04.10.2023

Moskova Antlaşması mı Hünkâr İskelesi çaresizliği mi?

Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın ilk yarısında “düştüğü denizde” Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı imzalayarak “yılana sarılmıştır.” Bu antlaşmanın öyküsünün, bugün yaşanan S-400'ler ve F-35'ler arasındaki gelgitlerle benzerliği görülmektedir.


S-400 ile F-35 arasında bocalayan siyasi iktidarın hamasi nutukları, Moskova Antlaşması’nı diplomatik Milat yapmış Cumhuriyet Türkiyesinden olabildiğince uzaklaşıp, ülkeyi yeniden Hünkar İskelesi çaresizliğine mahkum etmenin ağır faturasını gözden kaçırmaya yetmemektedir! 

“S-400 ile F-35 arasında bocalayan siyasi iktidarın hamasi nutukları, Moskova Antlaşması’nı diplomatik Milat yapmış Cumhuriyet Türkiyesinden olabildiğince uzaklaşıp, ülkeyi yeniden Hünkar İskelesi çaresizliğine mahkum etmenin ağır faturasını gözden kaçırmaya yetmemektedir!”

Çöküşün diplomasisi

Ağızlarından Osmanlı’yı düşürmeyenlerin, Osmanlı’nın askeri ve diplomasi tarihinden zerrece ders almadıklarının güncel örneği yazının konusudur. Yazının konusu, geçirdiği stratejik cinnetle yitirdiği devlet hafızasının yokluğunda, Türkiye’nin S-400 füzeleri ve F-35 savaş uçakları arasındaki gelgitlerinin ibretlik hikayesidir. Yazının konusu, 19.yüzyılın ilk yarısında yaşanan Hünkar İskelesi krizinin, bu günün S-400 gerilimiyle birebir örtüşen hazin öyküsüdür.

Yazının konusu, çaresizliğin ve teslimiyetin diplomatik belgesi Hünkar İskelesi ile karşılıklı çıkarlar temelinde devlet aklı, öngörü ve direncin eseri Moskova Antlaşması’nın karşılaştırmalı analizidir. Yazının konusu, devlet aklını yitiren günümüz Türkiye’sinin sürüklendiği postmodern Hünkar İskelesi çıkmazıdır.

“Denize düşen yılana sarılır” deyimi, Hünkar İskelesi çaresizliğinden kalmadır. 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldıran, yeni ordusunu henüz kuramayan Osmanlı’nın felaketleri birbirini izleyecektir. 1827’de Navarin’de donanması imha edilen, 1828-1829’da Tuna ve Kafkas cephesi bozgunlarının ardından Rusya ile ağır koşullar içeren Edirne Antlaşmasını imzalamak zorunda kalan Osmanlı zor günler geçirmektedir.

Devletini tanımayan vali

Osmanlı’nın Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın çoktandır beklediği fırsat ayağına gelmiştir. Ordusuz ve donanmasız Osmanlı’nın baltası kütükten çıkmadan istediklerinin azamisini elde etmenin peşindedir. Mora isyanında Osmanlı’ya yardım karşılığı istediği Girit ve Mora valilikleri verilmeyince 1831’de Suriye’ye saldırır.

Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın komutasındaki Mısır birlikleri Gazze,Kudüs ve Yafa’nın ardından Akka Kalesi’ni ele geçirir. Suriye’nin kendi yönetimine verilmesi ısrarı karşısında Osmanlı, Mehmet Ali Paşa ve oğlunu asi ilan ederek görevlerinden azleder. İbrahim Paşa’nın, üzerine gönderilen Osmanlı ordusu, 29 Temmuz 1832’de Antakya ile İskenderun arasındaki Belen’de bozguna uğrar.

Ciddi bir direniş görmeden Anadolu’ya giren İbrahim Paşa, Osmanlı ordusunu Konya’da bozguna uğratmakla kalmaz, Kumandan Sadrazam Reşit Mehmet Paşa’yı da esir eder. Bundan sonra karşısında İstanbul’a yönelmesini engelleyecek bir güç kalmamıştır!

Ordusuz, donanmasız II.Mahmud’un, asi valisine karşı destek istediği dönemin emperyal büyüklerinden Fransa, Doğu Akdeniz ve Mısır’daki nüfuzunu artırmanın peşindedir. Dönemin süper gücü İngiltere de şimdilik sorunun dışında kalmayı düşünmektedir. Ne yapacağını şaşırmış Osmanlı’ya yardım teklifi, hiç beklemediği taraftan, Rusya’dan gelecektir!

Payitahtta Rus vesayeti

Rusya, sıcak denizlere inme stratejisinin gerçekleşmesi açısından, Osmanlı’nın, beklenenden erken çöküşünü istememektedir. Büyükelçi Butenef, Çar I.Nikola’nın, Padişahın talebi halinde Karadeniz donanmasının yardım için İstanbul’a gelmeye hazır olduğu mesajını Babıali’ye iletir. Çar’ın özel temsilcisi Muravyef, donanmaya ilaveten Eflak ve Boğdan’da bulunan 30 bin Rus askerinin İstanbul’a harekete hazır olduğunu bildirir.

Fransa ve İngiltere’nin gerçekte olumsuz, görünürde oyalayıcı tutumu sürerken, Mısır Ordusu Kütahya’ya girmiş, Bursa’yı tehdit etmeye başlamıştır. İbrahim Paşa’nın karşısında payitaht savunmasız, II. Mahmud çaresizdir. Bu koşullarda Rus önerisini kabul etmekten başka bir seçenek yoktur. Amiral Lazanev komutasındaki filonun ardından Amiral Komani komutasında diğer bir Rus filosu da Boğaz’ı geçerek Büyükdere önünde demirleyecek, 15 bin kişilik Rus birliği, 5 Nisan 1833’te Hünkar İskelesi civarına yerleşecektir.

Kara ve deniz gücünün İstanbul’a girmesiyle, Osmanlı üzerinde artan Rus nüfuzu, Fransa ve İngiltere’yi telaşlandırır.Osmanlı coğrafyasına ilişkin gelecek hesaplarını altüst edecek bu durum karşısında o ana kadar takındıkları seyirci tavrından vazgeçip, arabuluculuk rolüne soyunurlar. Osmanlı ile Mehmet Ali Paşa’yı uzlaştırarak, müdahalesine gerek kalmayan Rusya’yı bir an önce İstanbul’dan çıkarmak düşüncesindedirler.

Emperyal arabulucular

Fransız Büyükelçisi Roussin, İngiliz maslahatgüzarı Mandeville, sonrasında yeni İngiliz Büyükelçisi Ponsonby, Babıali ile Mısır arasında mekik diplomasisi yürütürken, diplomasinin sopası olan güç gösterisini de ihmal etmezler. İngiltere, Mehmet Ali Paşa’nın iknasını kolaylaştırmak için İskenderiye önüne, Rusları tehdit içinse Çanakkale Boğazı önlerine savaş gemileri gönderir. İngiltere ile birlikte hareket eden Fransa da aynısını yapacaktır.

Rus kara ve deniz birlikleri, hilafet ve saltanat merkezinde, Fransız ve İngiliz donanması, Çanakkale önlerindedir. Ordusuz, donanmasız, savunmasız başkenti İbrahim Paşa tarafından tehdit edilen Osmanlı, üzerindeki çok yönlü baskıdan bunalmış durumdadır. İngiliz ve Fransızlar, Rusların bir an önce İstanbul’u terk etmesi için bastırırken, Ruslar da Boğazları İngiliz ve Fransız gemilerine kapatacak bir antlaşma için II.Mahmud’u sıkıştırmaktadır.

Fransız ve İngiliz baskısı, Rus tehdidi karşısında en sonunda bir orta yol bulunacak, Adana dahil, ciddi kazanımlar sonucu, Mısır Ordusu Anadolu’yu tahliyeye razı olacaktır.

Mehmet Ali Paşa ile uzlaşma sağlandığı sırada Çar tarafından özel yetkilerle donatılmış Kont Orlof, fevkalade büyükelçi olarak İstanbul’a gönderilir. Boğaza yerleşmiş kara ve deniz gücünün sağladığı avantajı diplomatik başarıya dönüştürmek isteyen Rusya, 8 Temmuz 1833’te imzalanan Hünkar İskelesi Antlaşması ile amacına ulaşacaktır.

Hünkâr İskelesi kelepçesi

Geçerlilik süresi 8 yıl olarak belirlenen antlaşma, altı açık bir de gizli olmak üzere yedi madde olarak düzenlenmiştir. Antlaşmaya göre yardım talebi halinde Rusya’nın göndereceği deniz ve kara gücünün masraflarını Osmanlı üstlenmektedir. Gizli olan yedinci maddeye göre, Osmanlı Devleti, bir savaş durumunda Rusya lehine Çanakkale Boğazı’nı kapatarak yabancı savaş gemilerinin girişini engelleyecektir.

Hünkar İskelesi Antlaşması’nın gizli maddesi kısa zamanda İngiliz ve Fransızlar tarafından öğrenilecek, Osmanlı Devleti üzerinde Rusya’nın kazandığı siyasi ve askeri nüfuzu etkisizleştirmenin yollarını aramaya başlayacaklardır. Ekonomik, diplomatik ve askeri bakımdan güçsüz Osmanlı, devrin büyüklerinin emperyal çekişmelerinin sonunda hakkında verilecek hükmü tevekkül içinde bekleyen savunmasız kurban durumundadır.

Osmanlı’yı Hünkar İskelesi Antlaşması’na mecbur eden, hiç kuşkusuz içinde bulunduğu durum ve dönemin reel politiğidir. Osmanlı’nın siyasi ve diplomatik tarihinin anlatılan kesiti, zayıflık ile itibarsızlığın bileşik kaplar gibi içi içe ve paralel olduğunun kanıtı olması açısından çok önemlidir. Uluslararası ilişkilerde ahlaki ölçütlerin değil, çıkarların geçerli olduğunun, aradan geçen bunca zamana karşın hiçbir şeyin değişmediğinin çarpıcı örneğidir.

Karşılıklı çıkarların diplomatik belgesi

Hünkar İskelesi Antlaşması gibi Moskova Antlaşması da Ruslarla yapıldı. Uluslararası ilişkiler ve güç dengelerindeki değişkenliğin, ulusal çıkarlar açısından dış politikaya nasıl yansıdığını gösteren iki antlaşmayı karşılaştırmalı incelemenin zamanıdır.

Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya’sı I.Dünya Savaşı’nın iki hasım devletidir. Savaşın sonuna doğru 1917 Devrimi’yle Çarlık tarihe karışacak, Rusya savaştan çekilecektir. Bolşevik rejim sonrası Rusya, eski müttefiki bağlaşıklar için artık tehlikeli bir düşmandır. Emperyalist kampta yeni rejimin yıkılmasına yönelik girişimlerin başını İngiltere çekmektedir.

Savaşın galiplerinin düşüncesini tek cümlede özetleyelim: Savaşın mağlubu Türklerin devletini yıkıp, coğrafyasını taksim edecek, millet olarak yaşamalarına izin vermeyeceklerdir. Türkiye’ye yönelik tasfiye projesinin başını da aynı güç, İngiltere çekmektedir. Fiilen ortadan kalkmış, şeklen varlığını sürdüren Osmanlı’nın başkenti teslimiyeti, yeni devletin gayrıresmi başkenti Ankara direnci temsil etmektedir.

Bolşevik rejimi dış müdahaleler ve iç savaş koşullarında ayakta tutmak isteyen Rusya ile emperyalizme karşı milli kurtuluş savaşı veren Türkiye’nin dayanışması iki taraf için de tarihin dayattığı bir mecburiyetti. Bu dayanışma iki tarafın da arkasını sağlama alma anlamına geliyordu. Öyle de oldu.

16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Antlaşması ile Ankara hükümeti, uluslararası planda büyük bir gücü arkasına almıştı. Bolşevik rejim Misak-ı Milli’yi tanıyor, Sevr dayatmasını reddediyordu. Ankara’ya diplomatik desteğin yanında parasal ve askeri yardım karşılığı Ankara da Bolşevik rejime Karadeniz’den ve Türkiye’den yönelecek tehditlere izin vermeyeceğini taahhüt ediyordu.

Moskova Antlaşması; iki tarafın çıkarları gözetilerek, eşitlik temelinde düzenlenmiştir.Türk heyeti, karşı taraftan neler talep edebileceğini, neleri alabileceğini, karşı tarafın duyarlılıklarını ve önceliklerini akılcı biçimde değerlendirecek birikime sahipti. Milli Mücadele’nin başarıya ulaşmasında ve bağımsız bir devletin kurulabilmesinde bu antlaşmanın son derece ciddi katkısı yadsınamaz.

Postmodern hünkâr iskelesi mi?

Türkiye’nin geçmişten günümüze ciddi devlet geleneğine dayanan diplomasi kültürünün, diplomatik birikiminin ve deneyimli kadrolarının devre dışı bırakılmasının ağır faturası önümüzdedir. Suriye ve Irak başta olmak üzere, devletin hafızasında kayıtlı belge, bilgi ve birikimin çizdiği yol haritası yerine, Cumhuriyet karşıtlığı temelinde şekillenen kıraathane tevatürlerinin devlet dili ve politikasına dönüştürülmesinin Türkiye’yi sürüklediği nokta hazindir!

S-400 ile F-35 arasında bocalayan siyasi iktidarın hamasi nutukları, Moskova Antlaşması’nı diplomatik Milat yapmış Cumhuriyet Türkiyesinden olabildiğince uzaklaşıp, ülkeyi yeniden Hünkar İskelesi çaresizliğine mahkum etmenin ağır faturasını gözden kaçırmaya yetmemektedir!

Yazar

Hüseyin Özbek

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar