17.01.2025

Popüler kültür ve dinî topluluklar

Kur’an’ın asıl anlam ve mesajından kopuk olarak gerçekleşen ‘cemaat içi’ okumalara ve dinlemelere bir defa alışan elemanlar, bilim, felsefe ve sanat gibi diğer okumalara ve bilgilenmeye de pek ihtiyaç duymuyorlar.


Bütün zamanlarda, toplumsal yapının genel yaşam biçiminden ayrıksı davranan kendilerine özgü ve kapalı bir yaşam biçimi oluşturan alt kültürler olmuştur. Bilgi çağı denilen bu dönemde, çok kapsamlı değişimler yaşanmakta ve bu değişimlere dengeli bir uyum sağlayabilme, ancak ilgili alanlarda üretilen bilgi sistemleriyle mümkün olmaktadır. 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, toplumların çeşitli alt kültürlerinin bu değişimlere karşı uyum sağlamadaki zaman aralıklarının oldukça farklılaştığı görülmektedir. Yeni yaşam biçimlerine uyum sağlamaya hiç yanaşmayan ya da gecikmeli değişen kişi ve gruplar, kendi anlayışlarını sürdürecekleri birtakım alt topluluklar oluşturmaya yönelmektedirler.

Müslüman toplumlarda, Kur’an ile akıl ve bilimden kopuk olup bölgesel kültürlerin etkisi altında ortaya çıkan çok sayıda inanç temelli cemaatler veya dinî topluluklar zaten vardı. Günümüzün gerçekliği olan bilimsel düşünce ve zihniyete dayalı bireysel rekabete yeterince katılamayan kişilerin, mevcut ‘cemaat’ oluşumlarına daha fazla yöneldikleri ve bu tür toplulukları giderek genişlettikleri anlaşılmaktadır. Bu dönemde, siyasetteki popülist politikalardaki artışlar nedeniyle özellikle dinî görünümündeki ‘cemaat’ tipi yapılanmalar oldukça artmış görünmektedir.

Bilgi çağında popüler kültür oluşumu

Popüler kültür, uğradıkları kültür şoklarına bağlı olarak geleneksel kültürden kopmuş, ama bilimsel düşünce ve zihniyetten yoksun olmaktan dolayı bilgi çağının gereklerine uyum sağlayamamış kişi ve grupların yaşam biçimidir. Popüler kültür, ne gelenekseldir ne de moderndir; çoğunlukla eski ve yeni ama uyumsuz bilgi yığınlarından oluşan karmakarışık yani -bizdeki adıyla- arabesk bir kültür oluşumudur.

Popüler kültür, gelişmiş Kuzey toplumlarında insanlara eğitim yoluyla çoğunlukla bilimsel zihniyet kazandırılması nedeniyle sadece eğitimsiz alt sınıf mensupları ile bazı göçmen topluluklarında çok sınırlı ölçüde yaşanmaktadır. Güney toplumları ile otoriter yönetimlerin ideolojik eğitim uygulamalarından dolayı kişilere değişime uyum sağlayıcı, işe yarar bilimsel bilgilerin yeterince verilmemesi nedeniyle popüler kültür geniş bir tabana yayılmaktadır.

Popüler kültür ‘cemaatleşmeyi’ hızlandırıyor

Popüler kültür, çözülen geleneksel kültürün çoğunlukla içi boşaltılmış simgesel kültür öğeleri ile modernliğin sadece tüketim nesnelerine dayalı arabesk bir karışımından meydana geliyor. Postmodern kültür adı da verilen popüler kültür, toplumdaki ortak değerlerin çoğunlukla parçalanmasından dolayı birbirleriyle ilişkileri en aza indirgenmiş birçok kültür adacıkları oluşturuyor. Bu kültürel parçalanma, zaten toplumsal yapıda var olan inanç temelli cemaatlerin sayısını daha fazla çoğaltmaktadır. Kur’an’ın anlam dünyasından uzak birtakım dinî yorumları üzerinden inşa edilen bu cemaat oluşumları, popüler kültürlerin sağladığı imkanlardan da yararlanarak bir biçimde siyasete eklemlenmede başarılı oluyorlar.

Bu cemaatçi yaşam biçimi, sadece gösterileni görmeye, istenileni duymaya ve denileni yapmaya göre ayarlanmış ve şartlanmış bir standart insan tipi oluşturmaktadır. İnsanlar bir süre sonra bilimsel düşünceleri ve entelektüel hareketleri algılayacak ve bu yönde bir tavır geliştirecek zihin yapısından da yoksun kalmaktadırlar. Böylece, ‘biat’ ya da ‘itaat’ etmeye alıştırılmış olan cemaat mensubu kişiler, toplumsal sorunlara ilgisiz ve kayıtsız kalarak, zaman içinde sadece topluluğun kolektif yaşantısının sıradan bir elemanına dönüşmektedir.

Popüler kültür çağında din algısı

Hızlı toplumsal değişmeler ve kentleşme süreci, özellikle bilimsel düşünce ve zihniyet bakımında uyum sorunu olan kişileri yalnızlaştırmaktadır.  Kendilerini yalnız hisseden kişiler, benzerlerini bulmak üzere yalnızlıklarını gidermek için mizaçlarına en uygun cemaatlerden birine sığınmaktadırlar. Aslında, bir yere sığınmak oraya teslim olmaktır. Özgür iradelerinden vazgeçiyorlar ama bunun karşılığında benzer duygu ve inanca sahip topluluk içinde güçlü bir dayanışma ile varlıklarına bir alan açmış oluyorlar. Günümüzde, giderek hızlanan bireysel rekabete katılmada zorlanan kişiler, kurnaz kişilerin yönettiği cemaat ve tarikat gibi yapılara dahil olma eğilimi gösteriyorlar. Popüler kültür ve cemaat ortamında yaşayan kişilerin inancı ve yaşantısı, bireysel irade ve özgürlüğe değil, çoğunlukla yaygın ve egemen olan kendi benzerlerinin kolektif yaşamlarının akışına bırakılmıştır.

Müslüman toplumlarda, özellikle yaygın olan ‘cemaat’ tarzı, dinî inanç yapıları üzerinden gerçekleşmektedir. Çünkü, zihinsel süreçler üzerine yapılan araştırmalarda ‘düşünmeden’ inanma davranışının, eleştirmeden kabullenmeyi kolaylaştırdığı ve bu durumun direnme hareketlerine göre çok daha az çaba gerektirdiği ortaya çıkmıştır (Keyes, 2017,276). Bu toplulukların mensupları, günümüzün şiddetli rekabet şartlarında, çoğunlukla kendi yetenekleri ve imkânlarıyla sınıf atlama ve önemli konumlar (gelir, statü, siyasi güç vb.) kazanma kapasiteleri fazla olmayan kişilerdir. Aslına bakılırsa, eğitimde ve girişimcilikte fırsat eşitliği olmayan toplumlarda normal sınıf atlama imkânı bulamayan nispeten zayıf karakterli kişiler bu tür oluşumlara daha fazla eğilim göstermektedir.

Kur’an’dan özgürlük manifestosu

İlk gelen âyetlerden biri olan Fatiha’nın “Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım dileriz.” anlamındaki 5. Ayet, tam bir özgürlük manifestosu sayılmalıdır. Kur’an’daki İslamiyet, insanları sadece tek bir ‘Allah’a kulluk’ yapmaya yani ‘tam bağlılığa’ çağırırken, aslında insanların başka otoritelere kulluk yapmalarını önleyecek ve onların özgürlüklerini güvence altına alacak güçlü bir iradeyi belirtmiş oluyor. Buradan çıkarılması gereken en önemli anlam, eğer ‘sadece Allah’a tam bağlılık gösterilmezse’ insanların kendilerinden güçlü gördükleri her otoriteye, bilerek ya da bilmeden ‘kulluk’ yapacakları hakkındadır. Kur’an öğretisinde inananlara verilmek istenen bu irade ve şahsiyet, mevcut Müslüman toplumların kültüründe ne derecede karşılık bulmaktadır?

Müslüman toplumlarda insanlar, çok değer verdikleri inançlarının temelini oluşturan ‘Kitabı’, gerçekte içerdiği anlamdan ve işaret ettiği davranışlardan habersiz olarak sadece yüzünden okumakta ve okuduklarını, bu dünyayla ilgili bilgilenmesi artık imkânsız olan ölülerine havale etmektedirler. Başka dinî otoritelerden öğrenilen inanç değerleri ise Kur’an’ın öz değerleri yerine, çoğunlukla rivayet ve aktarma usulündeki kültürel anlatılar ve yorumlar oluyor. Bu tür topluluklarda, dinî nasihatler çoğu zaman cennet ve cehennem ikilisiyle anlatılmakta ve şartlandırmalar yapılmaktadır. Cemaatlerin içerisinde kendilerine yer edinmeye çalışan kişiler de biat ettikleri otoritenin vermiş olduğu nasihatlerle zihinlerini doldurmakta ve ‘öteki’ kişilere göre cennete daha çok layık olduklarını hayal etmektedirler. En azından, ‘öteki’ kişilerin cehennemi dolduracağına inanarak, dünyada ve ahirette üstün Müslüman kimliğini kendilerinin temsil ettiğine inanmaktadırlar.  Kur’an’ın mesajını doğrudan ‘düşünerek’ ve anlayarak inanmak yerine, ‘otorite’ bildikleri kişilerin kendilerini bilgilendirmeleri kolaycılığına kapılmaktadırlar.  Bu kişiler, inandıkları ‘Kitabın’ gösterdiği “dosdoğru” yaşamak gayesinden her geçen gün daha fazla uzaklaşıyorlar.

Kur’an’ın asıl anlam ve mesajından kopuk olarak gerçekleşen ‘cemaat içi’ okumalara ve dinlemelere bir defa alışan elemanlar, bilim, felsefe ve sanat gibi diğer okumalara ve bilgilenmeye de pek ihtiyaç duymuyorlar. O zaman, kişisel iradenin zayıflığı ve özgürlük talebinin gevşekliği kaçınılmaz bir sonuç oluyor. Oysa, Kur’an, ‘insanın insana kulluğunu’ sonlandırmak üzere gelmiş bir Kitap olarak, insan özgürlüğünün en etkili güvencesinin “ancak Allah’a kul olma” bilincini temsil etmektedir.

Gerçek Müslümanlığın göstergesi özgürlük olmalıydı

Popüler din anlayışında ve cemaat tipi oluşumların içinde yer alan kişilerin davranışlarındaki birçok tutum, kendi kişisel tercihlerinden çok mensubu oldukları topluluğun kolektif bir zorunluluğu hâline geliyor. Başlangıçta, kendi akıl ve düşüncelerine ters gelen birtakım davranışlar içinde olmaktan dolayı zihinsel çelişkiye bağlı bir iç gerilim yaşanılıyor (Leon Festinger’in Zihinsel Çelişki Teorisi). Topluluğun içinde kalma eğilimi devam etmesi hâlinde, bir süre sonra zihinsel olarak yaşadığı tutarsızlık ve iç gerilimden kurtulmak için başkalarının inandığı gibi inanmaya başlanıyor. Görülmüştür ki topluluğun içinde kalmanın en güçlü güvencesi, her durum ve şartta her söylenene inanmak ve her denileni yapmaktır. Bu aşama, artık kişinin kendi iradesinden ve özgürlüğünden vazgeçmesi anlamına geliyor.

Cemaat mensupları, cemaat içi ilişkilerini belirli bir hiyerarşi içinde pekiştirmek için çoğunlukla oturdukları evlerin, alışveriş yaptıkları marketlerin, çocuklarını okuttukları okulların, hatta gittikleri cami ve mescitlerin dahi aynı yerlerde olmasına özen gösteriyorlar. Bu kişiler, kendilerine özgü bireysel inisiyatifleri ve iradeleri olmayınca, çoğu yaşam olaylarına ilişkin davranışlarını özgürce belirlemek yerine, şeyh ya da kanaat önderleri denilen kişilerin keyif ve çıkarlarına bırakmış oluyorlar.

Kur’an’daki İslamiyet ile olgusal Müslüman olma tarzı arasındaki en gerçekçi bağlantı, bireysel irade ve özgürlük bilinci olmalıdır. Kur’an’daki İslam’ın öngördüğü özgür insan, Allah’ın kendisine verdiği özgürlük hakkını, Allah’tan başkasına devretmemelidir. Aslında, özgür olmak ancak bu yönde yüreklice emek vermektir. Özgürlükten kaçmak ise Allah’tan başka güçlü görünen ve algılanan her şeye ‘kulluk’ etmeye teşne olmaktır.

 

Keyes, Ralph (2017): Hakikat Sonrası Çağ, Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma, Tudem Yayın Grubu, İzmir

Yazar

Feyzullah Eroğlu

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar