Yükleniyor...
Haksızlığa uğradığını düşünen insanlar için en büyük özlem, bir gün mutlaka adaletin gerçekleşeceği umududur. Haksızlık yapanların, bu eylemlerinin karşılığını görmeleri, toplum hayatının daha huzurlu olmasının en büyük güvencesidir.
Bu dünyada adaletin sağlanmasından, yetenekleri ve imkanları ölçüsünde her kişi ve topluluk sorumludur. Ancak, bundan birinci derecede yönetici sınıf yükümlüdür. Adalet ile ilgili eleştiriler ve yakınmalar, bir anlamda yönetici sınıfın aymazlık ve başarısızlığının temel göstergesi sayılır.
Asıl olan, bu dünyada adaletin yerini bulmasıdır. Hak edilen adalet mümkün olmuyorsa, öbür dünyada mutlak adaletin yerini bulacağı hususu, özellikle vahye dayalı göksel inançların en etkili iman esaslarından birisidir. İnanan insanlar için bu dünyada yerine gelmeyen adaletin nihai çözüm yeri ‘ahiret’ yurdudur.
Kur’an’daki İslamiyet’te, haksızlık ve adaletsizlik yapanlara yönelik müthiş hatırlatmalar yapılmıştır. Bu mesajların açık anlamı, bu dünyada önlenmeyen haksızlık ve adaletsizliğin, öbür dünyada ebediyen ortadan kalkacağı bilgisidir. Haksızlık ve hadsizlik yapanların çoğunun, bu dünyanın güçlü ve egemen kişileri olması nedeniyle nispeten zayıf kişi ve kesimlerin korunması anlamında ‘ahiret’ hatırlatması çok ciddi bir terbiye yöntemidir. Bu yüzden, Kur’an’daki ‘ahiret ’mesajında, öncelikle ve özellikle haksızlık ve onlara yandaşlık yapanların hesap vereceğine dikkat çekilmektedir. ‘Ve zulüm yapanlara yakınlık göstermeyin; yoksa onları saracak ateş size de dokunur’(Hûd Suresi,113).
Uygulamada ise yönetici ve egemen sınıflara çok yakın duran din adamları, haksızlığa uğrayanlara sürekli olarak ‘sabırlı’ olmaları yönünde teselli edici öğütlerde bulunuyor. Aslında, ilk önce haksızlık ve adaletsizlik eylemine başvuran ve bu yolu toplumu kolay kontrol altına alma yöntemi olarak kullanan yönetim tarzının kınanması gerekir. Kur’an’da, haksızlık karşısında susmayan ve meşru savunma haklarını kullanan inananların haksızlıkla mücadelede ‘sabır’ göstermeleri övülür. ‘Zulme uğradıktan sonra, kendini savunup hakkını ararsa, ona (ceza vermeye) bir yol yoktur’ (Şûrâ Suresi ,41). ‘Ahiret’ kavramının aslında haksızlık yapanların önüne bir set çekme mantığına rağmen, çoğunlukla mağdurların haksızlık karşısında susmalarını sağlayıcı bir dinsel dil kullanılıyor. İnanan insanların, haksızlık karşısında direnme hakları ‘yöneticiler’ lehine yumuşatılıyor.
Allah Elçi’sinin asıl görevi, kendine gelen vahyi insanlara bildirmektir. Toplumdaki bilginlerin, özellikle Kur’an’ın geniş bağlamlı anlama sahip soyut ayetlerini, bilimsel gelişmeler ışığında somut açıklamalarla yorumlaması beklenirdi. Müslüman toplumlarda, yüksek kültürü yaratan bilimsel bilgi, felsefe, sanat ve etik değerler gibi bilgi türleriyle donanmış bilginlerin sayısının azlığı ya da iktidar mensuplarınca saf dışı edilmeleri nedeniyle soyut dini kavramların, Kur’an’ın özüne ve ruhuna uygun yorumlar bakımından ciddi bir boşluk oluşmuştur. Kur’an ayetlerinin açıklanması sırasında, birbirini tamamlayan anlam kümesinin bir kısmı egemen yöneticiler lehine yorumlanmış, haksız yönetici ve egemenlere yönelik mesajlar ise görmezden gelinmiştir.
Kur’an’ın ortaya koyduğu soyut ayetleri, akıl ve bilim yoluyla açıklamaya çalışan ve sayıları da oldukça az olan din bilginleri hayatın dışına itilmiştir. Söz gelimi, İmam-ı Azam gibi İslam tarihinin en büyük entelektüeli, çok şiddetli iktidar mücadeleleri nedeniyle etkisiz hâle getirilmiştir. İmam-ı Maturidi gibi akılcı bir din bilgini ise görülmezden ve bilinmezden gelinmiştir. Yüksek kültürlü bilginlerin olmadığı yer ve zamanda ise çoğunlukla iktidarların tetikçisi gibi davranan ya da mevcut boşluktan yararlanmak isteyen fırsatçı ve çıkarcı din adamları her daim iş başında olmuştur. Güçlü ve egemen sınıfların güdümünde olan din adamları, Kur’an’ın özüne uygun bütüncül açıklamalar yerine, çoğunlukla sıradan halkın hoşuna gidecek ve onları sorumluluktan kurtaracak yorumlara yönelmiştir.
Popülist din anlayışının egemen olduğu kesimlerin, çevrelerine toplanan gruplara yönelik söylemlerinde ‘ahiret’ ile ‘cennet ve cehennem’ gibi soyut kavramlara, Kur’an’da bildirilenin dışında birtakım eklentiler yaptıkları görülmektedir. Gerçekte, Kur’an ayetlerinde geçen ‘ahiret’ ile ‘cennet ve cehennem’ gibi soyut kavramlarla ilgili olarak Kur’an’da bildirilenin dışında hiç kimsenin hakikati ve ayrıntıyı bilmesi mümkün değildir.
Bu dünya ve uzay yaşantısına ilişkin belirsizlikler, zaman içinde bilimsel gelişmeler ve keşifler yoluyla öğrenilebilir. Ancak, ahiret yurduyla ilgili belirsizliklerin bilinmesi, Kur’an’da bildirilenin dışında, mevcut insan aklı ve bilimsel araştırma teknikleriyle mümkün görünmüyor. Söz gelimi, öbür dünyada ‘yanmaz kefen ve kaymaz terlikten’ söz edilemez. Bir defa böyle bir söylem, ‘Allah’ın her şeye gücünün yeteceğine’ inandığını söyleyen birisi için bir hezeyan hâlidir. Zihin parçalanmasına bağlı olarak, din ticareti ve para tutkusuyla şiddetli bir çelişki ve tutarsızlık hâli yaşanabilir. Ancak, bu tür hezeyanlara inanan ve bunları kabullenen bir kitlenin olması toplumun ruh sağlığı bakımından oldukça kaygı verici bir durumdur. Eğer, ‘yanmaz kefen ve kaymaz terlik’ saçmalığına inanacak bir kesim olmasaydı, böyle bir şizofrenik söylem içinde de olunmazdı. Nasıl popülist siyaset, geniş bir kitleyi akıl ve bilimden uzaklaştırıp bireysel irade ve sorumluluk bilincini yok ediyorsa, popülist dinsel yaşantıda da bir kısım inananları Kur’an ayetlerinin ruhundan uzaklaştırıyor.
Kişilerde sorumluluk bilincinin zayıflığı, kişilerin biyolojik olarak yaş almalarına karşın, onları davranışsal gelişmeden yoksun bırakıyor. Kişi davranışlarını harekete geçiren asıl güç akıl ve mantık olmayınca, çoğunlukla duygusal tepkiler ve istekler ön plana çıkıyor. Duygusallığın, aklın önüne geçtiği her durumda kişi davranışlarına içgüdüler, bastırılmış arzular, denetimsiz heyecanlar, kışkırtılmış öfkeler ve abartılmış hayranlıklar egemen oluyor. İşte, tam bu noktada, Kur’an’da çok sık olarak söz edilen ‘akletmez misiniz?’ ve ‘düşünmez misiniz? Biçimindeki hatırlatmaların ne kadar değerli olduğu ortaya çıkıyor.
Her düşünen insanın, aklını kullanmak suretiyle olaylar arasında neden sonuç ilişkisi kurma ve mantıki çıkarımlarda bulunma sorumluluğu vardır. Bu anlamda, sıradan halk bilincinin bilimsel ve akılcı düşünme yöntemlerini biliyor olmaları çok ideal bir durumdur. Ancak, sistematik haksızlık ve adaletsizlik yapan kişi ve kurumların, daha güçlü ve örgütlü olması nedeniyle halkın çoğunluğu, yapılan kötülüklerin farkında dahi olmayabilir. Bu durumda, örgütlü haksızlık ve kötülük yapanlara karşı sıradan insanların haklarını savunacak ve onlara bu yönde yol gösterecek aydın insanların varlığı çok etkili bir güvencedir.
Güçlü ve örgütlü yönetim sistemleri, çoğunlukla belirli yandaş topluluklarla iş birliği içinde birtakım iktidar araçlarını kullanarak toplum üzerinde yaygın bir haksızlık yapma eğilimine sahiptir. Yönetilenlerin hakkını ve hukukunu savunacak ve topluma öncülük yapacak aydınların varlığı toplumsal adaletin sağlanması bakımından son derece önemlidir. Yönetici ve egemen sınıfların, kendi konumlarını sürdürme çabaları kapsamında yaygın bir biçimde dinsel simge ve söylemleri kullandıkları bilinen bir gerçektir. Bunun yanında, din adamlarının dinsel anlatılarında yönetici merkezli bir tutum izledikleri çok sık rastlanan olaylar arasındadır.
Sonuç olarak, popülist İslamcı anlayış, ahiret hayatına ilişkin asla Kur’an’da geçmeyen ve hiç kimsenin de bilme imkanı olmayan birtakım anlatımlarla geniş bir kitleyi oyalıyor. Siyasal İslamcı zenginler, Kur’an’da tanımlanan ahiret yurdundaki ‘cennet’ kavramına kendi zihin dünyalarına uygun somut anlamlar yükleyerek bu dünyada lüks ve şatafat içinde yaşıyor. Siyasal İslamcı yönetimler de kendi toplumunu sömürerek ve anlamsız gerilimlerle kolayca yönetiyor görünüyor.