Yükleniyor...
Din konusunu tüm boyutlarıyla kendi duygu, düşünce, inanç dünyamda bir olgunluğa getirdim. İnancım sadece kendimedir. Asırlardır süregiden tartışmaların tekrarında yarar yok.
Siyasal İslam’ın tanımını, kapsamını, geçmişini ve bu gününü örnekler ve kaynaklar sıralayarak işleyecek de değilim. Türk dış politikasında hatalı ve yanlış kullanılmasıyla gelinen durum da dinin ve İslamiyet’in uluslararası ilişkilerde yerinin olmadığını göstermez.
İslamiyet konusunu inanç, din kültürü, sosyoloji kapsamında olmadan, kişilerin dinî inanç ve pratiklerine değinmeden konunun Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk devletleri bakımından uluslararası ilişkiler boyutundaki potansiyel önemini kısaca yazarak düşünmek istiyorum.
Siyasal İslam görüşü iç siyasette ne kadar zararlı ise uluslararası siyasette, dış politikada da o kadar zararlı. Ancak İslamiyet’in uluslararası ilişkilerde yerinin olmadığı, olmayacağı anlamı taşımaz.
Türkiye bakımından dış politikada çoğu kere hamasete kurban edilmiş, bazen de siyasal İslamcıların bağnazlığıyla harcanmış bir konudur.
Asırlar içerisinde oluşmuş, aralarına kan girmiş ve bazı İslam ülkelerinin devlet ideolojisi olmuş mezheplerin Siyasal İslam’ın uluslararası siyasette başat güç olmayacağını zaten gösteriyordu.
Her ideolojik görüşü zaman bitirse de gelinen durumda Siyasal İslam bir ideoloji olarak kendini kendi bitirdi. İdeologlarının kitapları artık raflarda değil. Söylemleri ve hamasetleri eskisi kadar yankı bulmuyor. Müslüman kardeşler siyasetten çekildiğini açıklayalı üç yıl oldu. Dünya Filistin konusunu da sadece Hilalle Haçın mücadelesi olarak görmüyor. Siyasal İslamcılar Filistin konusunda İslam ülkelerini cılız sesli kınamaların ötesinde harekete geçiremediler.
Türkiye ile birçok Arap ülkelerinin arası açıldı. Türkiye İslam ülkeleri arasında yalnızlaştırıldı. Müslüman Kardeşler hareketi akamete uğradı ve Türkiye gerçekçi bir hasar tespitinden sonra şimdi hatalarını tamir etme gayretinde.
Ancak iktidar hâlen iç siyasette dar tabanını pekiştirme kapsamında Siyasal İslam sloganlarını, sembollerini, söylemlerini hâlâ kullanıyor.
Siyasal İslam’ı devletler ve uluslararası siyaset alanına Millî Görüş getirmiştir. Erbakan; Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya’nın üye olduğu D-8 (Gelişen Sekiz) teşkilatının kurulmasına öncülük etmiştir. Şahsen D-8 in birkaç Bakanlar Konferansına ve çok sayıda teknik toplantılarına da katıldım. Ancak bu teşkilat uluslararası alanda pek varlık gösteremedi. Ülkeler teşkilat içinde baskın olma insiyakıyla hareket ettiler. ‘Helal gıda’ konusunda bile ülkeler arası çıkar tartışmalarına şahit olduk.
Ak Parti iktidarı da bunun üzerine değerler ekleyemedi. Daha sonra iktidar Siyasal İslam’ı uluslararası bir siyasi ideoloji hâline getirmeye çalıştı, özellikle iç siyasette hamaset rüzgârları estirdi.
Türk devletleri birliğine giden yolda, elbette her bir ülkenin din – devlet – siyaset – toplum ilişkilerine karışmamak en uygunudur. Ancak aynı dinden olmanın Türk halklarında yakınlık, kaynaşma ve muhabbet duygularını uyandıracağı nasıl göz ardı edilebilir? Türkiye Cumhuriyeti ve diğer Türk devletleri uluslararası ilişkilerde Müslüman ülkelerle ilişkilerinde ortak inançları ve tarihi bağları nasıl dikkate alamaz? Müslüman ülkelerdeki halkların Türkiye’ye bakışında hiç mi etkisi olamaz? Batı ülkelerinin dünya kamuoyu oluştururken din konusunu nasıl öne çıkardıklarını görmüyor, bilmiyor muyuz?
İslam İşbirliği Teşkilatına üye ülke sayısı 57, Rusya Federasyonu dâhil 5 de gözlemci ülke var. Arap Birliğine 22 ülke üye. Dünyada Müslüman nüfus en fazla 400 milyonla Hindistan’da (1.3 milyar içinde) sonra da 240 milyonla Endonezya’da (255 milyon içinde). Dünyada 1.7 milyarla 2 milyar insan nüfusunun değişik derinlik ve yoğunlukta Müslüman olduğuna ilişkin güvenilir bilgiler var.
Din öteden beri her ülkede iç ve dış siyasette kullanılır. Yakınlarda Putin, Çeçenistan’da işlemeli Kur’an hediye etti. İstanbul Rum Ortodoks Kilisesi ile Ukrayna kilisesi Moskova’ya karşı işbirliği ve dayanışma anlaşması yaptılar ve Rusya buna çok tepki gösterdi. Avrupa ve AB ülkelerinin çoğu laik ve halkın neredeyse %90 kadarı seküler olsa da başbakanları, başkanları, kralları, kraliçeleri görev devralmayı kilisede yaparlar. ABD Başkanları dinî cemaatlerin kiliselerinde ayinlere katılıp konuşmalar yaparlar. ABD, AB diğer ülkelerdeki dinî gruplara ve hele Hristiyanlara her türlü desteği sağlarlar. Batı kültür ve medeniyetinin temellerinde Reform ve Rönesans’ın bile ortadan kaldıramadığı derin izler vardır. Hıristiyanlık Batı emperyalizminin meşruiyet kaynaklarındandı.
ABD’nin kayıtsız şartsız, kendinin temel değerler olarak benimsediği ve hatta dünyaya dayattığı değerleri de ayakları altına alarak 120 milyonluk Evangelistlerin baskısıyla İsrail’i desteklemesi çok mu tuhaf? Haçlı Seferlerinin günümüze yansımaları, günümüzdeki yankıları taraf olan milletlerde hâlâ yaşıyor.
Bu sosyolojik, kültürel gerçeklikler aynı zamanda siyasal gerçekliklerdir.
Dinin siyasette ve özellikle iç siyasette kullanılması konusunu önceki yazılarımızda bazı yönleriyle ele almıştık.
Sırası gelmişken, konuyla bağlantılı olarak önceki yazılarımızda değindiklerimizden alıntılar yaparak laiklik ve sekülerlikten ne anladığımızı kısaca ifade edelim.
Bilindiği gibi laiklik; devlet yapısı, işleyişi, toplum ve vatandaşıyla ilişkisinde din esaslı bir uygulama ve ayırım yapılmamasıdır. Bir anlamda inançların ve inananların da inandığınca yaşamalarının güvencesidir. Din ve vicdan özgürlüğüdür.
Laiklik anlayışı farklılıklarıyla birlikte Türkiye’de büyük çoğunlukça benimsenmiş ve kabullenilmiştir. Türkiye sosyolojisinin ana akım düşüncesidir. Devlet bunun hukuki altyapısını da laiklik anlayışına göre oluşturur. Laiklik, devlet – toplum ilişkisini dindarlık veya dinsizlik esası üzerinden görmemektir.
Sekülerleşme, doğaüstü alanın yani dinlerin ve inançların hayatı yönlendirme ve düzenlemede etki ve bağlayıcılığının azalmasıdır. Doğaüstü alan; matematik, fizik, biyoloji ile açıklanmayan her türlü din, inanç, öğreti, içgüdü alanlarıdır. Günlük hayatta dinin veya olağanüstü güç inançlarının emir ve yasaklarından ziyade toplumda yasal, sosyal norm ve kurallara göre yaşama anlayışıdır. Türkiye’de genellikle sadece din bağlamında düşünülse de Sekülerleşme her türlü fizik ötesi inançların hayatta etkisinin azalmasıdır.
Türkiye’de İslamiyet konusunda sıkça “Araplaşma ve Arap kültürünü İslam dini sayma” tartışmaları yapılmakta. Çoğu abartı olsa da bu doğrudur. Çünkü her toplumda din merkezli bir din kültürü gelişir ve bu kültürde dinin kendisinde olmayan eski kültürün ve komşu kültürlerin de etkisi olur.
Arap dili, Arap din kültürü de bizi etkilemiştir ve hatta Arap kültürünü İslamiyet sananlar da çoktur. Hele bu kültürler yaygın ve baskınsa durum daha belirginleşir.
Mesele öteden beri toplumumuzda olagelen tarikat, cemaat ve belli odakların dini kendi tekellerinde görme, varlıklarını sürdürme, kapalı topluluklarda cahil ve eğitimsiz kesimleri, Kur’an dilinin Arapça olmasını da istismar ederek toplumda görünürlüklerinin artmasındandır. Elbette buna bazı Arap ülkelerinin finansal desteği ve iktidarın bilinen sebeplerle kapı aralamasının etkileri vardır.
Dünyadaki Türklerin belki %99.5 kadarı İslam dini dairesindeyken bile İslam öncesi din ve inanışları da hâlâ İslam inanç ve pratikleriyle birlikte yaşıyor.
Türkiye’de nüfusun %90 kadarının laiklikle ilgili sorunu yoktur. Kim ne derse desin laiklik ülkemizde temel, ortak değerimiz durumundadır. Yarımızdan fazlamız seküler hayat tarzına sahiptir. Kendini Türk milliyetçisi ve Ülkücü olarak tanımlamayanlardan daha fazla ancak Türk milliyetçileri ve ülkücülerle aynı değerleri paylaşan insanları yok mu sayacağız?
Bunlar ve daha sayamayacağımız sayıdaki örnekler aslında insan – din ilişkisinin hiç kesilmediğini ileride de mahiyeti, kapsamı ne kadar farklı olsa bile ‘din’in insanlara ve toplumlara özgü, bir ihtiyaç olduğu varsayılabilir.
Geniş bir yelpazedeki Türk milliyetçilerinin sanırım %99 kadarı laiklikten yana ve yarıdan fazlası seküler hayat tarzında ve İslam dini dairesindedirler. Türkiye’de kendilerini ‘Türk milliyetçisi’ olarak tanımlamayan ama en az Türk milliyetçileriyle aynı ve benzer ortak değerleri olan ve benimseyen nüfus oranı %80’den fazladır. Laikliğe karşı olanların oranı %15 bile değildir. Yani din, ne kadar farklı anlaşılsa da, toplumda sosyal, kültürel, sosyo-kültürel ve hatta siyasal gerçekliktir. Son 10 yılda yapılan birçok kamuoyu araştırma, ölçme ve değerlendirme sonuçlarının ortak bulgusu bu yöndedir.
Tuhaf görünse de laiklik ve Sekülerleşme de bir tür din dışı din anlayışı ve inancı olarak anlaşılmakta ve kutsanmakta. Pozitif bilimlerin, objektivizmin de neredeyse ‘din’leştirildiği dönemler oldu. Hatta bilimsel ve özellikle teknolojik gelişmenin sonucu olarak insanın adeta Tanrılaşacağına ilişkin düşünürlerin öngörüleri var. Bazı ideolojilerde bazı kişiler ve kişilikler kutsal varlıklar seviyesine çıkarılmaktadır.
‘Siyasal İslam’ ve ‘İslam’ın Siyasallaşması’ uluslararası ilişkilerde ideoloji olarak ömrünü tamamlamış olsa bile din önemli bir parametre olmaya devam edecek. Buna göre de her alanda stratejiler geliştirilmesi gerekir.