19.03.2024

İran’ı, Persleştiren süreç: Devrim sonrası

1979 yılındaki devrim sonrası Pehlevi Hanedanı yıkılmış ve iktidarı Humeyni taraftarları ele geçirmiştir.Humeyni, kendi içinde çelişkilerle bir sistem kurmuştur. Humeyni sonrası ise taraflar cumhurbaşkanlığının belirlenmesi için mücadele etmişlerdir.


1979 yılı devrim sonrası

Devrim sonrası halk devrimcileri, Devlet Rejiminin “İslami Cumhuriyet” mi, “Liberal Cumhuriyet” mi veya “Sosyalist Cumhuriyet” mi olacağı noktasında görüş ayrılığına düşmüşlerdir.

1.  Devlet Rejiminin Sosyalist Cumhuriyet olmasını isteyen, SSCB yanlısı en güçlü ve temel teşkilat TUDE (Kitle – Halk) Partisiydi.

2.Yönetim tarzının İslami Cumhuriyet olmasını isteyen Aytetullah R. Humeyni’nin önderlik ettiği “İslami Cumhuriyet Partisi” içinde bulunan ve sonralar Modernist ve İslahatçılar olarak bilinen kanat İngiltere yanlısıydı.

3.Devlet Rejiminin “Liberal Cumhuriyet” olmasını isteyen Millî Mezhebiler (Nehzet-e-Azadi/ Özgürlük Hareketi) ve “Millî Cephe” ise temel itibarıyla ABD yanlısıydı.

Diğer bir etkin kesim de düşünce itibarıyla dinin siyasetten ayrı tutulmasını ve Türk milletinin millî haklarını savunanları da kısmen içinde bulunduran, liberal değerleri tercih eden ve Millî Mezhebilere yakın duruşuyla bilinen, Ayetullah Şariatmedari’nin önderliğinde Tebriz’de kurulan “Müslüman Halk Partisi”ydi. Bu Müslüman Halk Partisi, İran çapında özellikle Güney Azerbaycan ve bütün İran Türkleri içinde etkin partiydi. Önderi Şariatmedari, İran’ın en seçkin din adamıydı. Ayetullah R. Humeyni’ye içtihat makamı vererek onu Şah rejiminin elinden kurtaran da Şariatmedari olmuştur. Diğer etkin teşkilatlardan biri de “Halkın Mücahitleri Teşkilatı”ydı. Bu teşkilatın mensupları, Şii İslam ve ekonomik sosyalizmin terkibinden oluşan (Came-yi Bitabaghe Tohidi – Tek Tanrılı Sınıfsız toplum) konseptine inanıyorlardı. Bir de diğer bazı sol partiler vardı.

Ayetullah Rullah Humeyni, kendi devletini kuruyor

Humeyni devrim önderi sıfatıyla ülkeye geldikten hemen sonra eski bağımlı düzenin kurumsal niteliğine ve hatta silahlı güçlerine inanmadığı için kendi partisini ve kendi silahlı güçlerini kurmaya başlamış, hâkimiyeti tekelinde tutmayı başarmıştır.

Önce de dokunduğumuz gibi “İran’ı nüfuz bölgelerine bölme” mahiyetinde olan 1907, 1919, 1921 ve 1927 antlaşmalarıyla İngiltere ile Rusya’ya İran’a müdahale hakkı tanıyan ilkelerin varoluşu dolayısıyla ülkeyi bu iki emperyalist gücün sümürgesi haline getirmiştir. Yeni kurulmakta olan Devrim Devletinin ülkeyi bağımsız hale getirebilmesi, bu emperyalist güçlere müdahale hakkı tanıyan maddelerin mevcut paktlardan fesih edip etmeyeceğine büyük oranda bağlıydı.

Bu paktlarda ülkeye müdahale hakkı tanıyan maddelerin feshiyle ilgili M. Öztürk, Tayyar Arı’ya istinat ederek şöyle yazıyor: ‘1979 Şubat’ında İran, ABD’nin doğal müttefikliği konumuna son vererek, ilişkilerin bundan böyle eşitlik ilkesi çerçevesinde yürütüleceğini açıklamıştır. İran’ın yeni dış politikası “Bağlantısızlık”  temeline oturtulacaktı. Bu doğrultuda yapılan ilk iş, 12 Mart 1979’da İran’ın CENTO’dan ayrılmasını açıklamak olmuştur. Böylece Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Sovyet yayılmasına karşı kurmuş olduğu “Yeşil Kuşak” Projesinin önemli bir halkası tarihe karışmış oldu. 3 Kasım 1979’da ise hem 1959 tarihli ABD-İran Savunma Anlaşması’nın feshedildiğini ve hem de 1921 tarihli Sovyet-İran Dostluk Antlaşmasının 5. Ve 6. Maddelerinin[1] tek taraflı olarak iptal edildiğini açıklamıştır. Ertesi günü bir grup öğrencinin Tahran’daki ABD Büyükelçiliğini basarak elçilik görevlilerini rehin almaları ile başlayan ve 444 gün sürecek Rehinler Krizi başlamış oldu.

Böylece İran İhtilali, bölgesel ve dünya dengelerini sarsacak bir mahiyet aldı. ABD, bölgedeki önemli bir müttefikini ve buradaki milyarlarca dolarla ifade edilen menfaatlerini kaybetti. [2] İran, Sovyetlere de yanaşmadı, Sovyetlerle de var olan Dostluk Antlaşmasını feshetti. Daha genel bir ifade ile Batı’nın İran’daki menfaatleri sona erdi veya en azından şimdilik, bu menfaatleri temini eskisi kadar kolay olmayacaktı.’[3]

Devrimin dış dinamiği ülke üzerinde nüfuz sahibi İngiltere ile SSCB olduğu için kendi etkinliklerini ülke içi dinamiklerde de göstermekteydi. Güç dengeleri temel itibarıyla R. Humeyni’nin kurdurmuş olduğu “İslam Cumhuriyeti Partisi” ve TUDE Partisi olduğu için küçük etken faktörler de bu saflarda yer almışlardır. Diğer bazı teşkilatlar da bu ikisi üzerinden siyaset yapmayı tercih etmişlerdir. O sırada “Fedailer Cephesi”, “Azınlık ve Çoğunluk – Bolşevik ve Menşovik” olarak ikiye bölünmüş; çoğunluk, R. Humeyni’nin ve TUDE’nin safına geçmiştir. R. Humeyni devrim önderi olarak devrimin iç ve dış siyasal stratejisini “Ne Doğu ne Batı; parti, yalnız İslami Cumhuriyet” stratejisiyle açıklamıştır.

Humeyni tarafından yapılan ilk iş, ABD’nin ülkede ve bölgede kalmasını engellemek için gereken bütün adımların atılacağını belirtmesiydi. Bu çıkışından hemen sonra ABD’nin petrol sektöründeki %40 payı tek taraflı olarak geri alınmıştır. ABD’nin toplumsal dayanağını oluşturan özel sektördeki etkin şirket ve fabrikalar tamamen millîleştirilmiştir. ABD’nin Tahran’daki büyükelçiliği 55 yıldan sonra yeniden basılmış, elçilikte çalışanlar 21 aydan fazla rehin tutulmuşlardır. Humeyni, ABD’nin bölgedeki asıl müttefiki olan İsrail’i bir ülke ve bir devlet olarak tanımadığını beyan ederek yıkılması gerektiğini vurgulamıştır. Bu adımlar, SSCB yanlısı TUDE tarafından tek tek izlenip desteklendiği gibi, Halkın Mücahitleri ve Fedailerin çoğunluğundan da destek görmüştür.

Ayetullah Humeyni’ye bağlı devrimciler rakiplerini saf dışı bırakıyor

Humeyni, ABD’ye yönelik hücumlarıyla birlikte ülkedeki muhalifleri de bastırmaya başlamıştır. Ayetullah Humeyni için en tehlikeli isim, Ayetullah Şarietmedari ve onun Türkler tarafından desleklenen “Müslüman Halk Partisi”ydi. Güney Azerbaycan’ın Türklük ve ayrıca bir davaya sahip olduğunu düşünen diğer bütün teşkilatlar bu sahada Humeyni’yi yalnız bırakmamışlardır. ABD ve bağımsız teşkilatlara yönelik şiddet kullanmaya başlamışlar ve bunun sonucunda görünür olarak Türkleri temsil eden Müslüman Halk Partisi yasa dışı ilan edilerek faaliyetine son verilmiştir.

Ayetullah Şariatmedari ilk önce mücadeleden uzaktutulmaya zorlanmış, ardındanda bilinmeyen bir şekilde ortadan kaldırılmıştır. Ayetullah Humeyni için en büyük tehlike olan Ayetullah Şariatmedari ve partisi ortadan kalktıktan sonra sıra Halkın Mücahitleri teşkilatına gelmiştir. Bu teşkilatta kısa bir süre içinde yasa dışı ilan edilerek ülkeden çıkmaya zorlanmıştır. Yani Ayetullah Humeyni için tehlike oluşturan, rakip sayılan, İslami değerleri temel alan Müslüman Halk Partisi ve onun önderi Ayetullah Şarietmedari ve Halkın Mücahitleri teşkilatı olmuştur. Solcu teşkilatlarla sıradan siyasi çekişmeleri aşan önemli bir olay gerçekleşmemiştir. ABD tarafından kurulan özel sektörün oluşturduğu orta sınıfı temsil eden, Türk karşıtı Panfarsist düşüncenin ağır bastığı ve liberal değerleri savunan ve Vaşington ile iyi ilişkilerin sürmesi taraftarı olan “Millî Mezhebiler” yeni hâkim kadroya ortak olamamışlardır. Kısa bir süre içinde hepsi izole edilerek saf dışı bırakılmışlardır. Humeyni kendine yakın insanlarla kendi sistemini kurmuştur. Yeni devlet yapılanmasının ideolojik altyapısı, ekonomik açıdan liberalizmden ziyade sosyalizmi tercih eden, Fars dilli Şii İslami değerleri esas alan  bir stratejiye dayanıyordu.

Humeyni’nin ABD’yi sert bir biçimde hedef alması, bir taraftan iç dinamik olarak solcuların rağbetini kazanıyor, diğer taraftan SSCB’ye “Size bağlı sol partileri, bir baskı aracı gibi kullanmaya gerek yoktur, zaten batı emperyalizmine karşı biz varız.” mesajı veriyordu. Bu eylemlerden sonra da SSCB’nin temel toplumsal tabanını oluşturan TUDE Partisi ve “Fedailer Cephesi”nin azınlık kolu yasa dışı ilan edilerek ülkeden çıkarılmıştır.

Humeyni ve çevresi, bu konjonkturel değişimi oldukça maharetli bir şekilde peş peşe taktiksel gidişlerle yürürlüğe koymuştur. Ayetullah Seyid Ali Hamaney ve Hüccetü’l-İslam Haşimi Rafsancani başta olmakla kendi çevresini esas alarak hem İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkelerini hem de SSCB’yi ikna edecek bir biçimde iç dinamik mânilerini ortadan kaldırmıştır.

Ayetullah Humeyni’nin kurmakta olduğu sistem çelişkiler içinde

Humeyni, kurmakta olduğu yeni sistemin başındayken, yakın çevresinde çeşitli ideolojik konularda farklı bakış açılarına sahip kesimler bulunurdu. Ayrıca SSCB’nin Müdahale Hakkını içeren 1921 sözleşmesini feshetse de etkinliğini tam kırması söz konusu değildir. Diğer taraftan ise Humeyni’nin en güvenilir kesimini oluşturan, sonradan Modernist ve Islahatçılar gibi tanımlanan kesim direkt İngiltere’nin ülkedeki emperyalist çıkarlarını savunuyorlardı. Çünkü bu kesim temel itibarıyla Panfarsist ve Türk karşıtı olarak, Fars dilli azınlığın ülkedeki egemenlik çıkarlarını İngiltere’nin ülkedeki nüfuzunu da görüyorlardı. Böyle bir durumda İngiltere ile SSCB’nin farklı çıkarlarını yeni kurulmakta olan sistem içinde bir arada tutmak o kadar da kolay değildi.

Seyid Ali Hamaney ve arkadaşları, yeni kuracakları sistemin ideolojik altyapısının ekonomik açıdan liberal değerlerden ziyade sosyalist yaklaşımla Fars dilli Şii İslami değerler esasına göre kurulmasını ve İngiltere’nin etki alanının daraltılmasını ve zaman aşamasında nüfuzunu kırmak istiyorlardı. Haşimi Rafsancani ve arkadaşları ise daha fazla panfarsist (Türk-Arap düşmanlığına dayanan uyduruk Pers Milliyetçiliği) düşüncesine sahip ve İngiltere temayüllü idiler. Bunlar, İngiltere’nin ülkedeki nüfuzunun korunmasını Fars azınlığının ülkedeki egemenliğinin sürdürülmesi için hayati önem taşıdığına inanıyorlardı. Bunlar, liberal ekonomiden yanaydılar ve SSCB’nin ülkedeki etki alanının daraltılmasını istiyorlardı. Humeyni’den sonra bu cereyanlar esas itibarıyla iki kısma ayrıldılar: Birinci kesim Sağcı Muhafazakârlar (Usulgeralar), İkinciler ise Sağcı Reformistler  (İslahatcılar) olarak tanımlanmaya başladılar.

Humeyni’den hemen sonra sistem içten ikileşiyor

Bu ikilem, Humeyni hayattayken fazla ortaya çıkmamıştır. Ama İran-Irak Savaşı bittikten ve 1989 yılında Humeyni öldükten sonra bu ikilem, sistem içinde kendini göstermeye başlamıştır. H. Rafsancani, 1989 yılında ülkenin cumhurbaşkanı olarak kendi Ekopolitik Stratejisini yürürlüğe sokmuştur. Millîleştirilmiş birçok özel sektör kuruluşu, yeniden özelleştirilmeye başlatıldı. Ekonomide sosyalist yaklaşımdan vazgeçilerek liberal değerlere dönüldü. Humeyni döneminde az da olsa zayıflamış Panfarsist yaklaşım, yeniden kendini göstermeye başlamıştır. Türk karşıtı Panfarsist düşünce enstitülerinin sayısı artmaya başlamıştır. Türklere yönelik negatif ayrımcılık siyaseti artık daha belirgin biçimde yürürlüğe konulmuştur. İngiltere ile olan ilişkilerin daha artık sıkılaştırılmasına ve güçlendirilmesine çalışılmıştır. A. Hamaney ise Humeyni’den sonra ülkenin dinî önderi olarak Sipah (İslami devrim muhafızları) ordusunu, Besic (gönüllü) militanlarını kendi etrafında birleştirerek güçlü bir sistem kurmak için uğraşmıştır. Bu süreç,1997 yılına kadar devam etmiştir.

Cumhurbaşkanlığı için taraflar arasında mücadele

1997 yılında yedinci cumhurbaşkanı seçimlerinde Hamaney muhafazakâr kanadın adayını, Rafsancani ise kendi grubundan olan reformcu Muhammed Hatemi’yi aday olarak desteklemeye başlamıştır. İki Hordad (Dovvome Hordad – Hordad ayının ikisi) olaylarından sonra Rafsancani grubunu temsil eden Hatemi, sağcı reformcu kimliğiyle seçimleri kazanarak cumhurbaşkanı olmuştur. Bu seçimlerde yaşanan olaylar, isyanlar, sistemin kendi içinde çelişki yaşandığını gösteriyor ve derin ihtilafların varlığını haber veriyordu. Muhammed Hatemi sekizinci cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kazandıktan sonra reformcular 2005 yılına kadar yürütme sistemini kendi ellerinde tutmayı başarmışlardır. Bu 8 yıl içinde daha fazla Türk karşıtı Panfarsist yaklaşımla İngiltere ve Batı temayüllü stratejilerini savunmuşlar ve ülkede kendi sistemlerini derinleştirmeye, etki alanlarını artırmaya çalışmışlar ve bunu büyük oranda da başarmışlardır. Ama İran Anayasa’sına göre ülkenin dini önderi olağanüstü yetkilere sahiptir. Hamaney, bu olağanüstü yetkilerini kullanarak hem kendi stratejisini ülkede yürütüyor hem de Rafsancani grubunun İngiltere yanlısı girişimlerine gerektiğinde zorda olsa mani olmaya çalışıyordu.

Dini önder Ayetullah Hamaney’in stratejisi

Hamaney, Tebriz yakınlarındaki Hamaney köyünde doğmuş,  Horasan’da büyümüş ve dinî eğitim görmüştür, aynı zamanda dinî eğitimden sonra “Moskova Halklar Dostluğu Üniversitesi”nde yüksek eğitim almıştır.[4]

Hamaney’in, ülkenin dini önderi olduktan sonra iki stratejik konuya çok özen gösterdiğini, yürüttüğü iç ve dış siyasetten anlıyoruz:

  1. İran’ı taksim antlaşmasından doğan denetim hakkına sahip iki ülkenin – SSCB’nin müdahale hakkını feshedilmişti, ama diğer biri olan İngiltere’nin ülkedeki etkinliği sürmekteydi.- Bu nüfuzu gitgide azaltmak ve etkinliğine son vermek;
  2. ABD’den gelecek muhtemel tehditlere karşı sistemin savunulması için nükleer silaha sahip olmak;

Hamaney bunun için üç temel stratejik konumdan yararlanmayı tasarlamıştır:

1.  Ülkenin iç işlerinde güvenlik ve ekonomi gücünü kendi elinde tutmak için ülkede hâkim konuma getirdiği Sipah ve Besic ordusunu kendi iradesinde tutmak;

2.Ülkede İngiltere’nin faaliyetlerine son vermek için Rusya ve Çin’den yararlanmak.

İran-Rusya ilişkileri stratejik ittifakın ötesindedir. SSCB dağıldıktan sonra İran, Güney Kafkasya, Türkmenistan, Afganistan ve yeni bağımsızlığına kovuşmuş diğer Türk Cumhuriyetlerinin Batı’ya yakınlaşmasını güney taraftan engellemekte ve Rusya’nın etkisi altında kalmalarını sağlamaktadır. Diğer taraftan İran Orta Doğu’da Rusya’nın siyasi müttefiki olarak kendi çıkarlarıyla beraber Rusya’nın da çıkarları doğrultusunda çok verimli ve gerekli bir güç hâline gelmiştir; Rusya bunun farkındadır. Gürcistan’la Kuzey Azerbaycan buna açık örnektir. Azerbaycan İran’la komşu olduğu için Rusya’nın etkisi altından istese de kurtulması çok zordur, merhum Elçibey döneminde olduğu gibi.  Ama Gürcistan İran gibi değil, Türkiye gibi bir ülke ile komşu olduğu için 2008 yılında Rusya’nın etkisinden kurtulabilmiştir. Tabii sonra Sakaşvili’nin gitmesi ve İvanişvili’nin gelmesiyle yine geri dönüş yapmak zorunda kalmıştır. Rusya, İran’ın kendisi için ne kadar önemli olduğunu anlamakta ve buna göre de gerekeni yapmaktadır.[5]

3.Hamaney, bu eksende diğer bir uluslararası gücü de işe katmıştır, bu da Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Çin’le olan karşılıklı ekonomik ilişkilerin hacmi 1997 yılında 394 milyon dolara, 2005 tarihinde 2,2 milyar dolara ve 2011 tarihinde 45 milyar dolara ulaşmıştır.[6]Diğer taraftan nükleer enerjinin elde edilmesi ve uranyumun zenginleştirilmesi sürecinde Çin’den ve Kuzey Kore’den de fazlasıyla yararlanabileceğini düşünmektedir.

Hamaney’in desteklediği Mahmud Ahmedinejad cumhurbaşkanı oluyor

Hamaney, 2005 yılında dokuzuncu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Devrim Muhafızları kuşağından gelen Mahmud Ahmedinejad’ı desteklemiştir. Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı olması, Hamaney’in belirlediği stratejik konumda çok büyük mesafe kat etmesini sağlamıştır. Şöyle ki:

  1. Yeşil Hareketinin dış kolunun yayımladığı raporlara göre İran ile Çin arasında ülke için anahtar rol oynayabilecek büyük ekonomik antlaşmalar imzalanmıştır. Bunlardan başka iki ülke arasında savunma ve güvenlik konularıyla askerî ve nükleer alanlarda oldukça önemli anlaşmalar yapılmıştır. Buna göre,  Çin’e verilen imtiyazlar karşılığında imzalanan savunma anlaşmaları çerçevesinde, İran yabancı ülkelerin saldırısına uğrarsa Çin savunma desteği verecektir.Bütün ana sanayi Devrim Muhafızlarının denetim ve yönetimindedir.
  2. Hükûmet yöneticilerinin kontrolü Devrim Muhafızlarının elindedir;
  3. Ülke için önemli projeler Devrim Muhafızlarının denetim ve yönetimindedir.
  4. Ülke ekonomisinin denetimi Devrim Muhafızlarının elindedir.
  5. Uranyumun zenginleştirilmesi süreci, genel nükleer programın denetim ve yönetimi Devrim Muhafızlarının elindedir.

Bu durum, İngiltere’yi ülkedeki imtiyazlı konumunun ne kadar devam edeceği sorusuyla karşı karşıya bırakmış, müttefiği ABD’yi tedirgin etmiştir.

  • Bu yazının devamı gelecektir.

Dipnotlar

[1] Ülkeye müdahale hakkı tanıyan maddelerdir.

[2] Devrim başlarken ABD’nin İran’da 500 firması ile çeşitli nedenlerle de 41.000 vatandaşı bulunuyordu. ABD her yıl İran’a milyarlarca dolarlık silah ve buğday satmaktaydı. İran’ın da ABD’de 12 Milyar dolarlık mal varlığı bulunuyordu. Rehineler Krize başladığında ABD de İran mal varlığına el koydu. 24 Nisan 1980’de ABD’nin yaptığı rehineleri kurtarma operasyonu tam bir fiyasko ile sonuçlandı. Nihayet yapılan karşılıklı görüşmelerden sonra ABD nezdindeki İran mal varlığının serbest bırakılmasıyla 21 Ocak 1981’de Rehineler Krizi sona erdi. Geniş bilgi için: Türk dilliler için: Bkz. Tayyar Arı, ‘Geçmişten Günümüze Orta Doğu, Siyaset, Savaş ve Dış Politikası’, İstanbul 2014, s. 546

[3] M. Öztürk. A.g.e. s. 80

[4]Ayetullah Seyid Ali Hamaney’in Moskova’da eğitim alması hakkında: http://www.youtube.com/watch?v=oAsmJ7RPBvA ;

22 Şubat 2012 tarihinde  ‘Alfrid’in “Rusya’nın Terör Axford’ü gibi ün kazanmış Üniversitesinin yetiştirdiği Hamaneyi” başlıklı makalesi;

[5]Geniş bilgi için: R. Cavadbeyli, “Gürcistan Türklerinde Millî Kimlik Sorunu” ve “Gürcistan Türklerine Dair Türk-İslam Konsepti” adlı çalışmaları; Devlet Dergisi, Yıl: 11, Sayı: 454, Temmuz-Ağustos 2014, s. 71; Sayı: 456, Kasım-Aralık 2014, s. 60 ve Yıl: 12, Sayı: 457, Ocak-Şubat 2015, s. 88-96

[6]journalist “Laden Salami”den 5 Mayıs 2013 tarihinde  “Çin ile İran’ın Siyasi ve Ekonomik İlişkilerine Yakından Bakış” başlıklı makalesi/

http://www.bbc.co.uk/persian/iran/2013/05/130505_an_ls_iran_china_relationship.shtml

Yazar

Rahim Cavadbeyli

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar