15.10.2024

Küreselleşme ve yerel siyasetler

Yazarımız Feyzullah Eroğlu, bu kez küresel sömürgeciliğin ve soygunun dünya ölçeğinde yayılmasının perde arkasındaki Batı oyunlarını gözler önüne seriyor. Türkiye'nin bu oyundaki yerini yoksulların daha da fakirleşmesi, zenginlerin daha da zenginleşmesi sorunundan açıklıyor.


Toplumsal varlığın sürdürülmesinde, ekonomi ve siyaset, birbirlerinden ayrılmaz iki önemli toplumsal süreçtir. Ekonomi, çok sayıdaki insan ihtiyaçlarının, sınırlı miktardaki ekonomik ve sosyal kaynaklar aracılığıyla karşılanması; siyaset ise toplumdaki ekonomik kaynakların sahiplik durumu ile faktör gelirlerinin (rant, ücret, faiz ve kâr), toplumsal sınıf veya gruplar arasındaki bölüşümüyle ilgili bir dizi etkinliklerdir.

Küreselleşmenin ideolojik arka planı

Büyük coğrafi keşifler sonrasında, İngiltere’nin başını çektiği Avrupa’nın denizci ülkelerinin yürüttüğü açık sömürgecilik döneminde, askerî gücün dayattığı bir ‘efendi-köle’ ilişkisi vardı. Oysa, 2. Dünya Savaşı sonrası neo- sömürgecilik döneminde, zengin ülkelerin dışındaki ülkeler üzerinde ‘ekonomi- siyaset’ ekseninde örtülü bir sömürgecilik ağı oluşturuldu. Neo-sömürgecilik döneminde, çevre ülkelerin gerçekte kendilerini ekonomik zenginliğe ve siyasi demokrasiye kavuştuklarını sanmaları gerekiyordu.

Batılı ülkeler, 2. Dünya Savaşının yıkıntılarından kurtulmak, zenginlik ve refahlarını hızla yeniden kazanmak amacıyla ekonomik ve işletmecilik faaliyetlerini, Batı dışındaki ekonomik coğrafyalara ve ülkelere daha fazla kaydırma ihtiyacını duydular.  Batı ekonomileri, her türlü korumacı ve kamucu politikaları daha önceden uygulamak suretiyle kendi millî ekonomilerini ve şirketlerini güçlendirmişlerdi. 1990’lı yıllardan itibaren, Batılı ülkelere ait çok uluslu şirketlerin yöneticileri ve siyasetçileri, bütün dünya ekonomisini kendileri için birer ekonomik alan hâline dönüştürme projesi oluşturdular ve buna da küreselleşme süreci dediler.

Küreselleşme ve Neo- Sömürgecilik

Bu yeni küresel üretim tarzında, çoğunlukla zengin ülkelerin ve çok uluslu şirketlere ait ünlü markalar, sanayi alt yapısı uygun çevre ülkelerinde fason olarak üretilecekti. Fason üretimde, ürünün üretimi için fabrika, işgücü, makine, sermaye, hammadde gibi bütün fiziki imkânların yanında, mali, idari ve çevreyle ilgili çok sayıda yükümlülükler, azgelişmiş ülkelerin fason üretim yapan işletmelerine aitti. Zengin ülkelerin küresel ölçekli şirketleri, fiziki olarak ağır ve maliyeti yüksek olan kendi ürünlerinin standardını model olarak vermekte, taşeronlaşmış ekonomilerin fason üreticisi az gelişmiş ülke işletmeleri de onları, nihai tüketiciye sunulmaya hazır şekilde yabancı markayı basarak teslim etmektedirler. Görülmektedir ki, gelişmiş ülkelerin küresel ‘ağaları’, az gelişmiş ülkeleri birer taşeron gibi kullanmak suretiyle oluşturdukları şebeke organizasyonlar sayesinde, bu ülkelerin iş insanlarını küresel ‘kâhya’ ve işçilerini küresel “ırgatlar” hâline sokmaktadırlar (İrmiş-Gök, 2008, 193- 216).

Küresel ekonomik düzenin siyaset ayağı

Yeni küresel ekonomik düzenin işleyişinde, millî devletlerin içinden çok etkili siyasetçiler, iş insanları, bürokratlar, gazeteciler ve akademik çevreler -bilerek ya da bilmeden- çok önemli roller üstlendiler. Paul Harrison’ın Türkçeye ‘3. Dünyanın Batılılaştırılması’ adıyla çevrilen çalışmasında, bugün yaşanmakta olan ekonomik olayların, bir zamanların açık sömürgecilik düzeninin günümüzdeki ‘yeni’ versiyonu olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu çalışmada, az gelişmiş ülke toplumlarının, söylemde ve görünürde bağımsız olduklarıyla ilgili iddialı ve gösterişli görüntüler verilirken, gerçekte kendi kültürel kimlik ve köklerinden koparıldıklarından söz ediliyor. Bu ‘yeni’ küresel düzen içinde, “bizzat yerli hükümetler tarafından kurulan okullardan yetiştirilen bürokratlar ve subaylar vasıtasıyla halkın sömürülmesi, baskı altında tutulmasının yolları arandı ve başarıyla bulundu” diye açıklanıyor. Harrison, çevre ülke toplumlarının kendi kimlik ve köklerinden koparılıp arzu edilir biçimlere dönüştürülmesi sürecinde, yerli ‘referans grupları’ ile ‘kanaat önderlerini’, “sürüyü mezbahaya götürüp kasabın eline teslim edecek olan lider koçlar” olarak niteliyor (Harrison, 1990, 40-41).

Küreselleşme; zenginlere yüksek rant, yoksullara aşırı borç getirdi

Zengin ülkeler, kendi devletlerini daha önceden oldukça iyi bir biçimde tahkim etmişken, yoksul ülkelere ‘ulus devlet’ ve ‘ulusal ekonomi’ döneminin bittiği propagandasını yaptılar. Henüz sermaye birikimi ve teknolojik kapasiteleri ile birçok ekonomik alt yapı sorunlarını çözememiş olan ülkeleri, zoraki “küreselleşme sürecinin” içine çektiler.  Bu bağlamda, katma değeri yüksek ürünleri kendi ülkelerinde üretirken, katma değeri düşük ürünler ile ara malların üretimini, düşük ücret ve diğer maliyetler ile çevre kirliliğine karşı duyarsızlık gibi nedenlerden dolayı ‘fason üretim’ adıyla diğer çevre ülkelerine kaydırdılar. Sermaye fazlalıklarını, Batı dışı ekonomilerde, nemalandırmak amacıyla onların gösteriş yatırımlarıyla ilgili projelerine akıttılar.

Küresel ekonomik düzen kapsamında çevre ülkeleri, neo-liberal politikalar aracılığıyla toplumsal talebin ithalatla karşılandığı ‘sıcak para’ bağımlısı hâline geldi. Kamu kuruluşlarının ‘özelleştirilmesi’ sonucunda, millî ekonominin piyasaya en etkili müdahale araçları elden çıkarıldı. Ekonomideki dışa açılma programlarında, ihracatın artışından çok ithalatın arttığı ve dış ticaretin açık verdiği bir döneme girildi. Neo-liberal uygulamalar nedeniyle aşırı iç ve dış borçlarla ayakta durmaya çalışan, ürettiğinden daha fazla tüketen, emek verenlerin sömürüldüğü ve siyasete yanaşanların kolayca servet yaptığı bir rant ekonomisi yaratıldı.

Millî ekonomi modelinden taşeron ekonomisine geçiş

Türkiye’de, Cumhuriyet’in ilk on beş yılında Atatürk’ün önderliği ile 1960’lı ve 1970’li yılların sonlarına kadar olan sürelerde DPT’nin yol göstericiliğinde uygulanan toplumsal kalkınma modeli kapsamında, çok ciddi bir tarım ve sanayii politikası izlenmişti. Bu dönemlerde, millî tarım diriltilmeye çalışılırken, ‘fabrika yapan fabrikalar’ sloganıyla simgeleştirilen katma değeri ve ticari değeri yüksek endüstriyel ürünler yetiştirilmesi hedeflenmişti. 12 Eylül Darbesinin, Türk Ekonomisine dayattığı neo-liberal politikalar, yükselmekte olan millî tarımı zayıflatmış, Türk sanayisini de katma değeri düşük ve verimsiz sektörlere yönlendirmiştir. Türk ekonomisin insan ve finansal kaynakları, büyük ölçüde katma değeri düşük olan ‘turizm’ ve fason üretime dayalı ‘tekstil’ ile düşük vasıflı işgücünün çalıştığı ‘taş ve toprak’ (çimento, mermer, inşaat malzemeleri vb.) sanayiine tahsis edilmiştir. Askerî yönetimin uyguladığı neo-liberal ekonomi politikalar, daha sonradan neo-muhafazakâr, neo-milliyetçi ve neo-halkçı siyasetçiler tarafından sürdürülmüş, bilişim ve iletişim teknolojileri gibi katma değeri ve ticari değeri yüksek olan endüstriyel ürünler ‘ithalat’ ile karşılanmaya başlanmıştır. Ayrıca, ülke ekonomisi, iç ve dış borçlanmaya dayalı gösteriş yatırımlarıyla bir beton ve rant ekonomisi tuzağına düşürülmüştür.

Neo-Liberal politikalar zengin ülkeleri zenginleştiriyor

Küreselleşme süreci kapsamında, çok uluslu şirketler başka ekonomik coğrafyalardan elde ettikleri gelirleri, büyük ölçüde kendi ana vatanlarının ekonomik sistemine aktarmak suretiyle kendi millî ekonomilerinin refah düzeyini artırdılar. Zengin ülke ekonomileri, küresel ekonominin büyük ölçüde faiz ve kâr gelirlerini kontrol ediyorlar. Yoksul ülke ekonomilerinde imtiyazlı bir yönetici sınıf rant gelirlerine çökerken, halk kesimi ise çoğunlukla asgari yaşam şartlarının altında ve açlık sınırlarının altında ücretlerle yetinmek zorunda kalmaktadır.

Küreselleşme süreciyle ilgili bir takım sözde bilimsel teoriler ortaya atan, anlı şanlı iktisatçılara ve siyasetçilere göre, dünya ekonomisinde sermayenin, girişimcilerin ve emeğin serbestçe dolaşımı sonucunda bütün ülke ekonomileri kalkınacak ve gelişecekti. Sonuçta, zengin ülkelere ait çok uluslu şirketler ve bankalar için bütün bu varsayılan serbestlik sağlanmış olup onların servetleri artarken, yoksul ülkeler bakımından büyük bir hayal kırıklığı oldu.

 

 

İRMİŞ, Ayşe; GÖK, Elif Elvan (2008): “Az Gelişmiş Ülkelerde Fason Üretim ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışı”, SBE Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 1, Sakarya

HARRISON, Paul (1990): 3. Dünyanın Batılılaştırılması, Pınar Yayınları:47, İstanbul

Yazar

Feyzullah Eroğlu

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar