Yükleniyor...
Giriş
1990’lı yıllarda büyüme ve çevre arasındaki ilişkinin ters bir U şeklinde olduğunu ifade eden Çevresel Kuznets Eğrisi ortaya atılmıştır. Bu eğri, büyüme ile çevre arasındaki ilişkiyi farklı bir biçimde ortaya koymuştur. Söz konusu eğri, büyümenin geliri arttırması ile kirlenmenin azaldığını iddia etmiştir. Ülkelerin kirli sanayilerden, büyüme sağlandıkça temiz ve yüksek teknolojili sanayilere geçtiği ve gelir düzeylerinin yükselmesinin çevre düzenlemeleri yönündeki uygulamaların arttırılması konusunda baskılar yarattığı ve çevreyi kirletici sanayilerin de yoksul ülkelere kaydığı saptaması yapılmıştır. Büyüyen ve yüksek refaha ulaşan ülkeler çevre kirliliklerini yoksul ülkelere ihraç etmekte ve büyümenin çevre üzerindeki etkisi ihraç edilmektedir. Özellikle 2008 ekonomik ve ekolojik krizi ile birlikte Çevresel Kuznets Eğrisi’nin iddiaları çökmüştür. İddia edildiği gibi zenginleşen ülkeler çevresel şartlarda yeterli düzenlemeleri yapamamış, kapalı ekonomik sisteme karşın zengin ülkelerce desteklenen kapitalist ekonomik sistem verimli bir ekonomi yaratmasına karşın verimsiz bir çevreye neden olarak iklim değişikliğinin inşacısı olmuştur.
İklim değişikliği meselesi uzun bir süre geleceğin sorunu olarak resmedilmiştir. Ancak gelinen bu noktada geleceğin şimdi burada olduğu görülmektedir. Artan sıcaklıkları ve ekstrem hava olayları gibi parametreler dolayısıyla iklim değişikliğinin somut etkileri tartışmasız bir şekilde günlük hayatımızda gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, artık çevre ve kalkınma arasında bir dengenin kurgulanması, yenilenemeyen ve sera gazlarına neden olan fosil enerji kaynaklarının terk edilmesi ve sürdürülebilir bir kalkınma modelinin inşa edilmesi gerekmektedir.
Bu yeni kalkınma modelinin adı Düşük Karbonlu Ekonomi / Yeşil Ekonomi’dir. Bu model 2008 küresel krizi sonrası iflas eden neoliberal politikalara emek yoğun yeni sektörler oluşturarak istihdam önerisi getirmekte, ekolojik krize karşı da sürdürülebilir bir büyümenin alt yapısını oluşturmaktadır. Önümüzdeki 30 yıl içerisinde düşük karbon ekonomisinin küresel düzeyde 3,5 ile 4 trilyon dolarlık bir piyasa yaratacağı öngörülmektedir.
Küresel olarak düşük karbon ekonomisine doğru bir yönelim, Türkiye gibi rekabet gücünü artırmayı hedefleyen ülkeler için büyük fırsatları da beraberinde getirmektedir. Yeni piyasa koşullarına adapte olacak şekilde ekonominin yapılandırılması, rekabet gücünün korunarak bu piyasadan pay alınmasında önemli bir rol oynayacaktır. Genel stratejilerin yanı sıra, son yıllarda hazırlanan sektörel stratejilerin de bu yeni eğilimi göz önünde bulundurarak planlanmaları rekabetçi bir ekonominin sektörel olarak düzenlenmesine yardımcı olacaktır. Türkiye’nin istihdam yaratmayı ve İklim değişikliği ile mücadeleyi hedefleyen stratejileri oluşturulurken, sanayi politikası, enerji politikaları, yatırım destekleri ve teşvikleri, dış ticaret, yerel yönetimler, bölgesel kalkınma gibi çeşitli konular entegre bir şekilde ele alınmalıdır.
Literatür taraması yöntemi kullanılarak hazırlanan bu çalışmanın birinci bölümünde; düşük karbonlu ekonominin ne olduğu, bu modelin hangi alanları kapsadığı, hangi şartların bu ekonomik modelin öne çıkmasına neden olduğu, bu model çerçevesinde ortaya çıkan istihdamın yeni biçimi, yeşil işlerin ve yeşil yakalıların ne anlama geldiği sorularına yanıt verilecektir. Çalışmanın ikinci bölümünde; neden Türkiye’de düşük karbonlu ekonomiye geçişin önemli olduğu, bu ekonomik modelin Türkiye’deki potansiyelinin neler olduğu ve son olarak bu modele geçişte enerji, kentleşme ve ulaşım sektörlerinde neler yapılabileceğine dair sorulara yanıt verilecektir. Çalışmanın sonuç bölümünde ise enerji verimsiz inşaat sektörüne bağımlı, atıl kapasiteye dönüşecek olan kömür enerjisine dayanan, büyüme trendi düşmüş, genç ve kadın işsizliği üst sınırlara ulaşan, kendisine biçilen tüketici rolünü oynayan Türkiye ekonomisine yeni bir hikâye önerisi olarak Düşük Karbonlu Ekonomi önerisi tartışılmaktadır.
1.1. Düşük Karbonlu Ekonomi Nedir?
Düşük Karbonlu Ekonomi en basit ifadesi ile düşük karbon salınımı ve etkin kaynak dağılımının sağlanmasını ve toplumsal yararın arttırılmasını hedefleyen bir ekonomiyi ifade etmektedir. Yeşil Ekonomi de denen bu model ile karbondioksit salınımı ve beraberinde getirdiği kirliliğin azaltılması, enerji ve kaynak verimliliğinin artırılması ve biyolojik çeşitlilik kaybının önlenmesine yönelik kamu – özel sektör yatırımları ve bu yatırımlar aracılığıyla da istihdam ve büyümenin sürdürülmesi sağlanmaya çalışılmaktadır.
UNEP’e göre yeşil ekonomi; çevresel riskleri ve ekolojik kıtlığı önemli ölçüde azaltırken, bireylerin refahını artıran ve sosyal adaletin gelişmesine yol açan ekonomi olarak tanımlanmaktadır. Aynı zamanda yeşil ekonomi sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak için küresel ölçekte yaygınlaşan yeni üretim modeli olarak da tanımlanmaktadır. Bir düşük karbon ekonomisi olan yeşil ekonomi, geleneksel ekonominin dönüşümü sürecinde üretim sektörlerinde temiz üretim ve eko-verimlilik ile hem çevrenin korunmasını hem de rekabetçiliğin artırılmasını öngörmektedir. Fosil yakıt ağırlıklı bu üretim biçimi günümüzde “Kahverengi Ekonomi” olarak adlandırılmaktadır. Yeşil ekonomi düşüncesinin ardında ise fosil yakıt kullanımının sınırlandırılması ve yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelme fikri yatmaktadır. Ancak bu dönüşümü sadece enerji sektörü üzerinden düşünmek hatalı olacaktır. Enerji sektörünün yanı sıra sanayi, kentleşme, ulaşım, tarım ve ormancılık gibi sektörlerde de köklü dönüşümlere ihtiyaç vardır.
İklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarını azaltmak için düşük karbonlu ekonomiye geçmek gerekmektedir. Bu nedenle dünyada yeni bir ekonomik düzen ortaya çıkmaktadır. Küreselleşmenin temel unsurları olan ulaşım, bilgi ve haberleşme teknolojilerindeki hızlı gelişmelerin ardından şimdi sırada gelişmiş enerji, malzeme ve kaynak verimliliğine, yenilenebilir enerji kaynaklarının daha fazla kullanımına ve sürdürülebilir tarıma odaklanan yeni bir kalkınma modeline geçilmektedir. Enerji verimliliğini temel alan bina teknolojileri önümüzdeki 10 yıl içerisinde yeşil büyüme potansiyeli açısından muazzam fırsatlar sunacaktır. Çevre dostu teknolojiler arasında en yüksek büyüme potansiyeline sahip alan olarak beyaz eşya görülmektedir. Bunu bina yalıtımı, aydınlatma, ısıtma ve soğutma teknolojileri izleyecektir. Malzeme ve enerji maliyetlerinde azalma sağlanması durumunda ARGE’ye daha fazla bütçe ayrılabilecek, çalışanların eğitimi ve ücretlerinde artış söz konusu olabilecektir.
1.2. Düşük Karbonlu Ekonomi Hangi Sektörleri Öne Çıkarmaktadır?
İklim değişikliği ile mücadele ve uyumun sadece çevreci bir duyarlılık açısından değil, ekonomik ve ticari anlamda da gerçekçi ve gerekli bir adım olduğu bilinmektedir. Bu kapsamda düşük karbon ekonomisinin amacı, imalat sanayi, tarım, ulaştırma ve elektrik üretimi gibi alanlarda mümkün olan en düşük seviyede emisyon ile enerji elde edilmesini ve üretim yapılmasını sağlamak ve böylelikle üretim ve tüketim kapsamında tüm kesimler tarafından enerjinin ve doğal kaynakların daha verimli bir şekilde kullanımını gerçekleştirmektir. Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımının bir parçası olan düşük karbon ekonomisinin sera gazı emisyonlarının azaltılmasının dışında; enerji ile ilgili maliyetlerin azaltılması, fosil yakıtlara olan bağımlılığın azaltılması, yeni iş alanlarının (Yeşil İş) oluşturulması, hava kalitesinin ve halk sağlığının iyileştirilmesi gibi daha birçok hedefi olduğu bilinmektedir.
G20 grubu içerisindeki gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler düşük karbon ekonomisine geçiş için aşağıda sıralanan önlemlerin alınmasını tavsiye etmektedir:
Önder Algedik’e göre ise düşük karbon ekonomisinin bileşeni olan sektörler, temelde arz merkezli yenilenebilir enerji ve verim, tasarruf ya da alternatif çözümler olan, daha çok talep merkezli yeni düşük karbon hizmet ve ürünleri olarak sınıflandırılmaktadır.
Tablo-1: Düşük Karbon Ve Çevre Sektörünün Sektörel Bileşenleri Ve Alt Sektörleri Listesi
Yenilenebilir Enerji | Yeni Düşük Karbon | Çevre |
Rüzgâr | Alternatif Yakıtlar | Hava kirliliği |
Jeotermal | Alternatif Taşıt Yakıtları | Çevre Danışmanlığı |
Fotovoltaik | Yeni Enerji Kaynakları | Çevresel İzleme |
Hidro | Bina Teknolojileri | Deniz Kirliliği Kontrolü |
Dalga ve Gelgit Enerjisi | Enerji Yönetimi | Ses ve Vibrasyon Kontrolü |
Bio kütle | Karbon Tutma ve Saklama | Toprak Kirliliği |
Yenilenebilir Danışmanlığı | Karbon Finansmanı | Atık Yönetimi |
Su ve Atık Su Arıtma | ||
Geri Dönüşüm ve Atık Yönetimi |
Yukarıda sıralanan başlıklara ilişkin kapasite artırımlarının gerçekleşmesi sağlanarak, yerel yönetimlerde yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği ile yalıtım sektörü gibi yeni çevre sektörlerinin gelişmesine destek verilerek, yeşil yakalılar diye tabir edilen çevre emekçileri, çevre mühendisleri, çevre danışmanları, ekolojik mimarlar, çevre avukatları, çevre eğitmenleri, çevre koruma ve Eko-teknoloji alanında çalışanlar ve çevre denetçileri gibi alanlarda yeni istihdam olanakları sağlanmış olacaktır. Özellikle enerji tasarrufu ve yenilenebilir enerji teknolojilerinin geliştirilmesi, karbon yoğunluğu düşük enerji kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılması, çevre dostu ve düşük karbon teknolojilerinin kullanımını yenilikçi ve sürdürülebilir bir yaklaşım olan düşük karbon ekonomisinin temel taşlarını oluşturmaktadır.
1.3. Küresel Düzeyde Düşük Karbonlu Ekonomi’nin Öne Çıkış Süreci Nasıl Yaşanmıştır?
Düşük karbonlu ekonominin küresel düzeyde gündeme gelmesinde belirleyici olan 2008 yılında yaşanan ekonomik ve ekolojik kriz olmuştur. Ülkeler özellikle 2008 küresel ekonomik krizden ve iklim değişikliğiyle mücadele etmek için kriz paketleri açıklamışlar, bu kriz paketlerinde düşük karbonlu bir ekonomik büyüme hedefi ortaya koymuşlardır. Böylece bir yandan işsizlik sorununa yanıt aranırken bir yandan da sürdürülebilir bir büyümenin yeni çerçevesi çizilmeye çalışılmıştır. Bu kapsamda bu süreçte küresel toplumda düşük karbonlu ekonomiye ilişkin bir takım teorik ve pratik çalışmalar öne çıkmıştır. Örneğin; UNEP 2008 yılında; yoksulluğun azaltılması, yeşil yatırımlar ve yeşile dönüşümün sağlanması ile ilgili önerileri içeren Yeşil Ekonomi İnisiyatifi adlı bir girişim başlatmıştır. İngiltere’de faaliyet gösteren New Economics Foundation, ABD eski başkanlarından Roosevelt’in 1930’ların ekonomik bunalımından çıkmak için önerdiği New Deal politikalarını dönüştürüp iklim değişikliği, işsizlik ve finansal kriz ile başa çıkmak için New Green Deal (Yeni Yeşil Düzen) adı altında 100 ayda uygulanacak bir program önermiştir. Hemen ardından, UNEP Global Green New Deal (Global Yeşil Yeni Düzen) politika belgesi ile yeşil tabanlı bir yeniden yapılandırma stratejisi oluşturulmuştur. UNEP tarafından, yeşil ekonomi tabanlı yeni bir yapılandırma modeli olarak ortaya konulan Yeşil Yeni Düzen, yatırımların ve istihdamın arttırılmasını sağlayarak ekonomiyi tekrardan canlandırmak ve aynı zamanda da karbon seviyesinin düşürülmesini sağlamak amacıyla doğa ve insan refahını attırmayı amaçlamaktadır. Böylece krizlerin yol açtığı ekonomik, sosyal ve çevresel olmak üzere tüm sorunlara söz konusu modelle çözümler sunulmuştur.
Avrupa Birliği’de Yeşil İstihdam konusunda birçok belge yayımlamıştır. Avrupa Komisyonu’nun 2012 yılında yayımladığı Green Economy belgesi bunlardan birisidir. Bu belgeye göre yeşil büyüme, 2020 yılına kadar 20 milyonun üstünde yeni ve eski iş anlamına gelmektedir. Düşük karbonlu ekonomiye geçişte yeni iş alanları yaratmak AB’nin öncelikli istihdam politikalarından biri olmuştur. Bunlar enerji, biyoçeşitlilik hizmetleri, atık işletmeciliği, geri dönüşüm ve karbon gelirlerinin kullanımı gibi alanları içermiştir. İstihdam açısından yeşil ekonominin potansiyelinden faydalanmak için, yeni iş alanlarının ihtiyaçlarının belirlenmesi, işgücüne yeni gelişen becerilerin eğitiminin verilmesi ve kazandırılması hedeflenmiştir. Kaynakların etkin kullanıldığı düşük karbonlu ekonomiye geçişte, bir çevre fonu yaratılmıştır. Bu fondan elde edilen gelir, düşük karbonlu teknolojiye yatırımında ve ‘’vergileri düşürmede’’ kullanılmıştır. Söz konusu süreçte teknolojiye yatırım, insan sermayesine yatırımı ve bireysel girişimcilere mikro-finans yoluyla destek sağlanması amaçlanmıştır. Dolayısıyla Avrupa 2020 stratejisinin önemli bir parçası “Yeşil Ekonomi ve Yeşil İstihdam” olmuştur.
5 Eylül 2016 tarihinde Çin’de gerçekleştirilen G20 Zirvesinin en önemli başlıklarından birisi de düşük karbonlu ekonomiye geçiş ve yeşil büyüme ile enerji ve iklim değişikliği konuları olmuştur. Çin’deki gelişmeler ve Çin’in zirvedeki liderliği ile düşük karbonlu ekonomiye geçiş G20 gündeminin temel taşlarından birisi haline gelmiştir. Bu girişimlerin yanı sıra G7 ülkeleri de fosil yakıt teşviklerini 2025 yılına kadar kaldırma kararı almıştır.
2008 yılında yaşanan ekonomik kriz sonucunda Güney Kore gibi gelişmekte olan ülkelerin de bulunduğu toplam 13 ülke, ekonomik canlandırma paketlerinde küresel mali kriz ile birlikte düşük karbon ekonomisine geçiş ve ekonomide yeni bir dönüşüm için sürdürülebilirlik temelinde istihdam artırıcı yeşil mali ve finansal programlar geliştirmişlerdir. Aşağıdaki tabloda bu ülkelerin açıkladıkları krizle mücadele paketlerinde düşük karbon ekonomisine geçiş için ayırdıkları paylar kriz paketinin yüzdesi olarak verilmektedir. Özellikle Güney Kore ve Çin’in açıkladıkları krizle mücadele paketi içinde düşük karbonlu ekonomi çözümlerinin payının yüksekliği göze çarpmaktadır.
Tablo-2: Ekonomik Canlandırma Paketlerinde Yeşil Yatırımlar[1]
Fonlar(milyar dolar) | Dönem | Yeşil Fonlar (milyar dolar) | Yeşil Fonlar (%) | |
Avustralya | 26,7 | 2009-12 | 2,5 | 9,3 |
Çin | 586,1 | 2009-10 | 221,3 | 37,8 |
Hindistan | 13,7 | 2009 | 0 | 0 |
Japonya | 485,9 | 2009’dan itibaren | 12,4 | 2,6 |
Güney Kore | 38,1 | 2009-12 | 30,7 | 80,5 |
Tayland | 3,3 | 2009 | 0 | 0 |
Ara toplam | 1153,8 | 266,9 | 23,1 | |
Avrupa Konseyi | 38,8 | 2009-10 | 22,8 | 58,7 |
Almanya | 104,8 | 2009-10 | 13,8 | 13,2 |
Fransa | 33,7 | 2009-10 | 7,1 | 21,2 |
İtalya | 103,5 | 2009’dan itibaren | 1,3 | 1,3 |
İspanya | 14,2 | 2009 | 0,8 | 5,8 |
Birleşik Krallık | 30,4 | 2009-12 | 2,1 | 6,9 |
Diğer AB Ülkeleri | 308,7 | 2009 | 6,2 | 2,0 |
Ara toplam | 634,4 | 54,2 | 8,5 | |
Kanada | 31,8 | 2009-13 | 2,6 | 8,3 |
Şili | 4,0 | 2009 | 0 | 0 |
ABD | 972 | 10 yıllık | 112,3 | 21,8 |
Ara toplam | 1007,8 | 114,9 | 11,4 | |
Toplam | 2796 | 436 | 15,6 |
Paket kapsamında; Çin’de sadece 2009 yılında 17 milyar dolarlık rüzgar ve güneş enerjisi yatırımı gerçekleştirilmiş ve bu yatırımın sonucunda 300.000 kişiye yeni istihdam olanağı yaratılmıştır. Küresel krizle mücadele paketinde düşük karbonlu ekonomi çözümlerine en fazla payı ayıran Güney Kore olmuştur. Krizle mücadele için yürürlüğe konulan 38 milyar dolarlık paketin 30 milyar doları; toplu taşıma ve raylı sistemin genişletilmesi, Enerji tasarrufu, yakıt verimli araçlar, yenilenebilir enerji, enerji etkin binaların teşvik edilmesi, su ve katı atık yönetimi, çevre dostu yaşam alanları, kaynak geri dönüşümü, ulusal yeşil bilgilendirme altyapısı gibi sistemlere ayrılmıştır. Böylece Yeşil kurtarma paketi ile toplam 702,944 kişiye istihdam sağlanmıştır. Ayrıca, 2008-2013 dönemi düşük karbonlu büyüme dönemi olarak belirlenmiş, bu süreçteki her yıl GSYİH’nın % 2’si kadar çevreci yatırım yaparak 5 yılda 1,8 milyon yeni istihdam yaratılması planlanmıştır.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) son yıllarda üzerinde dikkatle durduğu noktalardan biri de “Yeşil İşler” olarak tanımlanmaktadır. ILO’ya göre, yeşil işler kavramı ekonomilerin, girişimlerin, iş yerlerinin ve iş piyasalarının insan onuruna yakışır iş standartları sağlayan, sürdürülebilir ve düşük karbon ekonomisine geçişi ile gerçekleşebilecek işlerdir. Bu sektörlerde çalışanlara da Yeşil Yakalılar ismi verilmektedir.
ILO yirmi birinci yüzyıl için iki temel problem tanımlamaktadır. İlki; iklim değişikliği ikincisi ise yoksulluk ve işsizliktir. Yeşil işler, önümüzdeki 10 yıl içerisinde dünya çapında 1,3 milyar insanı yoksulluk sınırının üzerine çıkarmayı (bu da dünyadaki her 10 çalışandan 4’ü demektir) ve iş piyasasına girmeye çalışan 500 milyon genç için insan onuruna yakışır iş fırsatları yaratmayı hedeflemektedir. Yeşil işler kentsel ve kırsal alanlardaki tüm sektörlerde ve girişim türlerinde ortaya çıkabilmektedir.
ILO tarafından 2008 yılında yayımlanan “Yeşil İşler” raporuna göre başta güneş enerjisi ve çöp gazı olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarının kurulu güç başına yarattığı istihdam, kömür, doğal gaz ve diğer fosil yakıtlara göre çok daha yüksek olduğu tespitine yer verilmiştir. Dünya Bankası da, üretilen birim elektrik başına yaratılan iş miktarında yenilenebilir enerji teknolojilerinin fosil yakıtlardan ve nükleer santrallerden enerji üretiminin oldukça ilerisinde yer aldığını belirtmiştir.
O nedenle Yeşil yakalıların yoğun olduğu sektörler arasında öncelikle yenilenebilir enerji (rüzgâr, güneş, jeotermal, biyogaz), enerji verimliliği, organik tarım, yalıtım sektörleri sayılmaktadır. Çevre mühendisleri, çevre danışmanları, ekolojik mimarlar, çevre avukatları, çevre eğitmenleri, çevre koruma ve ekoteknoloji alanında çalışanlar da bu kategoriye girmektedir. Somut olarak rüzgar tribünlerini ve güneş panellerini projelendirenler, üretenler ve yerleştirenler; binaların yalıtımını yapanlar; ekolojik ürün üreticileri yeşil yakalı olarak kabul edilmektedir. Aşağıdaki tablo, yenilenebilir enerji alanında küresel düzeyde istihdam edilen yeşil yakalıları göstermektedir. Yarattığı istihdam bakımından geleneksel ekonomiden sanayi 4.0’a geçilen bir dönemde emek yoğun yeşil istihdamın önemi daha da artmaktadır.
Tablo-3: Dünyada Çeşitli Ülkelerde Yenilenebilir Enerji Sektöründe Çalışanlar
Yenilenebilir Enerji Kaynağı |
Dünya |
Seçili Ülkeler |
|
Rüzgar |
300,000 |
Almanya
ABD İspanya Çin Danimarka Hindistan |
82100
36800 35000 22000 21000 10000 |
Güneş fotovoltaik
|
170,000 |
Çin
Almanya İspanya ABD |
55,000
35,000 26,449 15,700 |
Güneş termal |
624,000 + |
Çin
Almanya İspanya ABD |
600,000
13,300 9,142 1900 |
Biokütle |
1,174,000 |
Brezilya
ABD Çin Almanya İspanya |
500,000
312,000 266,000 95,400 10,349 |
Hidroelektrik
|
39,000 + |
Avrupa
ABD |
20,000
19,000 |
Jeotermal |
25000 |
ABD
Almanya |
21,000
4,200
|
Yenilenebilir, toplam | 2,332,000 |
|
Yeşil işler yaratan Düşük karbon ekonomisine geçiş için, sektörel temelde azaltım hedeflerinin belirlenmesi en temel şarttır. Yeşil bir düzenin sağlanmasında mali teşvikler, vergiler ve sübvansiyonlar önemli rol oynamaktadır. Paralel olarak, hedeflerin gerçekleşmesini sağlayacak orta ve uzun vadeli mevzuatın oluşturulması, kamu alım desteklerinin sürece dâhil edilmesi (AB örneğinde bunun adı yeşil satın almadır), ARGE desteklerinin ortaya konulması, teknoloji potansiyelinin belirlenerek iş dünyasının da katkı sağlayacağı bir süreç başlatılması önemlidir. Finansman konusunda ise ön finansman bağlamında etkin çözümler üretilmelidir. Bu kapsamda karbon vergileri ve emisyon ticareti araçları etkin kullanılmalıdır.
2.1. Türkiye’de Düşük Karbonlu Ekonomiye Geçiş Neden Önemlidir?
İktisat Profesörü Erinç Yeldan’ın Türk ekonomisine ilişkin verdiği bir mülâkatta, Türkiye’nin düşük karbonlu bir ekonomiye geçişi için önemli parametreler sunmuştur. Yeldan mülâkatında şöyle demiştir;
“ Türkiye 1980’lerden bu yana ithalata dayalı ve taşeronlaştırılmış bir sanayi ve dış borç (ya da dış yardım) ile yürüyen bir ekonomi kurgusuna sahiptir. Oysa bunun bir çözümü vardır: Ulusal tasarruflara dayalı, kamu ile özel sektör arasında dayanışmaya ve inovasyona yönelerek üretkenliği ön planda tutan ama bölgesel eşitsizliklerin çözümüne öncelik veren bir sanayileşme stratejisine geçilmelidir. İnşaata dayalı büyüme Türkiye ekonomisi için önemli bir sorundur. İnşaat sektörü, özü itibariyle döviz kazandırıcı olmayan bir sektördür. Oysa girdilerinin önemli bir bölümü ithaldir. Dolayısıyla ithalata dayalı girdi kullanan, ancak ihracat ve döviz yetisi olmayan bu sektörün genişlemesi dış açığa neden olmaktadır. Türkiye yılda ortalama 35-45 milyar dolar arasında cari işlemler açığı vermekte ve bunun getirdiği dış borçlanma nedeniyle Türkiye’nin 2003 yılında 130 milyar dolar olan dış borçları, şimdi 450 milyar dolara dayanmaktadır. Türkiye’nin gelişmekte olan yükselen ekonomiler arasında döviz bazında dış borcunu artıran ülkelerin başında geldiği bilinmektedir. Ve bütün bunların doğal uzantısı ise üretkenlikte yaşanan yavaşlamadır.
Yine Profesör Erinç Yeldan’ın 5. İzmir İktisat Kongresinde Türk ekonomisinin gelişme dinamikleri üzerine yaptığı değerlendirmeler dikkat çekici olmuştur. Yeldan kongrede şu tespitlerde bulunmuştur;
“Türkiye Orta Gelir Eşiği’nde bir ülkedir. Bu eşiği aşabilmek için büyüme kaynaklarının artık yeni sermaye yatırımlarından değil, üretkenlik kazanımlarından elde edilmesi gerekmektedir. Aksi halde TÜRKİYE Orta Gelir Tuzağına düşecektir. Üretkenliğin arttırılması ise beşeri sermayeye eğitim ve araştırma-geliştirme (ARGE) yatırımlarıyla, kurumsal reformlarla ve yeşil büyüme ile sağlanabilecektir.”
Doçent Doktor Ahmet Aşıcı’da “İklim için Yeşil Ekonomi Politikaları” raporunda Türk ekonomisi için şu tespitleri yapmıştır;
“Günümüz Türkiye’sinde ekonomik yapıyı belirleyen fiyat seti, ne yazık ki, ranta dayalı, inşaat odaklı ve düşük katma-değerli bir üretim yapısını daha kârlı kıldığı görünmektedir. Ekonomik canlanma için her ülkenin zaman zaman başvurduğu kamu destekli büyük altyapı yatırımları Türkiye’de mevcut durumu daha da kötüleştirmektedir. Otoyol, köprü gibi altyapı yatırımları, Türkiye’de olduğu gibi bir süreklilik kazandığında, fiyat sistemi daha da bozulmakta, özel sektör için inşaat ve onunla ilgili sektörler daha kârlı hale gelmekte, bu da ekonomik yapının sürdürülemez hal almasına yol açmaktadır. İnşaat odaklı büyümenin tercih edilmesiyle ekonomi enerji-yoğun bir yapıya sürüklenmiş, bu da enerji arz güvenliği hassasiyetini ön plana çıkarmıştır. Enerjide arz güvenliğini sağlamak adına teşvik edilen fosil yakıtlı termik santraller kapasitelerinin çok altında işletilebildiğinden birim üretim maliyetleri yüksek olmakta, bunun neden olduğu zarar da tüketiciler ve üreticiler ödemektedir.”
Dolayısıyla Türkiye yükselen bu enerji talebini karşılayabilmek için yerli kömürün yanı sıra doğal gaz, petrol ve ithal kömürde ithalat bağımlılığını artırmak zorunda kalmaktadır. Türkiye 1970 yılında toplam birincil enerji tüketiminin %77’sini kendi kaynaklarıyla karşılamaktayken, 2010 yılında bu oran %28’e gerilemiştir. Bu gerekçelerle Türkiye’nin öncelikle yapması gereken yenilenebilir enerjiye ve enerji verimliliğine odaklanarak düşük karbonlu bir ekonomiye geçişi planlamaktır.
Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de işsizlik problemleri artarak devam etmektedir. Düşük karbonlu ekonomi paketi bağlamında oluşturulacak bir iklim açılımı ile meydana gelecek yeni alternatifler, ortalama olarak %12 oranında var olan işsizlik rakamlarının aşağıya çekilmesine katkıda bulunacak, yeni istihdam imkânları doğurarak, bâkir fırsat ve çözümler getirecektir. Bu istikamet, piyasalardaki belirsizliği azaltacak ve uzun vadeli yatırımlar yapılmasının önünü açacak bir çerçeve oluşturarak, yatırımcılarımızı ve iş dünyasının temsilcilerini vizyoner bir hedef doğrultusunda yönlendirerek geleceğe ışık tutacaktır.
İklim Dostu Kalkınma paradigması günümüz dünyasının yeni vizyonudur. Düşük karbon ekonomisi, artık sadece siyasi bir tercihten öte, ekonomi temelli yeni bir politika zorunluluğu haline gelmiştir. İklim değişikliğinin kalıcı zararlarından dönüş ancak bugün atılacak adımlar ile mümkün olabilecektir. Bu adımlar açısından, Türkiye’nin iklim değişikliği süreçlerine geç katılımı aynı zamanda ekonomik kayıp anlamına gelecektir. Bu kapsamda hibrit otomobiller, az yakıt ve düşük emisyonlu teknolojiler, ekolojik binalar ve eko-kentler, ormanların korunması ve geliştirilmesi gibi alanlarda yapılan yatırımları teşvik etmek için gerekli yasal altyapı ve yönetişim yapısını hazırlanmalı, oluşturulacak sübvansiyonları ve mali düzenlemeleri iklim dostu ARGE faaliyetlerine ve teknolojilerine yönlendirmeli böylece ekonomi için gerekli olan rekabet ve kalkınma ortamı hazırlanmalıdır. Bu noktada başarılı bir dönüşüm için özellikle tek bir fiyatın (havayı kirletme bedeli olarak karbon vergisi gibi) değil, ilgili tüm fiyatların (hammadde, ara malı, emek, taşıma, vb.) belirli bir sistematik içinde uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir.
2.2. Türkiye’de Düşük Karbonlu Ekonominin Potansiyeli Nelerdir?
Düşük karbon ekonomisi pazarının incelendiği bir listede ilk 3 ülkeyi ABD, Çin ve Japonya’nın oluşturduğu, Türkiye’nin ise bu listede yaklaşık 31,8 milyar avro (Pazar payı %0,87) ile 22. sırada yer aldığı tespit edilmiştir. Aynı yıl içerisinde Türkiye’nin 106,5 Milyar Avro’ya ulaşan toplam ihracatı ile karşılaştırıldığında, Dünya Düşük Karbon Ekonomisi Pazarının 2008 yılında Türkiye’nin yaptığı toplam ihracatın 36 katından fazla bir büyüklüğe sahip olduğu gözlemlenmiştir. Sonuç olarak, düşük karbon ekonomisi modelinde Türkiye’nin azımsanmayacak bir pazar potansiyeli bulunmaktadır. Aşağıdaki tablo da bu durumun somut göstergesidir.
Tablo-4: Türkiye’nin Düşük Karbon Ekonomisi Pazarı
Alan | Faaliyet | Çevresel Duyarlılık Potansiyeli | Günümüze Kadar Olan Yeşil İş Gelişimi | Uzun Dönemdeki Yeşil İş Potansiyeli |
Enerji | Yenilenebilir Enerji | Mükemmel | İYİ | Mükemmel |
Karbon Yakalama Ve Depolama | Orta | Yok | Bilinmiyor | |
Sanayi | Çelik | İYİ | Orta | Orta |
Alüminyum | İYİ | Orta | Orta | |
Çimento | Orta | Orta | Orta | |
Kağıt | İYİ | Orta | İYİ | |
Geri Dönüşüm | Mükemmel | İYİ | Mükemmel | |
Ulaştırma | Enerji Verimli Araçlar | Orta-İYİ | Sınırlı | İYİ |
Toplu Taşımacılık | Mükemmel | Sınırlı | Mükemmel | |
Demiryolu | Mükemmel | Negatif | Mükemmel | |
Havayolu | Sınırlı | Sınırlı | Sınırlı | |
Binalar | Yeşil Binalar | Mükemmel | Sınırlı | Mükemmel |
İyileştirme | Mükemmel | Sınırlı | Mükemmel | |
Aydınlatma | Mükemmel | İYİ | Mükemmel | |
Verimli Ekipmanlar | Mükemmel | Orta | Mükemmel | |
Tarım | Küçük Ölçekli Sürdürülebilir Tarım | Mükemmel | Negatif | Mükemmel |
Organik Tarım | Mükemmel | Sınırlı | İYİ -Mükemmel | |
Çevresel Hizmetler | İYİ | Sınırlı | Bilinmiyor | |
Ormancılık | Ağaçlandırma | İYİ | Sınırlı | İYİ |
Tarımsal Ormancılık | İYİ- Mükemmel | Sınırlı | İYİ -Mükemmel | |
Sürdürülebilir Ormancılık Yönetimi | Mükemmel | İYİ | Mükemmel |
Yapılan araştırmalarda Türkiye’nin sıcaklık artışını +1,5 santigrat derece ve +2 santigrat derece hedeflerine uygun bir şekilde, % 100 yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğini hedefleyen bir politik yolu takip ettiği takdirde; enerji ithalatında yıllık 23 milyar dolar tasarruf edebileceği, hava kirliliği kaynaklı 35 bin erken ölüm vakasının önüne geçebileceği ortaya konmaktadır. Yine Yeldan’a göre yenilenebilir enerji yatırımı finansmanında kullanılabilecek bir karbon vergisinin ve enerji verimliliğindeki otonom artışın birlikte yaratacağı etkiyle 2030 yılında Türkiye’nin karbondioksit emisyonunun resmi olarak açıklanan düzeyden %40 düşük gerçekleşebileceği hesaplanmıştır.
Yeşil ekonomi, geleneksel ekonomideki dönüşümü ifade etmektedir. Bu dönüşümün ilk kuralı fosil yakıt temelli ekonomik sistemin terk edilmesidir. Bunun için gereken finansal kaynağın büyük bölümü fosil yakıt temelli yapıyı ayakta tutmak için harcanan teşviklerden sağlanmaktadır. Bu kapsamda incelendiğinde, Türkiye’nin fosil yakıt teşvikleri bir vergi muafiyeti özelliği göstermekte ve önemli bir kısmı (yaklaşık 300 milyon ABD doları) yeni fosil yakıt rezervlerinin aranmasına ayrılmaktadır. Ocak 2012’de, Türkiye petrol ve kömür yatırımlarını (madencilik, sondaj ve güç üretimi dahil) sübvanse etmek için Yeni Yatırım Teşvikleri Rejimini başlatmıştır. Hükümet aynı zamanda Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) gibi devlete ait fosil yakıt üreticilerini desteklemektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin bu fosil yatırımları bırakmak yerine TTK’yi iyileştirmek, istihdam ve zararlarını azaltmak ve verimliliğini arttırarak, verimsiz üretici teşviklerini kaldırmayı planlaması oldukça verimsiz (!) bir politikayı ortaya çıkarmaktadır.
Enerji, tüm ekonomik sektörlerdeki büyümenin motorudur. Fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji temelinde gelişen, nükleer santrallerdeki gibi büyük ölçekli ve merkeziyetçi olmak yerine, çatılara kurulacak güneş panellerinde olduğu gibi küçük ölçekli ve ademi merkeziyetçi bir sisteme geçişin, ekonomik aktivitenin daha az enerji kullanacak biçimde tasarlanmasıyla birlikte iklim değişikliği ile mücadelede ve istihdam yaratılmasında önemli bir rol oynayacağı görülmektedir.
Dünyada enerji sisteminin yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği temelinde ciddi bir dönüşüme girdiği görülmektedir. Küresel ölçekte 2015 yılında yeni santrallerde üretilen elektriğin %90’ı yenilenebilir kaynaklı olmuştur. Güneş panellerinden elektrik üretim maliyeti 2009’dan bu yana %80 düşmüştür. Bütün dünyada kömürden çekilme eğilimi hızlanmaya başlamıştır. Yenilenebilir enerji dönüşümünde güneş giderek ön plana çıkmaktadır. Bu kapsamda Türkiye’de güneş paneli kurulumu yapılabilecek 8 milyona yakın çatı olduğunun hesaplanması Türkiye’de önemli bir pazar potansiyelinin olduğunu göstermektedir.
Güneş enerjisinin yaygınlaşmasında ön plana çıkan model Almanya’da başarılı bir biçimde uygulanan Yurttaşın Enerji Santralleridir. YES, Yurttaşların enerji kooperatifleri kurarak, tüketim birleştirme çerçevesinde apartman, site, köy ve yazlıklardaki çatılarda veya bireysel olarak kendi çatılarında kuracakları sistemler gibi farklı biçimlerde öz tüketim ya da aynı zamanda şebekeye satış için enerji üretmeleri anlamına gelmektedir. Avrupa Enerji Ajansı’nın (EİE) verilerine göre Türkiye`de şuana kadar güneş enerjisi kapasitesinin ancak binde 1’inden yararlanabilmiştir. Bu noktada Almanya ile Türkiye arasında güneş enerjisi üzerinden bir karşılaştırma yapıldığında Türkiye’nin potansiyelini açığa çıkaramadığı açık bir biçimde görülecektir. Şöyle ki Türkiye’de yıllık güneşlenme süresi 2737 saat iken, Almanya’da bu süre 1600 saattir. Bu değerlere rağmen Türkiye’de güneşten elde edilen enerji 860 MW iken Almanya’da elde edilen enerji 40 bin MW’dır. Dolayısıyla Türkiye’den %60 daha az güneş alan Almanya, Türkiye’den 46 kat daha fazla güneş enerjisi üretmektedir. Sonuç olarak Türkiye bu alandaki potansiyelini çok boyutlu ihtiyaçları doğrultusunda tam verimlilik ile değerlendirmelidir.
Türkiye güneşin yanı sıra rüzgâr sektöründe de önemli bir potansiyele sahiptir. Bu potansiyeli istihdam üzerinden analiz ettiğimizde çarpıcı rakamlarla karşılaşırız. Yılda 350 megavat (MW) kurulu güce sahip rüzgâr türbinleri için kanat üretiminde 410 kişilik bir istihdam gerekmektedir. İşin projelendirme, kule imalatı, jeneratör imalatı, inşaat, montaj gibi kısımlarını da hesaba katıldığında 350 MW türbini üretmek ve devreye almak için en iyi ihtimalle 2 bin 500 kişilik bir ekip gerekmektedir. Türkiye’nin yılda 1.000 MW’lık rüzgâr gücü kurmak gibi bir hedefi olsa yaklaşık 7 bin 500 kişi, 3 bin MW’lık bir hedefi olsa 20-25 bin kişi direkt olarak rüzgâr enerjisi sektöründe çalışabilecektir. Hammadde ve hizmet alımı gibi başkaca firmaları ve bu firmalarında ortalama iki ile üç kişi çalıştıracağı düşünüldüğünde bu sektörde 100 binden fazla kişiye rahatlıkla istihdam imkânı sağlanabilecektir. Tabi bu yüksek istihdam rakamlarını elde edebilmek için özellikle rüzgâr tribünlerinin yurt içinde imal edilmesi gerekmektedir.
Bu noktada yaratılacak bu işlerin hepsinin mühendis olacağını da düşünmemek gerekmektedir. Montaj hattında çalışacak vasıfsız işçilerden, teknisyenlere ve şoförlere kadar her alanı kapsayan bir istihdam imkânı ortaya çıkmaktadır. Nitekim 2009 Başkanlık seçimlerinde Barrack Obama, seçim vaadinde 210 milyar dolarlık inşaat ve çevre sektörü yatırımı yapacağını söylemiş, bunun sadece 150 milyar dolarının “yeşil yakalı” istihdam yaratmak için kullanılacağını belirtmiştir. Dolayısıyla benzer bir iklim paketi Türkiye içinde düşünülmelidir.
Rüzgâr enerjisinin yanı sıra yenilenebilir enerji endüstrisinin diğer alanlarında (jeotermal, hidroelektrik, biokütle gibi) çalışan ve ileride çalışabilecek yeşil yakalıların potansiyeli yüksek olduğu görülmektedir. Yeşil yakalıların yenilenebilir enerji sektörünün ötesinde tarımda da kendine çalışma sahası bulduğu görülmektedir. Örneğin, organik tarımda çalışan üreticiler; ekolojik pazarlarda, ekolojik ürün dağıtımı ve satışında çalışanlarda yeşil yakalı istihdamının birer parçası olduğu ve gelecekte bu alanlarda çalışanların sayısının artması beklenmektedir.
Düşük karbonlu ekonomiye geçişte Türkiye’nin yapabileceği diğer düzenlemeler ise yerel yönetimlerle ilgili kentleşmeye ilişkin uygulamalardır. Türkiye saçaklanmış yerine kompakt kentler kurgulayarak, iklim dostu kentsel dönüşüm düzenleyerek, kentsel ulaşımda toplu taşımaya ve motorlu araçlar dışındaki yöntemlere öncelik tanıyarak; daha çok geri dönüşüm, daha az kentsel atık hedefleyerek; akıllı, enerji etkin ve pasif binalar ile kentsel yeşil alan sistemlerini hayata geçirerek düşük karbonlu bir ekonomiyi yerelde inşa edebilir.
Kentlerdeki gıda atıklarından kompost yaparak kent bahçeleri kurmak, tarım arazilerinde pulluksuz tarım yapmak gibi yöntemler toprağa kalıcı organik madde kazandırmanın yolları arasında sayılabilir. Bir diğer uygulama ise yeryüzünün neredeyse tamamına yayılmış mera, çayır ve otlaklarda planlı otlatma ve hayvan etkisi araçlarını, Bütüncül Yönetim ve Bütüncül Planlı Otlatma yoluyla kullanmak ve elbette çayır ve mera arazilerinin miktarını artırmaktır. Onarıcı tarım pratiklerinin yaygın olarak hayata geçirilmesiyle atmosferdeki karbon dioksiti geniş miktarlarda atmosferden çekip toprağa gömmemiz mümkün görünmektedir. Gömülen karbonun yanı sıra, küresel ölçekte arazi kullanımı pratiklerinden kaynaklanan salımın azaltılmasının toplam sera gazı emisyonlarını düşürme etkisi de hesaba katıldığında etkinliğin artacağı öngörülebilir. Bu raporda yer verdiğimiz pasif binalar, enerji kooperatifleri, topluluk destekli tarım, bisiklete dayalı kent içi ulaşım, kent bostanları, onarıcı tarım gibi yenilikçi uygulamaların ortak özelliği bir yandan kolay ve yaygın ölçekte uygulanabilir çevre ve iklim dostu alternatifler yaratırken, diğer yandan da yurttaşların ekonomiye doğrudan katıldıkları, hatta gelir elde ettikleri yeni yeşil işleri oluşturmaktadır.
2.3.Enerji Sektöründe Yapılabilecekler Nelerdir?
Türkiye’nin yüksek karbon yoğunluklu bir enerji altyapısına yatırım yapmasına ilişkin planlar ülkeyi riskli bir ekonomik kulvara sokmaktadır. Türkiye, kömüre dayalı elektrik üretiminin toplamdaki payını önemli ölçüde artırmayı, bunun yanında doğusundaki doğal gaz üreticileri ile batısındaki tüketiciler (Avrupa Birliği) arasında bir gaz merkezi olmayı hedeflemektedir. Bu politikalar, ölü yatırım haline gelme riskini taşıyan çok önemli yatırımlardır. Piyasalardaki güncel durum ile iklim ve enerji politikalarına dair mevcut eğilimler kömüre dayalı elektrik üretimini gittikçe daha karsız hale getirirken, AB’nin doğal gaz talebindeki düşüş eğilimi yeni gaz boru hatlarının gerekliliğinin sorgulanmasına yol açmaktadır. Bütün bu faktörler, kömürden gittikçe artan oranda uzaklaşan uluslararası topluluk ve Türkiye arasındaki açmazı büyütmektedir. Aşağıdaki tablo, 2050’ye giden yolda uluslararası toplumun enerji felsefesini ortaya koymaktadır.
Tablo-5: 2050’li Yıllarda Ülkelerin Enerji Trendleri
İlgili Alan | Gelişmiş Ülkeler | Gelişmekte ve Az Gelişmiş Ülkeler | Genel |
Genel Eneri Tüketimi | + | ++ | ++ |
Enerji Verimliliği Çalışmaları | ++ | + | + |
Çevresel Hususlara Duyarlılık | ++ | + | + |
Petrol Tüketimi | + | ++ | ++ |
Doğal Gaz Tüketimi | ++ | ++ | ++ |
Yenilenebilir Üretim | ++ | + | + |
Nükleer Üretimi | + | ++ | ++ |
Kömür Tüketimi | – | + | x |
Ulaşımda Petrol Kullanımı | x | + | + |
Ulaşımda Elektrik Kullanımı | ++ | x | x |
Ulaşımda Gaz Kullanımı | + | + | + |
Kapalı Alanlarda Petrol Kullanımı | – | x | x |
Kapalı Alanlarda Gaz Kullanımı | + | + | + |
Kapalı Alanlarda Kömür Kullanımı | – | + | x |
Kapalı Alanlarda Biyoyakıt Kullanımı | – | – | – |
Endüstride Petrol Kullanımı | + | + | + |
Endüstride Gaz Kullanımı | + | + | + |
Endüstride Kömür Kullanımı | – | x | x |
Endüstride Biyoyakıt Kullanımı | – | x | x |
Elektrik Üretiminde Petrol Kullanımı | – | – | – |
Elektrik Üretiminde Gaz Kullanımı | + | + | + |
Elektrik Üretiminde Kömür Kullanımı | – | + | x |
Elektrik Üretiminde Nükleer Kullanımı | x | + | + |
Elektrik Üretiminde Yenilenebilir Kullanımı | ++ | + | + |
Elektrik Üretiminde Biyoyakıt Kullanımı | x | x | x |
Tablodan da anlaşılacağı üzere, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin yönelimleri ve durumları asıl denklemde daha fazla belirleyici olmaktadır. Gelişmiş ülkeler daha çevreci, ucuz, temiz, verimli ve yenilenebilir politikalara odaklanırken, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler aynı trendi göstermemekte; eski teknoloji nükleer santrallere, kirli kömür ve petrol ürünlerine olan taleplerini artırmaktadır. Bu şartlar altında Türkiye istihdam artırmak, kıt kaynaklarda verimlilik sağlamak, enerjiyi ucuzlatmak için gelişmiş ülkelerin enerji trendini takip etmeli, düşük karbonlu bir ekonomi hayata geçirerek sürdürülebilir bir geleceği kucaklamalıdır.
Türkiye daha az riskli bir yolu seçebilir. Türkiye’nin enerji güvenliği hedeflerine ulaşabilmesi, yukarıda belirtilen risklere maruz kalmadan jeopolitik konumunu güçlendirmesi için önünde fırsatlar vardır. Bu çerçevede, enerji verimliliği, bir numaralı politika önceliği olarak belirlenmelidir. Rüzgâr enerjisi teknik potansiyeli açısından Avrupa’nın en büyüğü olan Türkiye, güneş potansiyelinde ise İspanya’nın ardından Avrupa ikincisidir. Ancak, Türk ve yabancı yatırımcıların kayda değer ilgisine rağmen özellikle lisanslı güneş enerjisi kurulu gücüne koyulan sınırlandırmalar sonucunda özellikle güneş enerjisi alanında hızlı bir ilerleme sağlanamamaktadır.
Türkiye’nin kömürden elektrik üretimini artırma planları, ülkenin teknolojik değişim ve ekonomik eğilimlere karşı kürek çekmesine, dolayısıyla kayda değer ekonomik kayıplara uğramasına yol açmaktadır. Enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiye öncelik verilmesi halinde sürdürülebilir ve güvenli bir enerji sistemi daha az risk alınarak tesis edilebilir.
Türkiye bugün itibarıyla toplam 16,6 GW Kurulu güce ulaşan 39 kömür santraline sahiptir. Bu alanda 2023 hedefi ise bu kapasiteyi ikiye katlamaktır. Enerji mevzuatında “madde 80” olarak da bilinen değişiklik ile linyitten elektrik üretiminin ardındaki destek artırılmıştır. Bu değişiklik ile “stratejik yatırım” olarak nitelendirilen tüm projeler kurumlar vergisi ile çevresel etki değerlendirme ve hatta izin uygulamalarından muaf tutulması sağlanmıştır. Türkiye’nin mevcut enerji mevzuatı kapsamında kömür santralleri arazi tahsisi, sosyal güvenlik prim desteği, faiz desteği gibi teşviklerden yararlanırken, işletmelerin elektrik faturalarına da %50 indirim uygulanmaktadır. Bunun yanında, 2016 yılında yürürlüğe giren bir karar ile yılın son çeyreğinde enerji şirketleri tarafından yerli kömürden üretilecek 6 TWs’lık elektrik enerjisi için kilovat saat başına yaklaşık 5,2 cent/kwh gibi cömert bir fiyattan alım garantisi getirilmiştir. Bu çerçevede, söz konusu garanti, 2017’de 18 TWs enerji için de yenilenmiştir. Bu dönemde bahsi geçen toplam 24 TWs enerji TETAŞ tarafından 185 TL/MWh fiyatla satın alınmıştır. Ancak geçtiğimiz 2 Aralık 2017 Bakanlar Kurulu kararı ile bu alım garantilerinde bir takım düzenlemelere gidilmiştir. 2016 yılında yürürlüğe giren kararda alım garantisi konusunda bir süre belirtilmemişken 2017 tarihli karar ile yerli kömür yakıtlı santrallerin üretiminin 2018 yılından itibaren 7 yıl süre ile (2024 yılı sonuna kadar) belirlenen fiyat ve miktarda TETAŞ tarafından alınacağı belirtilmiştir. Bu noktada dünyada yenilenebilir enerji her geçen gün ucuzlarken Türkiye’nin kıt kaynaklarının birçok açıdan (istihdam, kaynak, sağlık) verimsiz kömür enerjisine aktarılması rasyonellikten uzak kararlardır.
Yeni kararlardan dikkat çekici bir başka değişiklik alım garantisine ilişkindir. 2016 kararında alım garantisi fiyatının her yıl tekrar belirlenmesi kararlaştırılmışken son düzenleme ile fiyatın enflasyona göre artış göstermesine karar verilmiştir. Ayrıca, 2016’da belirlenen alım miktarının her yıl Bakanlar Kurulu tarafından belirlenmesi ifadesi son düzenleme ile kaldırılmıştır. Bunun yerine, bir sonraki yıl için yerli kömür yakıtlı santrallerden TETAŞ’ın alacağı enerji miktarı, santrallerin öngörülen üretiminin yarısı olarak belirlenmiştir. TETAŞ belirlenen alım miktarını her yıl % 40’a kadar artırmaya yetkili hale getirilmiştir.
Bakanlar Kurulu kararı doğrultusunda yerli kömür yakıtlı santral sahibi serbest üretim şirketlerine verilen alım garantisi miktarı ise 21,2 TWs’dir. Bu değer 2017 yılı için TETAŞ’ın yerli kömür santrallerinden planladığı alım miktarı olan 18 TWs’in %18 üzerindedir. Ek olarak ithal kömür santrallerinin yerli kömür kullanımının artmasıyla alım garantisi miktarı da artacaktır. Dolayısı ile hükümet hem kömür enerjisinde daha fazla alıma gitmekte hem de yerli ithal fark etmeksizin alım garantisi miktarını artırmaktadır.
Mevcut döviz kuruna göre alım garantisi 5,2 cent/kwh’a tekabül etmektedir. EPİAŞ gün öncesi piyasası elektrik fiyat ortalaması 2017 yılında da 2016 yılındaki gibi yaklaşık 4,5 cent/kwh olarak gerçekleşmektedir. 2018 ortalamasının da bu seviyede olacağı varsayıldığında yerli kömür santrallerine verilecek ek teşvikin 0,7 cent/kWh olacağı görülmektedir. Dolayısıyla yerli kömür santrali işleticilerine ödenecek ilave tutarın 147 milyon dolar olacağı öngörülmektedir. Bu tutar MW başına 22.630 dolara tekabül etmektedir. Böylece, örneğin 500 MW’lık bir yerli kömür santraline ödenecek yıllık teşvik tutarı 11,3 milyon dolar olacaktır. Bu da yerli kömür santrallerinin sabit ve finansman maliyetlerinin karşılanmasında, kapasite ödemelerine ilaveten ek gelir sağlayacaktır. Ayrıca teşvikin 7 yıl süreyle geçerli olması, santrallerin madencilik yatırımları için öngörülebilirlik ve ek bir kaynak yaratacaktır. Dolayısıyla fosil yakıtlara bağımlılık sürdürülecektir. Yıllık 147 milyon dolar olan bu enerji maliyeti ise 2018 yılında tüketici faturalarına vergiler hariç 0,19 krş/kWh olarak yansıyacaktır.
Peki, yerli kömüre verilen bu teşvikler asgari ücrete verilmiş olsaydı nasıl bir manzara ortaya çıkardı? Bu soruya yanıt 9 Ocak 2018 tarihli köşe yazısı ile enerji uzmanı Önder Algedik’ten gelmiştir. Algedik’in hesaplaması şu şekilde olmuştur;
“Benim hesaplarıma göre, yeni asgari ücret yılda 1200 TL artacak!
Hesap çok basit: Asgari ücretin neti 1404 TL’den yüzde 14,2 artışla 1603 TL’ye çıktı. Yani 199 TL artış olmuş. Türkiye’de yaklaşık 7 milyon asgari ücretli var. Bu kadar düşük ücrete rağmen 579 TL her ay ücretlerinden kesiliyor.
Ama yerli kömür öyle mi? 2017 yılında ortalama elektrik üretici fiyatı 1 kwh elektrik için 16,38 kuruş çıkmış. Yerli kömüre devlet ne vermiş? Ya piyasa fiyatı ya da piyasanın çok üstünde bir fiyat, tam 18,5 kuruş vermiş. Şimdi bu garanti fiyatını 20,134 kuruşa çıkardı. Yani kömüre verilen garanti fiyat bile zam aldı. Böyle giderse 2018’de üretimin yarısı garantili fiyattan olmak üzere 8,5 milyar TL’den fazla para, yerli kömürden elde edilen elektriğe verilecek. Asgari ücretliye verilmeyecek. Hatta asgari ücretliden faturası yoluyla alınacak, kirli kömüre verecek.
Peki, yerli kömüre verilen garanti fiyatı asgari ücretliye verirsek tablo nasıl olur? 7 milyon asgari ücretli arasında bu 8,5 milyar TL’den fazla yerli kömüre verilen parayı asgari ücretliye verirsek her bir işçi yılda en az 1200 TL daha fazla para alıyor.
Bunu aylık olarak dağıttığımızda ise yapılan zam yüzde 14,2 değil yüzde 21’e çıkıyor. Böylece aylık 1603 TL değil, 1703 TL alıyor asgari ücretli. Maaşları da 2018’de sadece 199 TL değil, tam 299 TL artıyor. Düşünsenize kömüre alım garantisini bitirip bu parayı işçi sınıfına vererek tarihe geçebilirsiniz. Bunun için bir torba kanun ya da KHK da yapmamıza gerek yok. Hatta kanun yapsak, 3-5 madde, başlığını ise “Asgari Ücretlinin Gelirinin Ve Toplumun İklim Dostu Refahının Kömüre Verilen Garantilerin Kaldırılması Yoluyla Arttırılması Tasarısı” koysak?
2018 çok güzel olacak. Bakın kömür garantilerine verilen zamları asgari ücretliye verdik, kafadan her ay 100 TL fazla alınacak. Bir de ithal kömüre verilen teşvikleri, halkın parası ile yapılan ama satılan yerli kömür santrallerini filan koyarsak asgari ücret 2000 TL’yi bırakın 2500 TL’ye bile gelir.”
Görüldüğü gibi hükümet başta linyit ve nükleer enerji olmak üzere bazı kaynaklara piyasa dinamiklerinden koruma sağlanmaya çalışmaktadır. Ancak bu durum, Türkiye için giderek daha masraflı bir hale gelmektedir. Finans sektörünün kömür sektörüne finansman sağlamak konusunda isteksiz davranması sonucunda hükümet, yeni projeleri çekici kılmak için gerekli koşulları yaratmayı amaçlamaktadır. Sonuç olarak, ortaya çıkan fatura tüketiciler ve vergi mükellefleri tarafından ödenmektedir.
Elektrik fiyatlarında küresel düzeyde düşüş yaşandığı bir ortamda linyit santrallerine sağlanan alım garantileri ve şebekeye erişim önceliği maliyeti hızla artmaktadır. IEEFA, linyitten üretilen elektrik için sağlanan alım garantilerinin maliyetinin yılda 1,1 ile 2 milyar ABD Doları aralığında olabileceğini belirtmektedir. Bu da elektriğin piyasa fiyatını % 19 ile 29 oranında artırmaktadır. Söz konusu maliyet, Türkiye’nin kömür teşvikleri için hali hazırda harcadığı yıllık 730 milyon ABD Doları tutarındaki faturanın üzerine eklenecektir. IMF’nin tahminlerine göre, kömürden kaynaklanan dışsallıkların Türkiye’ye maliyeti 2015 yılında 18,74 milyar Avro seviyesinde gerçekleşmiştir. Toplam fatura, kömürün 2015’te Türkiye’nin GSYH’na olan 1,88 milyar avroluk katkısının neredeyse 10 katıdır. Kömür kaynaklı dışsallıkların etkisi, özellikle sağlık sektöründe kendisini hissettirmektedir. Türkiye’deki kömürlü termik santrallerin senede 2 bin 879 erken ölüm, 637 bin 643 iş günü kaybı, 3 bin 823 yeni kronik bronşit vakasına yol açtığı tahmin edilmektedir. Ortaya çıkan sağlık faturası yılda 2,9-3,6 milyar Avro aralığında seyretmektedir. Daha vahim olan bir şey varsa o da şudur; Türkiye’nin kömür kurulu gücünü artırmaya yönelik stratejisi, önemli ölçüde atıl varlık riski içermektedir. Ülkenin enerji geleceği karbon yoğun ve kirletici niteliği yüksek, esnekliği sorgulanır elektrik üretim tesislerine mahkûm edilmektedir, Türkiye ekonomisi için patlamaya hazır bir “karbon balonu” yaratılmaktadır. Bankalar enerji sektöründeki ödeme güçlükleri nedeniyle alacaklarını tahsilde hali hazırda sıkıntı yaşarken, kömür sektöründe muhtemel bir çöküş, finans sektörünün istikrarı açısından ciddi risklere neden olabilecektir.
Enerji sektörünün 50 milyar ABD Doları tutarındaki kredi portföyü nedeniyle birçok şirketin bankalarla sıkıntı yaşadığı belirtilmekte, kömür sektöründe ödeme güçlüğü çekilen krediler artmaktadır. Türkiye’de planlanan kömür projelerinin maruz olduğu atıl duruma düşme riski enerji şirketlerinin kredi anlaşmalarından doğan yükümlülüklerini yerine getirememeleri olasılığını yaratmaktadır. Bu da Türkiye’de bankacılık sisteminin istikrarını tehdit etmektedir. ABD ve daha birçok ülkede tecrübe edildiği üzere, böyle bir durum kömür sektöründe bir iflas dalgasını tetikleyebilecek, bunun neticesinde bankalar ve emeklilik fonları gibi kurumsal yatırımcılar üzerinde olumsuz zincirleme etkiler görülebilecektir.
Enerji piyasaları ve politikalarına yön veren koşullarda meydana gelen değişiklikler teknolojik değişimler ve uluslararası eğilimler, yenilenebilir enerjide yaşanan ucuzluk, kömürlü termik santrallerin ekonomik ömürlerini doldurmadan önce ekonomik (kârlı) işletmeler olmaktan çıkmasına neden olacaktır. Bu da şu anda planlama aşamasında olan on binlerce MW Kurulu güce sahip kömür projelerini Türkiye ekonomisi açısından son derece büyük bir yük haline getirecektir. Tahminlere göre, kömür santrallerinin on yıl içerisinde atıl duruma düşmesi durumunda 17,4 milyar ABD doları (60,9 milyar Türk Lirası) tutarında mal varlığı kaybı olacaktır. Atıl duruma düşme riskine maruz varlıkların toplam değerleri, Türkiye’nin 2015 GSYH’sının %1,5 ila %2,4’üne denk gelmektedir.
Şu an planlama aşamasında bulunan tüm kömürlü termik santrallerin devreye alındığını varsayarsak, kömür santrallerinin on yıl içerisinde atıl duruma düşmesi durumunda 152,8 milyar ABD doları (534,8 milyar Türk Lirası) tutarında mal varlığı kaybı olacaktır. Eğer bu yirmi yıl içinde gerçekleşirse, kayıp 109,9 milyar ABD doları (384,6 milyar Türk Lirası) düzeyinde olacaktır. Atıl duruma düşme riskine maruz varlıkların toplam değerleri, Türkiye’nin 2015 GSYH’sının %15 ila %21’ine denk gelecektir. Bu büyüklükte bir şokun ülke ekonomisi üzerinde yıkıcı etkileri olacaktır.
Kömürde atıl kapasite oluşumuna neden olacak başka bir faktörde iklim değişikliği etkisi olacaktır. Artan hava sıcaklıkları ve azalan su kaynakları su soğutmalı termik santrallerin enerji üretimini aksatacak performanslarını düşürecektir. Bu nedenle termik santrallerin enerji arz güvenliği açısından sürdürülebilirliği sorunludur, atıl kapasite yaratma riski yüksektir.
Şekil-1: 2026 Yılında Atıl Duruma Düşecek Planlı Kömür Santralleri
Mersin, Adana ve Hatay gibi birtakım kıyı kentleri, ithal kömüre kolay erişimleri nedeniyle önemli oranda yeni taş kömürü santralinin planladığı alanlar arasında yer almakta ve bu nedenle atıl duruma düşme riskine en çok maruz kalacak bölgeler arasında yer almaktadır. 10 yıl içerisinde İl bazında atıl duruma düşen varlık riskine maruz kalma durumu sıralandığında 29 il içerisinde Adana 2’inci, Mersin 13. Riskli il olarak tespit edilmektedir.
2013 yılında kömür endüstrisine verilen toplam ölçülebilir teşvik miktarı yaklaşık 730 milyon ABD dolarıdır. Bu rakam taş kömürü endüstrisine yapılan doğrudan aktarımları, kömür kaynaklarının araştırılması için verilen teşvikleri, elektrik santrallerinin iyileştirilmesini ve yoksul ailelere yapılan kömür yardımını kapsamaktadır. Bunların dışında, tespit edilen ancak ölçülemeyen başka teşvikler de vardır. Ölçülemeyen yatırım garantileri, yüksek fiyattan alım garantileri, gümrük harç ve katma değer vergisi (KDV) muafiyetleri, sosyal güvenlik prim desteği, AR-GE destekleri, arazi tahsisi ve piyasanın altında uygulanan faiz oranları da hesaba dâhil edilebilseydi, bu tahmini değerin önemli oranda artacağı ortadadır.
Sonuç olarak ekonomi yönetimi kıt kaynaklarla maksimum verimlilik elde etmek üzerine kuruludur. Hükümette bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik teşvik ve vergi gibi bir takım araçlar kullanır. Enerji sektöründe kömür kullanımında Türkiye’nin durumu kıt kaynakların verimsiz kullanımı biçiminde ortaya çıkmaktadır. İşte böyle bir düzlemde Türkiye’de düşük karbonlu bir ekonomiye geçildiği takdirde fosil yakıtlara verilen bu teşvikler yeni yeşil sanayi yatırımlarına, enerji verimliliğine yönlendirilerek tasarrufa, istihdama ya da yoksulların enerji faturalarına yansıtılarak sosyal devlete ilişkin harcamalara dönüşebilecektir. Düşük karbonlu bir ekonominin ilk adımı enerjide fosil yakıtlardan uzaklaşmak ve yenilenebilir enerji ile enerji verimliliğine odaklanmaktan geçmektedir.
1990-2004 döneminde OECD ülkeleri bünyesinde enerji kullanımında karbon yoğunluğu %4.2 azalırken Türkiye´de %6.5 oranında artmıştır. Türkiye artan bu enerji ihtiyacını zengin yenilenebilir enerji kaynaklarından ve bugüne kadar değerlendirilmemiş enerji verimliliğinden karşılayabilir. Türkiye böylece düşük karbon ekonomisinin önde gelen ülkeleri arasında yer alabilir.
Yenilenebilir enerji kaynakları, Türkiye’nin enerji bağımlılığını ve 2015’te ülkenin GSYH’sının %4,5’i düzeyine ulaşan cari açığını azaltmakta büyük bir rol oynayabilir. Yenilenebilir enerji potansiyelinden faydalanılması, Türkiye’nin 36,6 milyar ABD doları seviyesine ulaşan ve cari açıkta önemli bir payı olan enerji ithalatının azaltılmasına da izin verecektir. Sadece 2014 yılında rüzgâr gücündeki artış, Türkiye’nin enerji ithalatı faturasında 850 milyon ABD doları tutarında bir tasarruf sağlamıştır. Öte yandan, 45 GW’lık yeni taş kömürü kapasitesinin inşa edilmesi, Türkiye’nin enerji ithalatı faturasına tahmini olarak yıllık 6,2 milyar ABD doları tutarında (21,7 milyar Türk Lirası) ek yük getirecektir.
Yenilenebilir enerji kaynakları, Türkiye ekonomisinin canlandırılması ve genç nüfus için istihdam fırsatları yaratılmasını da sağlayacaktır. Örneğin güneş enerjisinden üretilen her bir GWh elektrik için 0,4 -1,1 iş yaratılırken, kömür ve doğal gaz sektörlerinde GWh başına yaratılan iş 0,1 – 0,2 arasında olduğu tespit edilmektedir. Yani, 1000 megavatlık (MW) bir kömür santrali yerine çatılara 1000 MW’lık güneş paneli kurulursa 1000 değil 11 bin kişiye doğrudan istihdam sağlanmış olacaktır. Her yıl aynı miktarda kurulum yapmak bu sektörü kalıcı hale getirecek, teknoloji transferinin de önünü açacaktır. Kömür ve nükleer gibi kirli enerji kaynaklarına verilen teşvikler hem çevre sorunlarına neden olmakta hem de bu dönüşümün önünü tıkamaktadır.
Aşıcı’nın yaptığı hesaplamaya göre ise her 1 MW’lık yatırım karşılığında doğalgazla çalışan santraller 5 kişiye, kömür santralleri 7 kişiye, rüzgâr santralleri 13 kişiye, güneş santralleri ise 20 kişiye istihdam sağlamaktadır. 2023 yılında 23 GW’lık bir hedef oluşturulduğunda bunun asgari 400 bin kişiye doğrudan istihdam sağlayacağı tespit edilmektedir.
Mevcut resme göre, yenilenebilir enerji kaynaklarının büyümesini sınırlandıran Türkiye, yenilenebilir enerjinin daha yaygın kullanımının enerji güvenliği ve ekonomi açılarından getireceği faydalardan yararlanma fırsatını da kaçırmaktadır. Bununla beraber, önümüzdeki dönemde modasının geçmesi, köhneleşmesi olası bir enerji sistemine aktarılması planlanan yatırımlar, ülkeyi rekabet açısından dezavantaja sokma riski taşımaktadır. Avrupa Birliğinin yenilenebilir enerjideki yöneliminin de işaret ettiği üzere, elektrik sektöründe köklü değişikliklerin yaşandığı bir dönemde hiçbir şeyin değişmeyeceği varsayımıyla hareket etmenin Türkiye’ye maliyeti oldukça yüksek olacaktır.
Düşük karbon ekonomisine geçişte yenilenebilir enerji konusunda atılabilecek adımlar şöyledir;
2.3.1.1. Yurttaşın Enerji Santrali
Almanya Yenilenebilir Enerji Yasası 20 yıl boyunca fiyat garantisi vermektedir. 2000 yılında ölçek yaratmak için 2 program hayata geçirilmiştir. Birincisi 1. 100 bin çatı için 50 avro cent/kwh alım garantili fiyat oluşturulmuştur. Bu fiyat 2016’da 16 avro cent’e düşmüştür. İkincisi olarak da Yurttaşın Enerji Santrali (YES) programı oluşturulmuştur. YES, yurttaşların evlerinin çatısına kurdukları küçük ölçekli güneş panellerine verilen isimdir. YES ile yurttaşların enerji kooperatifleri kurarak, tüketim birleştirme çerçevesinde apartman, site, köy ve yazlıklardaki çatılarda veya bireysel olarak kendi çatılarında kuracakları sistemler gibi farklı biçimler oluşturulması sağlanmıştır.
Bu programların Almanya’da başarılı olmasının arkasında yatan temel neden toplumsallaşabilmiş olmalarıdır. Enerjideki dönüşüm birtakım firmalara rant yaratacak şekilde olmak yerine sıradan yurttaşlara, küçük üreticilere ve çiftçilere ek gelir sağlayacak şekilde programlanmıştır. Almanya’daki dönüşüm bilinçli olarak küçük üretici temelli sağlanmıştır. Almanya’da toplam yenilenebilir enerji üretiminin %50’sini küçük üretici tarafından gerçekleşmiş dolayısıyla daha fazla istihdam sağlanmıştır.
Türkiye’de ise tarife garantisi, yenilenebilir enerji santrallerinin ilk on yıllık işletimi için geçerlidir. Bu süre, özellikle rüzgâr ve güneş gibi aralıklı elektrik üretimi sağlayan yenilenebilir enerji kaynaklarında mali yatırımın karşılığını almada yetersiz görülmektedir. Türkiye’de tarife garantisi fiyatıda diğer ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça düşüktür. Güneş enerjisi için kilovat saat (kWh) başına 9,47 ile 14,22 Euro cent arasında değişen tarife garantisi rüzgâr için 5,19-7,82 Euro cent’dir. Bu durum, özellikle yüksek yatırım maliyeti olan büyük ölçekli güneş ve rüzgâr enerjisi projelerinin hayata geçirilmesinde önemli bir engel oluşturmaktadır. Oysa güneş alma oranı Akdeniz’den düşük olmasına karşın Almanya, kilovat saat başına 31,94-43,01 Euro cent tarife garantisi vererek ülkede fotovoltaik sektörünün çok hızlı bir şekilde gelişmesini sağlamıştır.
Sonuç olarak Türkiye Almanya’nın izlediği bu modeli uyarlayarak istihdam yaratan ucuz ve temiz enerji üreten bir yenilenebilir enerji dönüşümü sağlayabilecektir. Düşük karbonlu ekonominin en önemli sac ayağı budur.
Enerji verimliliğinin temel göstergelerinden birisi, 1 dolarlık mal ve hizmet üretmek için ne kadar birincil enerji kullanıldığını ölçen enerji yoğunluğudur. 1990 yılından bu yana enerji yoğunluğu dünyada %20, AB bölgesinde %22, Çin’de %47 oranında azalırken Türkiye’de %11 oranında artmıştır. Türkiye 2009 yılı verilerine göre elektrik tüketiminde iletim ve dağıtım kayıpları toplam arzın %16,7’si seviyesinde gerçekleşmiştir. İletim ve dağıtım kayıplarında dünya ortalaması %8,9, OECD ortalaması ise %6,7 olduğu düşüldüğünde Türkiye verimsizlik konusunda üst sıralardadır. Ayrıca Türkiye enerji verimliliği konusunda 34 OECD üyesi arasında sadece Meksika’nın üzerinde, 33. sırada yer almaktadır.
Enerji verimliliğinin bir altyapı önceliği olarak ele alınması, enerji verimliliğine dair faydaların ortaya çıkarılması, yatırım seviyelerinin artması ve atıl duruma düşen varlık riskinin azaltılmasına yardımcı olacaktır. Türkiye enerji verimliliği konusunda bir takım adımlar atmıştır. Kanun çıkarmış, strateji belgesi ilan etmiştir ve 2023 yılında 2011’e göre %20 oranında enerji verimliliği hedefi koymuştur. Öte yandan, adı geçen mevzuatın şu ana kadar sınırlı bir etkisi olmuştur. 2005 ile 2015 arasında Türkiye ekonomisinin enerji yoğunluğu %7,1 oranında artmıştır. Söz konusu dönemde Uluslararası Enerji Ajansı’na üye ülkelerin enerji yoğunluğu ortalama %16,3 düşüş göstermiştir.
Türkiye, 2011-2014 yılları arasında enerji ithalatına yılda 50 milyar ABD Doları’ndan fazla kaynak aktarmıştır. Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü’nün (YEGM) tahminlerine göre enerji verimliliğinde sağlanacak ilerlemelerle 2020 yılındaki enerji arzı ihtiyacı %20 oranında (45Mtep) azaltılabilecektir. Böyle bir verimlilik artışı yıllık enerji ithalatı faturasında 6 ile 10 milyar ABD Doları civarında bir düşüşe tekabül ederken, 2015 yılında Türkiye’nin GSYH’sının %4,5’ine tekabül eden cari açığın azaltılmasına katkı sağlayabilecektir.
Avrupa Birliği enerji verimliliğindeki her %1’lik artış, üç milyon evin düzgün bir şekilde yalıtılmasını mümkün kılmaktadır. Bu, yedi milyon civarında insanın enerji yoksulluğundan kurtulabileceği anlamına gelmektedir. Bu rakamlar enerji verimliliği önlemlerinin düşük gelirli, korunmasız toplumsal grupların yaşam standartlarını yükselttiğini, bu sayede ileri görüşlü bir sosyal politikanın parçası olduğunu göstermektedir. Enerji verimliliği aynı zamanda çok önemli bir istihdam kaynağını şekillendirmektedir. Enerji verimliliğine yatırım yapılan her bir milyon dolar için fosil yakıt tedarikine kıyasla üç kata kadar daha fazla iş yarattığı tespit edilmektedir.
Düşük karbonlu ve yüksek enerji verimliliğine sahip ürünler ulusal düzenlemeler, tüketiciler, piyasalar ve uluslararası ticaret anlaşmaları tarafından gittikçe daha fazla tercih edilmektedir. Bu nedenle buralara yapılacak olan yatırımlar rekabet üstünlüğünü açısından son derece kritiktir. Daha da önemlisi, enerji tüketiminde sağlanacak tasarruf enerji ithalatında düşüşe, dolayısıyla Türkiye’nin dış ticaret dengesinin iyileştirilmesine yardımcı olacaktır. Dünya Bankası’nın 2015 yılında gerçekleştirdiği bir analize göre Türkiye’nin imalat sanayinde 2 milyar avro, ulaştırma sektöründe 5,4 milyar avro, binalar sektöründe 5,8 milyar avro, toplamda ise 13,2 milyar avro tutarında bir tasarruf potansiyeli vardır. Bu üç sektörde gerçekleştirilecek verimlilik kazanımları, Türkiye’nin nihai enerji tüketimini önemli ölçüde azaltabilecektir. Buralardan elde edilebilecek tasarruflar AB modelinde olduğu gibi yoksulların enerji ihtiyacını azaltmada kullanılabileceği gibi istihdam yaratılması konusunda da önemli bir etkin piyasa aracına dönüşecektir.
2.4. Kentleşme Alanında Yapılabilecekler?
Düşük karbon ekonomisini önemli bir ayağı da yerel yönetimlerdir. Bu alanda kentlerde uygulanacak bina yönetmelikleri, kentsel dönüşümler sürdürülebilir ulaşım ve atık yönetimi çalışmaları düşük karbon ekonomisine enerji verimliliğini artırma, yenilenebilir enerji kullanımı ile enerjide ithalatı azaltma dolayısı ile açığa çıkan tasarrufları yeni yatırım alanlarına yönlendirme şansı verecektir. Bu nedenle sürdürülebilir bir gelecek için öncelik yerel yönetimlerdedir. Yerelde oluşturulacak sürdürülebilir kent yönetimi ve dirençli-iklim dostu kentler Türkiye’nin inşası içinde yeni bir döneme geçişi sağlamış olacaktır. Böylece iklime dost yatırımların kısa ve orta vadede artırılması ile piyasalar canlandırılabilecek, istihdam artırılabilecek ve bu şekilde hem ekonomik hem de iklim değişikliği sorunu ile mücadele edilebilecektir.
Kentsel alanlar, beton yapılaşma ve yapı yoğunluğu nedeniyle, kırsal alanlardan ortalama +5 ile +6 santigrat derece daha sıcaktır. Bu Kentsel Isı Adası (KIA) etkisi olarak adlandırdığımız genel bir durum olup, sıcak iklim bölgelerinde yaz aylarında artan sıcaklıklarla birlikte kentsel yaşam konforunu olumsuz etkilemektedir. İklim değişikliği ile birlikte artan güneşlenme ile azalan rüzgâr ve hava dolaşımına bağlı olarak KIA etkisinin artacağı, pek çok kentin daha derin KIA etkisine, sıcak dalgalarına ve kuraklığa maruz kalacağı tahmin edilmektedir. Kentlerdeki sıcaklık artışının beraberinde getirdiği soğutma amaçlı enerji talebi ülkelerin enerji sistemi için de önemli tehditler yaratmaktadır. Güney Avustralya kentleri için yapılan bir çalışmada, hava sıcaklığının ortalama 24 dereceden 38 dereceye çıkması durumunda enerji talebinin %70 arttığı görülmüştür. Aynı çalışma, mevcut enerji üretim kapasitesinin üçte birinin senenin sadece %3’ünde (aşırı sıcak olan 11 gün) artan enerji talebini karşılamak için kurulmuş olduğunu ortaya koymuştur. Bu atıl kapasite, aşırı sıcakların etkisini artıran ve onunla baş edemeyen kentsel yapılanmanın sebep olduğu ciddi boyutlarda bir kaynak israfıdır. Benzer bir tespiti Türkiye için yapmak şaşırtıcı olmayacaktır.
Kentsel ısı adasının yanı sıra kentsel dönüşüm meselesi de dikkatli bir biçimde incelenmelidir. İsveç’te hayata geçirilen Hammarby modeli kentsel dönüşüm, ısıtma ihtiyacını İsveç ortalamasına göre %50 ve elektrik kullanımını mümkün olduğu kadar azaltmayı hedeflemiştir. Çöp kamyonu trafiğini azaltan özel bir vakum sistemiyle çöplerin toplandığı mahallede atıklar ısınma ve elektrik üretimi için kullanılmakta, yağmur suları toplanıp artırılarak tekrar dolaşıma sokulmaktadır. Hammarby’de binalar rüzgârı kesip güneş ışığından azami faydalanmayı mümkün kılan geniş bahçelerin etrafında 4-5 katlı olarak inşa edilmiştir ve bahçelerde seracılık ve küçük bahçecilik yapılabilmektedir. Ayrıca yağmur sularının toplanmasına ve özel bir habitat yaratan yeşil çatı uygulamasına da yer verilmiştir. Türkiye’de kentsel dönüşümde yeni bir sayfayı bu model uygun bir biçimde açmalıdır.
Türk kentleşme politikasının önemli bir sorun başlığı da bina yalıtımlarıdır. Acaba Türkiye yalıtımsız evlerde oturacak kadar zengin midir? Türkiye ekonomisinin en büyük kırılganlık kaynağının büyürken cari açık veren yapısı olduğunu vurgulamıştık. Ekonomik büyüme 2000’li yılların ortalarından itibaren giderek enerji-yoğun sektörler eliyle sağlanmaya başlanmış bu da büyümenin yanında artan cari açık sorununu doğurmuştur. Günümüzde oldukça düşük seyreden enerji fiyatları (her ne kadar son tüketiciye ya da sanayiye tam olarak yansımamış olsa da) cari dengeye olumlu katkı yapmıştır, ne var ki bunun geçici bir durum olduğu düşünülebilir. İthal edilen enerjinin yaklaşık dörtte biri binalarda ısıtma/soğutma amacıyla kullanılmaktadır. Dolayısıyla, binaların etkin hale getirilmesinin ve yeni binaların enerji standartlarının yükseltilmesinin hem ev hem de ülke bütçesine ne denli önemli katkılar sağlayacağı öngörülebilir. AB ülkelerinde 2019’dan itibaren tüm yeni yapıların pasif ev standardına uygun olarak inşa edilme zorunluluğu getirilmiştir. Türkiye’de ise pasif ev kavramı henüz örnek bina inşa etmekten öteye gidememiştir.
Türkiye için Daha Çok Geri Dönüşüm, Daha Az Kentsel Atık hedeflenmelidir. Akıllı, Enerji Etkin ve Pasif Binalar kurgulanmalıdır. Aktif tasarım stratejileri, binaların tasarım, inşa ve kullanım aşamalarında uygun teknolojik ürün ve donanımlar kullanılması yoluyla enerji ve kaynak verimliliği sağlamayı hedeflemektedir. Bu teknolojik ürün ve donanımlar arasında fotovoltaik güneş pil ya da dizinleri, aydınlatma sensörleri, LED aydınlatma ürünleri, ısı kontrolü sağlayan kaplamalı camlar ve bilgisayar kontrollü enerji yönetim sistemleri yer almaktadır. Düşük karbonlu bir ekonomiye geçiş için kentleşme alanında yapılacak politika önerilerini sıralayacak olursak;
2.5. Ulaşım Sektöründe Yapılabilecekler?
Kentlerin kompakt tasarlanması ya da kentsel saçaklanmanın önlenmesiyle ulaşım mesafeleri kısalmakta, ulaşım için harcanan zaman ve enerjiden tasarruf edilebilmektedir. Dahası, kompakt kentlerde altyapı için harcanan para ve enerjiden tasarruf yapma imkânı da söz konusudur. Örneğin, saçaklanmış kentlerde, su şebekesi maliyetinin %70’inin borulardan kaynaklandığı, kentsel altyapıda tüketilen enerjinin %30’unun temiz suyu pompalama ve atık suyu toplamak için harcandığı bilinmektedir. Bisikletli ulaşım master planlarının hazırlanması, kent atıklarından toplu ulaşım için enerji üretilmesi çalışmaları yapılmalıdır. Düşük karbonlu bir ekonomiye geçiş için ulaşım sektöründe yapılabilecek düzenlemeler tablodaki gibidir.
Tablo- 6: Sürdürülebilir Ulaşım İçin Maliye Politikaları ve Örnekleri[2]
Akaryakıt Vergisi | Benzin/Dizel vergisi (Polonya), Karbon Vergisi (İsveç) |
Taşıt Vergileri | Araçların niteliğine göre yıllık vergi ve harçlar (AB), yakıt tasarruflu ve yeni (temiz) arabalardan vergi ve harç azaltma veya istisna (Danimarka, Almanya, Japonya), karbon ve hava kirletme vergisi (Danimarka, Birleşik Krallık), Araç ruhsatları satışı (Singapur) |
Yeni Araç İndirimleri | Temiz araç indirimi (Japonya, ABD); çok yakıt tüketenlerden vergi alımı (ABD); çeşitli yakıt tüketim vergileri (ABD) |
Yol Harçları | Şeritli otoyolların kullanıma göre fiyatlandırılması (California, ABD); yoğunluğa göre fiyatlama (Londra, Birleşik Krallık) |
Kullanıcı Harçları | Park ücretleri (Kalifornia, ABD), in lieu fees for parking (Kanada, Almanya, İzlanda, Güney Afrika) |
Taşıt Sigortası | Zorunlu sigortanın yokluğunda para cezası (Birleşik Krallık, ABD), Sigorta-spesifik araç vergisi (Fransa); kullanım vergisi (Birleşik Krallık) |
Filo Araç İndirimi | Düşük maliyetli, temiz ve yakıt tasarruflu kamu araçları (Kanada); temiz, yakıt tasarruflu araçlar(Bir. Kır.) |
Türkiye’de işsizlik sorununun tek kaynağı siyasi krizlerle tetiklenen ekonomik sorunlar değildir. Üzerinden araç geçmeyen ama bedeli vatandaşlardan çıkarılan köprüler, gerçek talep hesaplanmadan yapılan ve zarar etmemesi için teşvik verilen elektrik santralleri ile trafik sorununa çözüm olmayan ama şirketlere gelir yaratan tüneller gibi birçok ‘yatırım’, sınırlı maddi kaynakları ekonomik faydaya çeviremeyecek kanallara aktarırken, istihdama da sabun köpüğü gibi geçici bir katkı sağlamaktadır.
Özel bir başlık açacak olursak sermayenin fosil enerji yatırımlarına olan ilgisi hükümetin belirlemiş olduğu garantili alım fiyatlarının yüksekliği ve verilen ekstra desteklerle açıklanabilmektedir. Bu desteklere güvenerek yatırım yapan özel sektör firmaları süreç içerisinde enerji fiyatlarını belirleyen EPDK’yı bir anlamda esir almaktadır. Türkiye’nin imzaladığı uzun yıllar devam edecek yüksek alım fiyatı garantili uluslararası enerji anlaşmaları fosil yakıtlara olan bağımlılığı artırmaktadır. Dünyada enerji fiyatları düşerken, bunun Türkiye sanayicisi ve sıradan tüketiciye yansıtılamıyor oluşunun arkasındaki izlek budur. Düşürülemeyen enflasyon ve faizin arkasında yüksek tutulmak zorunda kalınan enerji fiyatlarının önemli bir rolü olduğu bilinmektedir. Yüksek enerji maliyeti yüksek faizle birleşince Türkiye sanayisinin uluslararası piyasalardaki rekabeti olumsuz etkilenmekte, tüketicilerin alım gücünün de düşmesiyle ekonomi durgunluğa itilmektedir. Ülke ekonomisinin genelinin aksine bu tür bir enerji politikasının tek kazananı bu enerjiyi üreten özel şirketlerdir. İşin kötüsü, bu enerji politikaları sermaye kesiminin yatırım kararlarını da etkilemekte, kıt olan finansal kaynakların atıl kapasite yaratmak amacıyla enerji sektörüne akmasına sebep olmaktadır.
Köprü inşaatında çalışan işçi, inşaat bitince işsiz ve güvencesiz kalmaktadır. Elde ettiği gelirden birikim sağlayamadığı gibi, çalıştığı süreç boyunca yeni bir bilgi veya yetenek de öğrenememekte sosyal sermayenin gelişimine de katkı sağlayamamaktadır. Yatırımlar rant odaklı olduğu için iş kazaları da kader olmaktadır. Yaratılan bu geçici işler ekonomide dönüşüm yaratmaktan uzaktır. Bu nedenle Türkiye bir çeşit üretememe sancısı çekmektedir. Türkiye’de gerekli mal ve hizmetler üretilemediği gibi yanlış ürün ve hizmetlerin üretilme çabası açığa çıkmaktadır. Üretim süreçleri insandan, doğadan ve ihtiyaçlardan kopuktur. Bu sancıyı dindirmenin yolu ise Türkiye’nin üretim alanlarını ve üretme biçimlerini değiştirmesinden geçmektedir. Düşük karbonlu bir ekonomi, yeşil sektörler, yeşil işler ve elbette yeşil yakalılar işte bu dönüşümde anahtar rol oynayacaklardır.
Türkiye geleneksel ekonomide ortaya çıkaracağı bu dönüşümden korkmamalıdır. Türk ekonomisi ilk kez yapısal bir reformdan geçmemektedir. Türkiye bahsi geçen yapısal dönüşümlerden birisini daha önce gerçekleştirmiştir. Türkiye’nin Montreal Protokolü´ne katılması ile Türk Ekonomisi önemli bir avantaj sağlamıştır. Türkiye yapısal uyum çalışmaları sonucunda, 2000 yılı itibari ile Türkiye’nin CFC (kloro floro karbon) salınımları 5000 ton/yıl düzeyinden 300/ton yıl düzeyine inmiştir. Aynı zamanda bu maddelerin en çok kullanıldığı otomotiv ve beyaz eşya sektörlerinde yürütülen teknolojik dönüşümler sayesinde üretici Türk firmaları, özellikle Avrupa Pazarı’nda rekabet üstünlüğü kazanmıştır. Bu sayede pazarda büyük bir paya sahip olan Türk firmaları ciddi bir ekonomik gelir ve istihdam artışı sağlamıştır.
O nedenle Türkiye düşük karbonlu bir ekonomiye geçişin gerekliliklerine yerine getirmekte öz güven sorunu yaşamamalıdır. Türkiye, Avrupa’nın en iyi rüzgar ve güneş potansiyeline sahip ülkesidir. Yalıtımdan, geri dönüşüme kadar bu alanda daha işin çok başındadır. Türkiye yeşil yakalı işler konusunda ciddi bir potansiyele sahiptir.
Yeşil işlerin bir başka özelliği kadın istihdamına daha fazla fırsat sağlamasıdır. ABD’de güneş enerjisi sektörünün yüzde 24’ünü kadınlar oluşturmaktadır. Kömür madeninde kadın görmek neredeyse imkânsızken yeşil işler, kadınların daha az şans bulduğu alanları dönüştürmektedir. Geleneksel enerji alanında kadın çalışan oranı yüzde 20-25’lerdeyken, enerji alanlarında yüzde 35’lere kadar çıkmaktadır. Bu durumda düşük karbon ekonomisi ile işler yeşerdikçe aynı zamanda morlaşacaktır.
Sonuç olarak düşük karbon ekonomisi çerçevesinde; yaratılacak istihdam, kapatılacak dış ticaret açıkları, oluşturulacak tasarruf, ucuz enerji, temiz kentlerle Türkiye sürdürülebilir gelecek konusunda emin adımlar atacaktır. O nedenle İYİ Parti Türkiye’nin “Yüzünü Güneşe döndüğü, Sırtını Rüzgâra verdiği” bir iktidar olmalı ve Türk milleti için “Güneşli bir Gelecek” inşa etmelidir.
Ahmet Aşıcı ve Ümit Şahin, Yeşil Ekonomi, Yeni İnsan Yayınevi -52, Yeşil Politika Serisi-2, İstanbul
Ahmet Aşıcı, 2017, İklim İçin Yeşil Ekonomi Politikaları, İstanbul
Arif Cem Gündoğan, Cem İskender Aydın, Ebru Voyvoda, Ethemcan Turhan, İlhan Can Özen, 2017, Ataletin Bedeli Ortak Sosyoekonomik Patikalar Üzerinden İklim Değişikliği Hedeflerine Ulaşılamamasının Türkiye’ye Maliyeti Üzerine Bir Değerlendirme, Ankara
Arman Zafer Yalçın, 2010, Sürdürülebilir Kalkınma İçin Düşük Karbon Ekonomisinin Önemi ve Türkiye İçin Bir Değerlendirme, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 13, Sayı 24, s.186-203
Aysıt Tansel, 2012, 2050’ye Doğru Nüfusbilim ve Yönetim: İşgücü Piyasasına Bakış, TÜSİAD, Yayın No. TÜSİAD-T/2012-11/536
Ayşen Satır Reyhan ve Ergin Duygu, 2015, Çevre Politikalarında Yeni Bir Yaklaşım: Yeşil İşler Ve Yeşil İstihdam, Memleket Siyaset Yönetim, Cilt 10, Sayı 23, s. 21-39
Bengisu Özenç ve Ayşegül Taşöz Düşündere, 2017, Yenilenebilir Enerjide Fırsat Nerede?, TEPAV
Ceyda Erden Özsoy, 2015, Düşük Karbon Ekonomisi ve Türkiye’nin Karbon Ayak İzi, Hak-İş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, Cilt: 4, Yıl: 4, Sayı: 9 (2015/2)
Erinç Yeldan, 2013, Türkiye Ekonomisinin Büyüme Dinamikleri ve Yeşillendirilmesi, Sürdürülebilir Kalkınma Bağlamında Yeşil Büyüme Oturumu, 5. İzmir İktisat Kongresi, Küresel Ekonomik Yeniden Yapılanma Sürecinde Türkiye Ekonomisi, VII. Cilt, İzmir
Erinç Yeldan ve Ebru Voyvoda, 2015, Türkiye İçin Düşük Karbonlu Kalkınma Yolları ve Öncelikleri, İstanbul Politikalar Merkezi, İstanbul
Hadeezah Suleiman, 2015, Dünyadaki Bazı Uygulamalar Bağlamında Yeşil Şehircilik Kavramının İrdelenmesi, Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İzmir
Heinrich Böll Stiftung Derneği, 2012, Yeşil Ulaşım, 3. Yeşil Ekonomi Konferansı
Heinrich Böll Stiftung Derneği, 2017, Kömür Atlası
HSBC Climate Change Global, 2009, A Climate For Recovery
OECD, 2010, Yeşil Büyüme Stratejisi Geçici Raporu: Sürdürülebilir Bir Gelecek İçin Taahhütlerimizin Yerine Getirilmesi, Green Growth Strategy
Oğuz Başol, 2013, Yeşil İşler Sürdürülebilir Girişimlerde İnsan Onuruna Yakışır İşler ve Düşük Karbon Ekonomisi, Kırklareli Üniversitesi Ekonomik Ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, Kırklareli
Önder Algedik, 2010, 21. YY Uygarlığını Yakalamak Düşük Karbon Ekonomisine Geçişte Teknoloji – Finans – Tedarik Zinciri, Ankara
Özge Yalçıner Ercoşkun, 2010, Yeşil Yakalı Kavramı ve Türkiye’deki Yeşil Yakalılar, Çağdaş Yerel Yönetimler, Cilt 19, Sayı 3, s. 25-48
Selen Arı Yılmaz, 2014, Yeşil İşler ve Türkiye’de Yenilenebilir Enerji Alanındaki Potansiyeli, T.C. Kalkınma Bakanlığı Sosyal Sektörler Ve Koordinasyon Genel Müdürlüğü, Uzmanlık Tezi, Ankara
Türkiye Rüzgâr Enerjisi Birliği, 2016, Rüzgâr Enerjisi ve Etkileşim Raporu, Ankara
TÜSİAD, 2012, Düşük Karbon Ekonomisine Geçiş: İklim Değişikliği Müzakereleri Ve Özel Sektörün Rolü, Yayın No. TÜSİAD-T/2012-11/538
WWF Türkiye, 2011, Yenilenebilir Enerji Geleceği ve Türkiye, Ankara
WWF Türkiye, 2013, Güneş Ülkesinden Dersler, Ankara
Yeryüzü Derneği, 2017, Düşük Karbon Ekonomisi, Ankara
Yusuf Alper, Çağaçan Değer, Serdar Sayan, 2012, 2050’ye Doğru Nüfusbilim ve Yönetim: Sosyal Güvenlik (Emeklilik) Sistemine Bakış, TÜSİAD, Yayın No. TÜSİAD-T/2012-11/535
Yüksel Kavak, 2010, 2050’ye Doğru Nüfusbilim ve Yönetim: Eğitim Sistemine Bakış, TÜSİAD, Yayın No. TÜSİAD-T/2010-11/506
http://www.bilgiustam.com/dusuk-karbonlu-ekonomi-cagi/ 08.01.2018
https://anahtar.sanayi.gov.tr/tr/news/dusuk-karbonlu-kalkinma/490 07.01.2018
https://yesilgazete.org/blog/2016/09/07/g20den-cikan-sonuc-dusuk-karbonlu-ekonomiye-gecis-ve-yesil-buyume/ 08.01.2018
http://www.kobi-efor.com.tr/m/ekonomist/profdr-erinc-yeldan-uretkenlik-yavasliyor-h6714.html 08.01.2018
http://ozgurgurbuz.blogspot.com.tr/2008/12/devir-yeil-yakallarn-devri.html 08.01.2018
http://ozgurgurbuz.blogspot.com.tr/2017/03/issizlige-yesil-cozum.html 08.01.2018
http://www.tenva.org/tetasin-yerli-komur-yakitli-elektrik-uretim-santrallerinden-enerji-alimi/09.01.2018
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/01/09/2018de-paralar-yerli-komure-degil-asgari-ucretliye/ 09.01.2018
http://www.tenva.org/yeni-ipek-yolu-projesi-enerji-politikalari-2050/ 07.01.2018
[1] Kaynak: UNEP (2009, s. 21)‟dan alıntı. “Fiscal Policies for Sustainable Transportation: International Best Practices. “ Gordon, Deborah, 2005 in Studies on International Fiscal Policies for Sustainable Transportation. The Energy Foundation, San Francisco.
[2] Kaynak: HSBC Global Research (2009), “A Climate Recovery? The Climate Change Investment Dimension of Economic Stimulus Plans, London, http://www.sbc.org.nz/_attachments/A_Climate_for_Recovery_Feb_09HSBC.pdf (07.01.2018).