Yükleniyor...
İngiltere; bu soykırımla Kacar Türk Devleti’ni ve ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan Türkleri mağlup duruma düşürerek azınlık Fars dilli toplulukların egemenliğine dayalı sömürgeci “Pehlevi” devletinin kurulmasını sağlamıştır. Burada belirtmek gerekiyor ki Rusya kendi iç sorunlarıyla meşgul olsa da bu konuda – Türk karşıtı uyduruk Pers kimlikli devletin kurulması – İngiltere ile ittifak içinde olmuştur. Vladimir İlyiç Lenin 1917 yılı sosyalist devriminden sonra tek taraflı olarak Çarlık Rusyası’nın dayatmış olduğu sömürgecilik antlaşmalarının geçersiz olduğunu ilan etmiştir, ama 1907 tarihli “İran’ı taksim” antlaşmasının kendisine denetim hakkı ve Müdahele Hakkı tanıyan ilkelerinin geçerliliğini korumuştur.
İngiltere 9 Ağustos 1919 yılında tam sömürgeci antlaşma olan “Siyasi ve Askerî Antlaşma”yla İran’ı yalnız başına ele geçirmeye kalkmıştır. Bu sömürgeci antlaşmayı Kacar Türk Devleti’nin Sadrazamı Vusukkü’t-Devle ve iki diğer Bakan imzalamıştır. İmzalama karşılığında bunların 400 bin Tümen para aldıkları belgelerle kanıtlanmıştır. Sultan Ahmet Şah ise “Ben bu antlaşmayı imzalayıp da burada şah olmaktansa Paris sokaklarında leblebi satmayı tercih ederim.” diyerek şiddetle karşı çıkmıştır. Diğer taraftan İngiltere’nin İran’ı yalnız başına ele geçirme çabasına ABD, SSCB ve Fransa’nın karşı koymaları, antlaşmanın iptal edilmesine neden olmuştur.
İngiltere bu olaydan sonra SSCB’nin tam onayını alarak Fars-Pers kimliğine odaklanmış kendine bağlı kesimlerle 21 Şubat 1921 darbesini tezgâhlamış, Rıza Mirpenç’in liderliğinde Türk karşıtı Pehlevi sülalesinin başa geçmesini sağlamıştır. Bu darbeden 5 gün sonra Rusya ve İngiltere arasında anlaşma yapılmış “İran’ı Denetim Bölgelerine Bölen Antlaşma” İngiltere ajanı Başbakan Seyyid Ziya Tabatabayi tarafından Moskova’da devlet adına imzalanarak yürürlüğe konulmuştur. Bu Moskova’da imzalanan 26 Şubat 1921 tarihli antlaşmadır.
Bu antlaşmaya göre İngiltere ile SSCB, İran’ı bir bütün olarak görmektedir. Merkezî hâkimiyetini tanımakta, onu desteklemektedir. İç işlerine karışmamaya söz vermektedir. Antlaşmada İran’ın yürüteceği dış siyasetin, bu iki ülkenin çıkarlarına ters olmaması gerektiği vurgulanmakta, ABD ile ilişkilerin kesilmesi istenmektedir. Antlaşma gereği taraflar kendi devlet çıkarlarını tehlikede hissedince kendi denetim alanlarına ordu yürütme hakkına sahip olacaklardır.[1]
Bu antlaşma imzalandıktan sonra ABD’nin Tahran Büyükelçisinden ülkeyi terk etmesi istenmiştir. Diplomatik kavgalar 1924 tarihine kadar uzanmıştır. Ama 18 Temmuz 1924 tarihinde Tahran’ın “Sakka Hane” olayında ABD’nin büyükelçi yardımcısı katledilince işler rayından çıkmıştır. ABD ile olan ve imzalanması öngörülen önemli antlaşmalar ortadan kaldırılmıştır. Rıza Mirpenç, Rıza Şah Pehlevi adıyla Kasım 1925 tarihinde tahta oturarak Pehlevi sülalesinin hâkimiyetini ilan etmiştir.
Türk ülkesinin yerinde sahte Pers adına yeni sömürge devletin kurulmasına giden bu sürec çok kanlı olmuştur. Bu süreçte İngiltere tarafından eğitilmiş gayrı Türk silahlılar – Güney Polisi tarafından İran’ın bütün bölgelerinde Türklere karşı bir soykırım işlenmiştir. Bu kanlı dönüşüm sürecinde 10 milyona yakın Türk ve Türklere bağlı topluluklar katliam edilmiştir. Bu katliam İngiltere tarafından yaratılan açlıkla iç içe olmuştur. İngiltere’nin Hint kökenlilerden ve 11. yüzyıllardan İran’a getirilen Deri dillilerden[2] oluşan Güney Polisi İran’ın merkezi bölgelerinde – Kaşkay bölgesinde, Kirman’da, İsfahan’da, Şiraz’da, Seminan ve Merkezi Horasan’da Türklere karşı tasavvur edilmesi zor olan feci bir soykırım siyaseti tatbik edilmiştir. İngiltere, diğer taraftan bilerek türetmiş olduğu açlıkla İran’da Türklüğün esas kalesi olan Azerbaycan’ı mahvetmiş ve direnişini feci şekilde kırmıştır.
Rıza Pehlevi’nin ilk icraatı, tamamen Türklüğe karşı koymak olmuştur. Bütün devlet işlerinde; yasama, yürütme ve yargıyla eğitim sisteminde Farsçayı hâkim kılarak Türk dilini yasaklamıştır. Sloganı, “Tek Dil, Tek Millet; o da İran-Pers, Pers-İran” şeklinde olmuştur.
Pehlevi hakimiyeti, daha sonra ülkenin adını tartışmaya açmıştır. Ülkenin adıyla ilgili tartışmalar, “Memalekü’l-Mahruse”, “Pers-Persian” ve “İran” tercihleri üzerinde sürdürülmüştür. Tartışmaların sonucunda 1935 yılında ülke adı “İran” olarak hem Temsilciler hem de Sena Meclisinde onaylatılarak yürürlüğe konmuş ve bütün ülkelere ve ülkelerin diplomatik temsilciliklerine ülkenin adının bundan sonra “İran” olarak anılmasını istemiştir. İlk kez ünlü tarihçi Seid Nefisi bu konu hakkında “Bundan sonra ülkemizin adı İran’dır.” başlıklı makalesini yayımlamıştır. Bu karar öncesi ülkenin adı Türk sülalesi adlarıyla anılmıştır.
İran’da bu faşist düzen yürürlüğe girerken İngiltere Anglosakson camiasında ve etkisi altında olan ülkelerde İran-Pers, Pers-İran kavramını kültürel, tarihsel ve siyasal zeminde dünya eğitim sistemlerine sokmaya başlamıştır. Diğer yandan SSCB de kendi alanında bu konsepti az farkla hayata geçirmiştir. Bu İran-Pers, Pers-İran propagandası dünyada o kadar kuvvetli bir biçimde yürürlüğe konulmuştur ki Türkiye bile bunu kendi eğitim sistemine dâhil etmiş ve bu eğitimin ürünü olan bugünkü Türk vatandaşlarının önemli bir kısmı, İran’ın sadece Perslerden oluştuğunu düşünmekte ve oradaki uygarlığın Perslere ait olduğunu sanmaktadır!
[1]Tarihe ravabete siyasiye İran o Engilis dar karne 19 – 19. yüzyıl İran-İngiltere Siyasal İlişkiler Tarihi”, 4. Cilt
[2] Fars dillilerin, Kürtlerin ve diğer onlara yakın akraba toplulukların ne zaman nerden ve hanki devletler tarafından günümüz İran’ın merkezi bölgelerine sevkedilmelerine dair geniş bilgi için “Kürtlerin Kökeni” adlı kitabımıza bakıla bilir.