23.04.2025

Hicaz Cephesi’nde kutsal emanetler, Fahreddin Paşa ve isyancı Araplar

Tarihimize milletçe sahip çıkıyoruz. Son günlerdeki bir sözlü saldırıyla Türk Milleti, Millî Mücadele kahramanlarımızdan ve ilk büyükelçilerimizden Türk Kaplanı Fahrettin Paşa'nın hikayesini bir kere daha hatırladı.


Birinci Dünya savaşı başlamış ve neredeyse bir yılı geçmişti. Osmanlı devletinin Almanlara yaklaştığını gören İngiltere Osmanlı devletini içten vurmak için Arapları Osmanlı devletine karşı ayaklandırma arayışına girmişti. İngiltere’nin Kahire Yüksek Komiseri Henry Mc Mahon Mekke Emiri Şerif Hüseyin ile bu amaçla görüşmelere, daha doğrusu yazışmalara başlamıştı.

1915 yılında başlayan görüşmelerde Şerif Hüseyin, İngiltere’nin ayaklanma tekliflerine karşı şu isteklerde bulunmuştu: Hicaz’ın bağımsız yapılması, kendi yönetimine verilmesi, Hilafetin Osmanlı’dan alınarak kendisine verilmesi. Şerif Hüseyin daha sonra isteklerini büyüttü ve Arap yarımadası, Suriye, Lübnan ve Irak’ı da içine alan bir Arap devleti kurulması ve başına da kendisinin geçirilmesi talebini de iletti. İngiltere yaptığı ince hesaplar sonunda 1916 yılının Ocak ayında Şerif Hüseyin’in isteklerini, Lübnan’ı hariç tutarak, kabul etti ve bir anlaşma yaptı. Anlaşma sonunda da Şerif Hüseyin’e bağlı Araplar Osmanlı devletine karşı isyan ederek İngiltere saflarında Türklere karşı savaşmaya başladılar.

Şerif Hüseyin’in isyana hazırlandığı anlaşılınca Dördüncü Ordu komutanı Cemal Paşa tarafından Fahreddin (Türkkan) Paşa, 28 Mayıs 1916’da Hicaz cephesine, Medine’ye görevlendirildi. Hicaz bölgesindeki Osmanlı askerinin sayısı 15.000 civarındaydı. Şerif Hüseyin ile birlikte isyan edenlerin sayısı ise 50.000 kişiyi buluyordu.

Şerif Hüseyin’in adamları, 3 Haziran 1916’da Medine çevresindeki demiryolunu ve telgraf hatlarını tahrip ederek isyanı başlattılar. 5-6 Haziran gecesi Medine’de Osmanlı karakollarına saldırdılar. Ama Fahreddin Paşa’nın aldığı tedbirler sayesinde başarılı olamadılar. Fakat isyancı Araplar İngilizlerin desteği ile daha hazırlıklı bir genel saldırıya geçerek 16 Haziran’da Cidde’ye, 7 Temmuz’da Mekke’ye. 22 Eylül’de de Tâif’e girdiler. Fahreddin Paşa’nın savunduğu Medine dışındaki ana merkezler isyancıların eline geçti.  Bunun üzerine Fahreddin Paşa yetkileri arttırılarak,1916 Temmuz’unda, Hicaz Kuvve-i Seferiyyesi komutanlığına tayin edildi.

Bu sırada Mısır’da Kanal Harekâtı bütün şiddetiyle devam ettiğinden Osmanlı devleti Hicaz’a asker gönderemiyordu. Fahreddin Paşa elinde bulunan az sayıdaki asker ve son derece kısıtlı erzakla Medine’yi 31 ay boyunca başarılı bir şekilde müdafaa etti, isyancılara vermedi.

Savaş sırasında 10 ayrı cephede savaşmak zorunda kalan Osmanlı devleti son gelişmeler üzerine Hicaz’ı kısmen boşaltma kararı aldı. Bu karar üzerine Fahreddin Paşa, hem İngilizlerin eline geçmemesi, hem de herhangi bir yağmaya meydan verilmemesi için Medine’de Hz. Peygamber’in mezarında bulunan mukaddes emanetlerin İstanbul’a nakledilmesini hükümetine teklif etti. Teklif, güvenlik sorumluluğu kendisinde olmak şartıyla hükümet tarafından kabul edildi. Fahreddin Paşa bir komisyon kurarak tek tek kutsal emanetleri kaydettirdi. Hz. Osman’ın ceylan derisine işlenmiş el yazmalı Kuran-ı Kerim’i, Peygamberimizin suretinin yazıldığı Hilye-i Şerif, Gümüş işlemeli rahleler, pırlanta ve incilerle kaplı mercan tespihler, som altın üzerine yazılı Kelime-i şehadet, el yazması Kur’an-ı Kerimler  gibi 30 parçadan oluşan mukaddes emanetleri 2000 askerin koruması altında İstanbul’a gönderdi.

Bu arada Medine’yi savunmak gittikçe güçleşiyordu. Medine – Suriye arasında çölde dolaşan ve yağmacılıkla geçinen bedeviler, Şerif Hüseyin’in yönlendirmeleri ve İngilizlerin paralarıyla kandırılarak Osmanlı Devleti aleyhine harekete geçirilmişlerdi. Bu yüzden Medine’yi Suriye’ye bağlayan Hicaz demiryolunun korunması güçleşmişti. İsyancılar demiryolu boyunca rayları dinamitle parçalıyorlardı.

Her geçen gün çölün ortasında çevre ile irtibatı kesilmiş bir durumda kalan, erzak ve iaşesi çok azalan Medine’nin tahliyesine karar verildi. Önce Şerif Hüseyin’in yerine tayin edilmiş olan yeni Mekke Emiri Şerif Haydar Paşa ailesiyle birlikte Medine’den ayrıldı. Sonra da yaklaşık 4000 kişilik yerli Medine halkı şehirden ayrıldı.

Ama Fahreddin Paşa, o dönemde askerler için kullanılan “ Osmancık” yerine ilk defa Medine’deki yazışmalarında kullanarak dilimize kazandırdığı “Mehmetçik”leriyle orada kaldı ve şehri savunmaya devam etti. Fakat kısa bir süre sonra Medine isyancılar tarafından tamamen kuşatıldı. Hiçbir yerden yardım alamayan şehirde kalan halk ve asker arasında açlık ve hastalık ortaya çıktı. Bu olumsuz ve zor şartlara rağmen Fahreddin Paşa şehrin müdafaasını sürdürdü. Hatta kuşatmadan önce kaleyi tahliye etmesini teklif eden İstanbul hükümetine:

– “Hz. Peygamberin türbesinin olduğu yerden Türk bayrağını ben elimle indiremem, eğer mutlaka tahliye edecekseniz buraya başka bir komutan gönderiniz” diye telgraf çekti.

Kimse gönderilmedi ve Fahreddin Paşa Medine’yi savunmaya devam etti. Paşa ve askerleri bir taraftan düşmanla, diğer taraftan açlık ve hastalıkla mücadele ederken Mısır’da Kanal Harekâtı felâketle bitmiş, Filistin elden çıkmış ve en yakın Osmanlı kuvvetleri Medine’den en az 1000 km. uzakta kalmıştı. Yenilgi devam etti. 1918 yılı Ekim ayına gelindiğinde Osmanlı Devleti mağlûp olmuş ve Ekim ayı sonunda Mondros Mütarekesi’ni imzalamıştı.

Mütareke hükümlerine göre teslim olması gereken Fahreddin Paşa buna yanaşmadı. Kızıldeniz’de demirleyen bir İngiliz torpidosu mütareke şartlarını ve Medine’ye ait maddeyi kendisine bildirdiği halde Paşa buna uymadı. İstanbul Hükümetinin Mondros Mütarekesi’ni tebliğ etmek üzere gönderdiği bir yüzbaşıyı da Medine’de tuttu ve İstanbul’a cevap vermedi.

Bir yandan İngilizler, bir yandan Medine’yi kuşatmış olan Şerif Hüseyin’in kuvvetleri ısrarla Medine’nin bir an önce teslim edilmesini istiyorlardı. Paşa da bunları sürekli reddediyor :

-“ Ben Hazreti Peygamberin kabrini kendi elime gayri müslimlere terk edemem” diyordu. İstanbul Hükümeti İngilizlerin baskısı üzerine padişahın imzasını taşıyan yeni bir teslim emrini Adliye Nâzırı Haydar Paşa ile Medine’ye gönderdi. Fahreddin Paşa bu emri de dinlemedi. Askerlerin çoğunun hasta olmasına, cephane, ilaç, yiyecek ve giyecek stoklarının bitmesine rağmen direnmeyi sürdürdü.

Ancak Fahreddin Paşa, sonunda kendi subaylarının da baskısı ile teslim olmaya razı oldu. Ama vicdanı ve imanı bu karara karşı geldi. Paşa Ravza-i Mutahhara dediğimiz Hz. Peygamberin türbesi yakınındaki bir medreseye giderek bir yere gitmeyeceğini ve şehri teslim etmeyeceğini bildirdi.

Fakat yardımcısı ve diğer karargah subayları tarafından “böyle devam ederse Paşa’yı yaşatmazlar” endişesi ile, bir toplantı sırasında birliğindeki söz konusu astları tarafından tutuldu ve 10 Ocak 1919’da hep birlikte teslim oldular.

Fahreddin Paşa teslim edilince, İsyancı Araplar 13 Ocak 1919’da Medine’ye girdiler. Böylece Mondros Mütarekesi’nden yetmiş iki gün sonra Medine teslim oldu.

İngilizlerin “Türk kaplanı” dediği Fahreddin Paşa 27 Ocak’ta savaş esiri olarak Mısır’a gönderildi.

Mısır’da İsyancı Arapların bir samimiyetsizliği daha ortaya çıktı. Mısır’ın İskenderiye şehrine 5-10 km. mesafede İngilizlerin kurduğu Ras el Tin esir kampı vardı. Bu kampta 45’i erkek 25’i kadın olmak üzere 70 Türk esiri tutuluyordu. Bunların hepsi askerlik çağını geçmiş yaşlı erkekler ve yaşlı kadınlardan oluşan insanlardı. Bunları Kampa getiren İngilizlerdi ama İngilizlere teslim eden isyancı Şerif Hüseyin’in adamlarıydı. Çünkü bu yaşlı insanlar 1916 yılında Hac vazifesini yerine getirmek için Mekke’ye giden Türk Hacı adaylarıydı. Mekke’de isyancı Araplar bu Türk Hacıları esir almış, bir Müslümanın bir başka Müslamana yapmaması gerekeni yapmış ve maddi, manevi destekler karşılığında onları İngilizlere teslim etmişlerdi.

Fahreddin Paşa 5 Ağustos 1919’da tutulduğu Mısır esir kampından Malta’daki esir kamplarına gönderildi. 8 ay sonra Ankara hükümetinin gayretleriyle 8 Nisan 1921’de Malta’dan kurtuldu. Dönüşünde 24 Eylül 1921’de Millî Mücadele’ye katılmak için Ankara’ya geldi.

Mustafa Kemal Paşa tarafından Fransızlarla çetin mücadele yürütülen Güney Cephesinde görev aldı. Antep, Urfa, Maraş ve Adana’nın verdiği şanlı mücadeleye katılan subayların seçilerek milis kıyafetle bölgeye gönderilmesini ve mücadelelerini organize etti. Güney cephesi kapanınca 9 Kasım 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Afganistan-Kâbil Elçiliğine atandı. 12 Mayıs 1926’da görevinin sona ermesi üzerine yurda döndü.

5 Şubat 1936’da tümgeneral Fahreddin Paşa Silahlı Kuvvetler’den  emekli oldu. 22 Kasım 1948’de vefat etti ve İstanbul’da Rumelihisarı’na defnedildi.

Fahreddin Paşa ile ilgili çalışmalar yapan Feridun Kandemir, Paşa ile son zamanlarda sık sık görüşmüş ve yaşadıklarını yazmaya çalışmıştır. Bu çalışmalar sırasında bir gün Kandemir, özellikle Medine müdafaası sırasında yaşadıklarını bizzat kendisinin yazmasını, bu yaşananlardan gelecek nesillerin çok önemli dersler ve sonuçlar çıkarabileceğini söyleyince Fahrettin Türkkan Paşa ona mütevaziliğin en güzel örneklerinden birini göstererek şöyle diyor:

-“Evladım, o bir görevdi. Bize verilmişti. Biz görevimizi yaptık ve o iş orada bitti…”

Fahreddin Paşa Harbiye’nin, Harbiyelilerin, ordumuzun, milletimizin ve bütün Müslümanların gurur duyacağı abide şahsiyetlerimizden biridir.

Ruhu şad olsun!

21.12.2017

Yazar

Cemalettin Taşkıran

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar