı Averof Neofitu ise bu gelişmeyi zafer ilan ederek şöyle konuşmuştur: “Müzakerelerde bugüne kadar Kıbrıs Rum tarafı için önemli kazanımlar sağlanmıştır. 1960 anayasasında bulunan, Kıbrıs Türk başkan yardımcısının, seçilme usulü gibi bazı eksiklikler giderilmiştir. (Çapraz oy kastediliyor). Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nde temel özgürlüklerin olması (4 özgürlük; yani Rumların kuzeyde mülk alma, yerleşme, iş kurma ve çalışma özgürlüğünün kısıtlamasız uygulanması)konusunda ilk kez uzlaşıya varılmıştır, Kıbrıslı Rumların yüzde 80; Kıbrıslı Türklerin yüzde 20 nüfus oranında olması konusundaki anlaşma büyük bir başarıdır. Ayrıca nüfus oranının her zaman 4’e 1 oranında olmasında anlaşılması ileride nüfus yapısının bozulmasını engelleyecektir”
DEROGASYONLAR VE AB BİRİNCİL HUKUKU
Sn. Akıncı, iki kesimli ve iki toplumlu yapının bozulmasını ve Rum-Yunan-AB vatandaşlarının Kuzeyde çoğunluğa geçmelerini önleyecek olan ve bugüne kadar kararlılıkla savunulan kalıcı derogasyonlardan vazgeçerken, anlaşmanın AB’nin birincil hukuku olmasını Anastasiadis’e kabul ettirememiştir. Böylece kâğıt üzerinde var olan kısıtlamaların ileride AİHM tarafından “AB hukukuna ters olduğu” gerekçesiyle iptaline ve varılacak anlaşmanın “AB hukuku” gerekçe gösterilerek Rumlar lehine değiştirilmesine kapı açmıştır
ÖĞRENCİ VE ÇALIŞMA İZİNLERİ
Sn. Akıncı, öğrenci ve çalışma izinleri ile dolaylı vergileri de Rum ağırlıklı merkezi devlete bırakmıştır. Rum tarafı öğrencilere bilinçli engeller çıkaracağı için, ekonomiye 1 milyar dolar katkı sağlayan Üniversitelerimiz tehlikeye girecektir. İşletmelerimiz ise Rumların çalışma izinlerinde çıkaracağı engeller sonucu çalıştıracak işçi bulamayacaktır. Kuzey eyaleti maaş bile ödeyemeyecek duruma gelecektir
TAZMİNAT HAKLARIMIZDAN VAZGEÇTİ, AMA RUMA TAZMİNAT ÖDEYECEĞİZ
Sn. Akıncı 1963’den gelen tazminat haklarımızdan da vazgeçmiştir. Yakılıp yıkılan köylerimizin, yağmalanan mülklerimizin, katledilen, sakat bırakılan, öksüz bırakılan insanlarımızın, gasp edilen haklarımızın tazminatlarını masaya getirmeyerek Rumlara bağışlamıştır. Ama Rumların kuzeydeki malları için 25-30 milyar Euro maddi-manevi tazminat ödemeyi kabul etmiştir.
Kıbrıs’ta ENOSİS için savaşı başlatan, insanlık suçu işleyen, soykırım yapan, savaş suçlusu ve haksız olan ve savaşı kaybeden Rum tarafıdır. Sorumlusu olmadığı bir savaşa zorlanan, bu savaşı kazanan, haklı olan, mağdur olan, soykırıma ve saldırıya uğrayan, 11 yıl gettolarda kuşatma altında yaşamak zorunda bırakılan, kurucusu ve ortağı olduğu devletten silah zoruyla atılan ise Türk tarafıdır…
Savaşı kaybeden savaş suçlusu ve haksız tarafın; zaferi kazanan, mağdur ve haklı tarafa şart dayatması, tazminat talep etmesi ve zafer kazanan haklı tarafın da kendisi suçluymuş gibi tavizler vererek, toprak vererek, tazminat ödemesi, tarihte nerede görülmüştür?
Sn. Akıncı, Rum tarafından tazminat talep etmek yerine tazminat ödemeyi, toprak vermeyi ve tüm Rum şartlarını-dayatmalarını kabul ederek bizi suçlu durumuna düşürmüştür.
VAKIF VE SULTAN MÜLKLERİ SAVUNULMADI
Sn. Akıncı, gasp edilen vakıf mülkleri ile sultan mallarını veya onların tazminatlarını da talep etmemiştir. Buna karşın, 618 kilise ve 21 manastırı (çevre arazileri ile) ve eski eser nitelikli yerleri Rumlara vermeyi ve Vakıf Mülkü Maraş’ı karşılıksız Rumlara bırakmayı kabul etmiştir.
Rumlar tarafından gasp edilen Vakıf arazilerinin toplamı 337245 dönümdür. Gasp edilen, Padişah Abdülhamid adına kayıtlı Sultan Mülkleri ise 322109 dönümdür. Toplamda 659354 dönüm vakıf ve sultan malı Rumlar tarafından gasp edilmiştir. Bunlarla birlikte tapulu Türk mülkü %33 dür. Rahmetli kurucu cumhurbaşkanımız Denktaş döneminde, bize kalacak toprağın %33 olduğu esasından hareketle bir harita hazırlanmıştır… Bu harita, hazırlayıcısı harita uzmanı Halil Giray tarafından Sn. Akıncı’ya verilmesine karşı dikkate alınmamış ve karşılığında bir şey alınmadan, Rum tarafına %29.2’lik bir taviz haritası verilmiştir.
KORKUNÇ TOPRAK TAVİZİ VERİLİYOR
KKTC hükümetinin, Meclisin ve TBMM’nin bilgisi ve onayı dışında, 1977-1979 doruk anlaşmalarında belirlenen “verimlilik, yeterlilik, mülkiyet ve güvenlik” kriterlerini terk ederek ve kendi aklına göre yüzde 7 oranında toprak tavizi vererek yüzde 36’dan yüzde 29.2’ye inmiştir. Bir başka deyişle KKTC topraklarının beşte birini karşılığında bir şey almadan vermiştir. Bunu ise yine Meclisin ve TBMM’nin bilgisi dışında, kendi aklına göre çizdiği bir haritaya dökerek Rum tarafı ile BM’ye vermiştir.( verilecek topraklara 80-90 bin Rum yerleşirken 30-40 bin arası Türk 4. kez göçmen olacaktır)
Oysa varılan mutabakatlara göre, toprak, harita ve garantörlük konusu, tüm diğer konularda anlaşma olduktan sonra görüşülecekti. Ne ki, Sn. Akıncı diğer 4 başlıkta anlaşma olmamasına, siyasi eşitlik ve garantörlük kabul edilmemesine karşın, hem tek yanlı toprak tavizi vermiş, hem harita sunmuş, hem de müzakere tarihi boyunca kırmızıçizgimiz olan Türkiye’nin garantörlüğünü pazarlığa açmıştır.
Sn. Akıncı’nın kendi aklına göre verdiği haritada, Maraş, Gazimağusa-Lefkoşa-Güzelyurt yolunun Güneyindeki araziler ve köyler Rum tarafına bırakılmıştır.
Rumların verdiği haritada ise Türk tarafına %28.2 toprak öngörülmekte, Karpaz’daki 4 Rum köyü ve Güzelyurt Rum tarafına bırakılmakta, 90 bin Rumun verilecek olan bu topraklara, 50 bin Rumun da Kuzeyde bize kalacak bölgeye geri dönmesi öngörülmektedir.(Sn. Akıncı bunu kabul etmiştir.)
İki harita arasında görülen %1’lik farkı önemsiz addeden Sn. Akıncı, 12 Temmuz 2017 tarihinde Havadis gazetesinde çıkan açıklamasında, “%28.2’lik toprak öngören Annan haritasını da kabul edebileceğini” açıklamıştır.
Bilindiği gibi bu haritanın içinde Güzelyurt ve Maraş Rum tarafına bırakılırken, Karpaz’da 4 köyün Rumlara verilerek bir Rum kantonu ve Kormacit bölgesinde 4 köyden oluşan bir Maronit kantonu oluşturulması öngörülmekteydi.
-Haritalar arasındaki %1’lik fark, çok önemsizmiş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır..Oysa her yüzde 1oranı, 92 km karelik alan demektir..Bu da 15 tane açık+kapalı Maraş ve çevresiyle 3 tane Güzelyurt demektir.
Sn. Akıncı’nın Rum’a verdiği toprak, şu an 30-40 bin insanın yaşadığı KKTC topraklarının beşte biridir. Sadece Maraş’ın açık kısmında 15 bin kişi yaşamaktadır.
Göç edecek 40-50 bin insanımıza bizde kalacak olan yüzde 29.2’lik veya 28.2’lik toprağa yeni yerleşim yerleri kurulması ve üretim yapacakları arazi verilmesi gerekecektir.
Sadece bu kadar değil. İçimize de nüfusumuzun %20’si oranında Rumun yasal “ikamet izni” ile seçme ve seçilme hakkına sahip olarak yerleşeceği ve bize kalacak 29.2’lik toprağın 1/3’ünün de ( %9.7) dönecek olan Rumlara iade edileceği, Sn. Akıncı’nın Meclis Başkanı Sibel Siber’e gönderdiği yanıt mektubunda ifade edilmiştir. Böylece fiilen bize kalacak toprak oranı yüzde 19’a inmektedir.
Sn Akıncı, Meclis Başkanı Sibel Siber’e gönderdiği mektubunda “Dini yerler, askeri bölgeler, boş olan eski Rum arazileri ve yeni orman alanları ile “duygusal bağ” nedeniyle evini talep edecek Rumların eski evlerinin de İLK ANDA iade edileceğini” belirtmiştir. Bunların toplamının 400 bin dönümü bulduğu ifade edilmektedir. Bu durumda en az 40-50 bin kişi de bu şekilde evinden barkından olacaktır.
Özetle 70-80 bin KKTC vatandaşı evinden, arazisinden olacaktır. Bize kalacak olan toprak, harita üzerinde %29.2 olarak görünmesine karşın fiilen yüzde 15’lere düşecektir. Bunun içindeki Beşparmak Dağlarını ve eteklerini, yol, baraj, gölet, dere yatağı, orman, kumsal, kayalık, yeşil alan, özel koruma alanı, parkları, sit alanları, sanayi bölgeleri, havalimanı, kent, köy merkezleri vb. yerlerin toplam alanını çıkardığınız zaman üretim yapılabilecek alan yüzde 2-3’lere düşmektedir.
İşte “ne olacak %29.2 ye inilmişse, ne olacak yüzde 7 taviz verilmişse, ne olacak içimize Rum dönecekse, ne olacak onlara 1/3 toprak verilecekse” diyenlerin ve %1’in bile ne denli önemli olduğunu gözlerden saklayanların gizlemeye çalıştıkları kara tablo budur.
NÜFUSUN 2/3’Ü GÖÇ EDECEK
Nüfusumuzun 2/3 ünü yerinden ederek çözüm ve barış değil ancak savaş çıkarılır.
Yüzde 7 toprak ve birçok köyün Rum tarafına verilmesi demek, en az 40-50 bin insanın yeniden göçü demektir. Bunlara ilave olarak içimize gelecek 50-60 bin Rumun alacağı mülkler dolayısı ile evsiz barksız kalacak olanlar da eklenince, toplamda 80-90 bin Türk yeniden göçmen olacak demektir. İlaveten Ruma verilen 220 binlik nüfus dışında kalan, yıllardır burada yaşayan, ancak vatandaş olmayan 80-90 bin kişi de adadan sökülüp atılacaktır. Böylece 300 bin kişilik nüfusumuzun 160-180 bini evinden, barkından, işinden, ekmeğinden, huzurundan olacaktır. Dünyanın neresinde bir devletin 2/3 nüfusunu yerinden ederek barış, huzur ve ekonomik gelişme sağlanmıştır?
MÜLKİYETTE VERİLEN TAVİZLER
Sn. Akıncı, Mülk sorununun Cuellar Planında öngörüldüğü gibi, global takas ve tazminatlarla sıfırlanması yerine, bireysel bazda çözümünü de kabul etmiştir.
KKTC tapularını sıfırlayarak 43 yıldır elinde devlet tapusu olan insanlar asıl mülk sahibi değil de “şimdiki kullanıcı” olarak tanımlanırken, Rumlar ise “yasal mülk sahibi” olarak tanımlanmaktadır. Bu sorunun bireysel bazda 25-30 yılda çözülmeyeceği gerçeği karşısında Türk ekonomisinin sıfırlanmasına kapı açılacaktır. Çünkü bir yabancının başkanlığında eşit sayıda Rum ve Türk’ten oluşacak olan Mülkiyet Komisyonu, mülkün kime ait olduğuna karar verene kadar çözümün ilk gününden itibaren Kuzeydeki eski Rum mülkleri için memorandum ilan edilecek ve bu mülkler üzerine yatırım yapılamayacak, inkişaf, devretme, kiralama, satma olamayacaktır. Bu durumda mülkiyeti belli olmayan bir mülk üzerine ekonomik yatırım yapılamayacaktır. Bu bağlamda Kuzeydeki eski Rum mülklerinin 1/3’ünün iadesi ve karar verilirken ilk söz hakkının Rumlarda olması da kabul edilmiştir.
Takas yapılmayacak mülkler ya iade edilecek, ya Rumlarla paylaşılacak, ya da KKTC tapu sahibi tarafından parası ödenerek yeniden satın alınması dayatılacaktır. Bunun için ya borç altına girilecek, ya da büyük miktarlar tutacak olan ödemeler yapılamayacak ve çatışma çıkacaktır… KKTC’de son 43 yılda 3- 4 milyon tapu işlemi yapıldığı dikkate alınırsa, Mülk Komisyonu milyonlarca işlem konusunda karar verene kadar ( bu süre 25-30 yıl da olabilir) hiçbir mülk üzerinde yatırım ve işlem yapılamayacağından, KKTC ekonomisi çökecek, mülklerinden gelir elde edemeyen insanlar banka borçlarını ödeyemeyecek, bankalar ellerindeki ipotek mülklerin sahipleri ve statüleri değişeceği için ipoteklerini kaybedecekler, ipoteklerini ve alacaklarını kaybeden, kredi veremeyen bankalar batacak ve Kuzey ekonomisi korkunç bir kaos ve çöküş yaşayacaktır.
Bu bağlamda, sosyal devlet anlayışıyla kendilerine mal verilen TC kökenli vatandaşların, güneyde eşdeğerde mülk bırakmayan ancak sosyal devlet anlayışı ile mülk tahsis edilen vatandaşların, şehit ailelerinin, kırsal kesim arsası verilen on binlerce gencin vb. KKTC yasaları çerçevesinde 43 yıldır KKTC tapusu ile sahibi oldukları mülkler üzerinde hiçbir hakları olmayacaktır. Kendilerine bir miktar tazminat ödenerek mülklerinden çıkarılacaklardır.
GARANTÖRLÜKTE VERİLEN KORKUNÇ TAVİZ
Anastasiadis ve Yunanistan “AB içinde garantörlük olmaz, sıfır asker, sıfır garanti şarttır” demektedir.
Oysa AB üyesi Kıbrıs’ta 13 yıldan beri zaten garantörlük vardır ve hiçbir sorun da yaratmamıştır. Akıncı, Rum tarafına “AB içinde garantör olmazsa 2004’de AB’ye girerken niye itiraz etmedin” diye sormamıştır. Rum ile AB arasındaki tam üyelik protokolüne göre garantörlük ve İngiliz üsleri AB’nin birincil hukuku olmuştur ve Rum ile AB buna itiraz etmemiştir.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaptığı bütün Uluslararası anlaşmalar gibi Garanti ve İttifak Anlaşması da AB birincil hukuku olmuştur.
Rum ve Yunan tarafının tezleri “Yabancı Askeri Varlık ve Garantilerin AB Normlarına uygun olmadığı”dır. Ne ki, İngiltere’nin üslerine ve askeri varlığına itiraz etmemektedirler.
Olli Rehn, 21 Ocak 2009’da AB Komisyonu adına Avrupa Parlamentosu’nda verdiği yazılı yanıtta: “AB Komisyonu, Garanti Antlaşması’nın AB’nin üzerine tesis edildiği temel ilkelere ters olduğu yönündeki düşünceye/endişeye KATILMAMAKTADIR.” demiştir.
Öte yandan böyle bir aykırılık olsaydı konu, Rum tarafının “Kıbrıs Cumhuriyeti” adını kullanarak AB üyesi olması döneminde gündeme gelmesi gerekirdi. Bilindiği gibi AB hukukuna göre üye devletler, üyelikleri öncesinde taraf oldukları uluslararası antlaşmaların sorumluluğunu ahde vefa ilkesi gereği taşımayı sürdürmektedirler. Garanti sistemi ve Türkiye’nin bu açıdan hakları ve sorumlulukları AB Birincil Hukuku içerisinde kayda geçmiştir. Çünkü Rum tarafı 2004’de AB üyesi olduğunda yaptığı katılım antlaşması ekinde yer alan 3 numaralı protokolün giriş kısmında “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne katılması, (1960) Kuruluş Antlaşması’nın taraflarının hak ve yükümlülüklerini etkilemeyecektir” denilmektedir.
Kuruluş Antlaşması’nın giriş bölümünde de açıkça Garanti Antlaşması’na gönderme yapılmıştır. Böylece Türkiye’nin Garantörlük Anlaşması’ndan doğan haklarının Rum tarafının AB üyeliği nedeniyle etkilenmeyeceği güvencesi AB Birincil Hukuku ile kayıt altına alınmıştır.
AB hukukuna göre Birincil hukuk haline gelen Garantörlüğün iptali için 27 ülkenin tek tek meclislerinden karar alması gerekecektir
Ne ki, Sn. Akıncı ve Sn. Çavuşoğlu Crans Montana’da konuyu bu şekilde ortaya koyacak ve “Kıbrıs sorununun nedeni garanti anlaşması değildir. Rumların 1791’den beri gelen ENOSİS hedefidir. Bu hedef nedeniyle Türklere saldırması, etnik temizlik ve soykırım uygulaması ve ortaklık cumhuriyetini işgal etmesidir” diyecek yerde, garantörlüğü pazarlık konusu yapmışlardır
Bu çerçevede, Sn. Akıncı ve DİB Çavuşoğlu, anlaşma ile birlikte Türk askerinin adadan çekilerek 650 kişilik bir alay seviyesine inmesini, anlaşmanın uygulanması halinde ise 10-12 yıl sonra garanti anlaşmasının iptalini ve kalan askerlerin de çekilmesi konusunun görüşülmesini içeren bir öneriyi Crans Montana’da yapmıştır. Rum-Yunan tarafı “sıfır asker sıfır garanti” talebinin hemen gerçekleşmesini istediği için bir anlaşmaya varılmamıştır. Ne ki Rum seçimlerinden sonra 10-12 yıllık süreyi 5-8 yıla çekerek öneriyi kabul etmeleri büyük bir olasılıktır…
Sn. Akıncı ve Sn. Çavuşoğlu’nun yaptıkları bu öneri KKTC ve TBMM’de oy birliği ile alınan “garantörlük kırmızıçizgidir, asla iptal edilemez, garantörlüğü içermeyen bir anlaşma kabul edilemez, garantörlük pazarlık konusu değildir” şeklindeki birçok kararın pervasızca çiğnenmesi demektir. Garantörlüğün iptali, Kıbrıs Türk halkının güvenliğini yok edeceği gibi, Türkiye ile Kıbrıs’ın bağlarını koparacak, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs üzerindeki stratejik üstünlüğüne ve güvenliğine son verecektir.
HÜKÜMETİN CENEVRE’DE AKINCI’YA VERDİĞİ MUHTIRA
KKTC hükümeti, bütün bu tavizlere karşı çıkarak Cenevre’de Sn. Akıncı’ya bir muhtıra vermiştir. Ne ki Sn. Akıncı hükümeti ve muhtırasını ciddiye almamıştır. Bu muhtırada yer alan başlıca unsurlar şöyleydi:
BUNDAN SONRA İZLENMESİ GEREKEN STRATEJİ
Bütün bu gerçekler ışığında bundan sonra izlenmesi gereken milli strateji şöyle olmalıdır: