Yükleniyor...
Bir toplumun nasıl bir hayat yaşayacağının temel göstergelerinden birisi de ülkede yaygın olan gelir kazanma yoludur. Gelirin, büyük ölçüde ekonomik, hukuki ve ahlaki ilkeler çerçevesinde kazanılmış olması, bir yandan ekonomik sorunları ve krizleri önlerken, diğer yandan ekonomik ve toplumsal gelişmeye ortam sağlar.
Rahmetli Hocamız Prof. Dr. Sabri F. ÜLGENER’in anlatımıyla bir toplumda meşru kazanç ve geçinme yolları daraldığı vakit, gayri meşru yollar çoğalır. Toplumsal ahlak ve değerlerde de bir çözülme meydana gelir. Gelirlerin, çoğunlukla gayri meşru yollardan elde edildiği yer ve zamanda, hayatın her alanında tepeden tırnağa yozlaşma meydana gelir. Toplumda yaygın bir yoksullaşma ve sömürü ortaya çıkar.
Bir ülkede meşru kazanç yollarının açık olması ve girişimci sayısının çokluğu, toplumdaki üretim hacminin, istihdamın, ihracatın ve kişi başına düşen milli gelirin artışı anlamına gelir. Sermayenin ve mülkiyetin tabana yayılması sonucunda güçlü bir orta sınıflaşma gerçekleşir. İnsanlar, yetenek, bilgi ve becerilerini geliştirme konusunda yapıcı bir rekabet içinde olurlar. Modern tarım yoluyla elde edilen tarımsal gelirler, sanayileşmenin finansmanına aktarılır. Modern eğitim ve teknoloji anlayışıyla yetiştirilen insan kaynağı sayesinde katma değeri yüksek bir üretim ekonomisi kurulur. Meşru yollardan elde edilen kazancın bir kısmı, girişimci ve üretken iş insanları aracılığıyla yeniden üretim sürecine sokulur. Üretim artışı, istihdam ve ihracat gibi makroekonomik değişkenleri de büyütür. Katma değeri yüksek ürünler sayesinde artan ihracat gelirleri ekonominin dövizle borçlanma ihtiyacını azaltır.
Ekonomik aktörlerin kazandıkları her gelirin karşılığında somut üretimin ve katma değerin bulunması, bütün paydaşların paylarında iyileşmeler yaratır. Zengin olanların varlıkları sömürüye dayanmadığı ölçüde, toplumdaki yoksulluk oranı da azalır. Daha refahlı ve varlıklı olmanın yolu, yalnızca üretmekten geçtiği için gayri meşru yollardan gelir elde etme beklentisi düşer. Gelirin, başkalarını sömürmeden kazanılması, toplumsal adaleti sağladığı gibi, nispeten orta sınıflaşma yolunu açar.
Aslında rant kavramı, üretim faktörlerinden topraktan üretim yoluyla kazanılan gelirdir. Burada asıl olan, toprağın emek, çeşitli girdi ve araçlar aracılığıyla işlenmesinden dolayı katma değer yaratılmasıdır. Tarım ekonomisine göre, toprak ya da araziden emek ve çaba karşılığı kazanılan gelirler olumlu anlamda bir rant sayılır.
Hayatın her alanında yaşanan çarpıklıklar gibi, ekonomik olay ve olgularla ilgili kavramlar da asıl bağlamından kopartılarak içleri başkalarını yanıltmaya yönelik anlamlarla doldurulmaktadır. Bu anlamda, ‘rant’ kavramı, çağrıştırması gereken tarım ekonomisindeki anlamından çok, çoğunlukla günümüzün haksız ve emeksiz gelirlerini anlatır olmuştur. Söz gelimi, kayıt dışı ekonomi yoluyla devletten kaçırılmış vergiler; usulsüz ve ‘kitabına uydurulmuş’ ihaleler yoluyla elde edilen gelirler; çeşitli yolsuzluk ve rüşvet yoluyla elde edilen mali imkanlar; orman ve çevre katliamı yapılarak inşaatlardan elde edilen paralar; kaçakçılık ve kara para aklama biçiminde olan ve benzer gelirler birer gayri meşru rant örnekleridir.
‘Doğrusu insana, kendi çalışmasından başka bir şey yoktur’ (Necm Suresi, 39) ilkesi, bir değer ölçüsü alınırsa, emeksiz ve çabasız bütün gelirler olumsuz anlamda birer ranttır. Günümüzün sömürü düzenlerinde, gerçekte hak edilmeyen ve özellikle başkalarının hakları gasp edilerek elde edilen gelirlerin tamamı da olumsuz anlamda ‘rant’ ve sömürü sayılır.
Yoksul ülke ekonomilerinde, gayri meşru rantların toplamı ile yoksul insanların sefaleti birbirine denk düşmektedir. Bu anlamda, her haksız ve emeksiz gelir, bir sömürü; her sömürü, bir hırsızlık olup yoksulluğun temel nedenidir. Kişilerin kendi yetersizliklerinden ileri gelen yoksulluk bir yana bırakılırsa; yoksulların yoksulluğunu giderecek kaynaklar büyük ölçüde gayri meşru rantlar olarak küçük bir azınlığın servetine dönüşmektedir. Millî kimliğin ve toplumsal bilincin zayıf kaldığı, gerçek bir millî devletin olmadığı ülkelerde, egemen siyasetçiler, yönetici sınıf ve bunların rantçı iş çevreleri, çoğunlukla bu rant ekonomisinin temel aktörleri olmaktadır. Siyaseten yapılan ‘yardımlar’ yoluyla da kendilerini destekleyecek bir kesimin ‘ağzına bir parmak bal çalmaktadırlar’.
Ülke kaynaklarını ve üretim gücünü, modern eğitim yoluyla harekete geçirememiş, oldukça otoriter bir yönetim sistemi ile yönetilen ülke ekonomileri, birer rant ekonomisidir. Bu bağlamda, fiilen elde ettikleri gelirlere en azından denk düşecek kadar bir katma değer üretmeyen kişi ve kurumları bir ‘rant sınıfı’ olarak görmek mümkündür. Söz gelimi, otoriter yönetici sınıfın, çoğunlukla millî gelirin artışında fazla bir katkıları olmasa da halka göre çok refahlı yaşaması, hak edilmemiş bir rant örneğidir. Sosyal devlet mantığına dayanmayan vergi afları ile tarımı çökertip yandaşlara kurgulanmış ithalat ortamı yaratılması da birer rant sağlama usulüdür. Ekonominin üretim temelini askıya alıp, ekonomide ‘paradan para elde etme’ yolunun teşvik görmesi, hem rantiyecilik hem de bir tür tefeciliktir.
Türk ekonomisinin ekonomik ve toplumsal gelişmesi için millî gelir içindeki girişimcilik kârı, ücret ve maaşlar ile tarımsal faaliyetlerden kazanılan reel ekonomik rant toplamının, mevcut düzeyden daha yüksek olması gerekirdi. Toplumsal refah sağlayıcı kazanç yollarının, olması gerekene göre daha az olması yaygın bir yoksulluk getiriyor. Üstelik, emeksiz ve katma değer yaratmadan elde edilen olumsuz anlamdaki rantlar ve kayıt dışı gelirlerin, hangi düzeyde olduğu açıkça bilinmiyor bile. Millî gelirimizin, yüzde yirmilik nüfus kategorisine göre dağılımına göre, toplam gelirin yarısının nüfusun en varlıklı ilk yüzde yirmilik kesim tarafından sahiplenilmesi çok çarpık bir durumdur. Bu durum, karikatürize edilecek olsa, kocaman bir kafayı, cılız bir gövde ve zayıf ayaklarla taşımaya çalışan ucube bir insan figürü ortaya çıkardı.
Ülke ekonomisinde, reel üretim sektörlerinden çok, emeksiz ve kolay gelirlerin çok büyük miktara ulaşması, tarımsal üretim ve endüstriyel girişimcilik yerine sürekli olarak rant ekonomisini aşırı ölçüde beslemektedir. Üretim ve yatırımdan kopmuş ekonomilerde, bir yandan haksız zenginlik doğarken, öte yandan derin yoksulluk çoğalır. Bir ekonomide kayıt dışı gelirler ve rant gelirleri yükselirse orada kısa bir sürede mafyalaşma ve mali suçlarda büyük artışlar ortaya çıkar.
Rant ekonomisi, ekonomik kurallara, hukuki ve ahlaki ilkelere uyarak iş yapan kişi ve kuruluşlara karşı haksız bir rekabet oluşturmaktadır. Birilerinin rantı, ekonomik sistem içinde başkalarının sömürülmesi demektir. Kayıt dışı ekonominin varlığı, üretime dayalı kayıtlı ekonominin büyümesine engeldir. Vergi vermeyen ya da kaçıran kişiler ile vergisini verenlerin rekabeti çok zordur. Meşru kazanç yolları daraldığı için ciddi girişimciler yatırımlarını yabancı ülkelere kaydırırken; bir yandan da haksızca edinilen servetler yurt dışına kaçırılır. Rant ekonomisinin mutlak bir sömürüye dayanması, halkın geniş bir kesiminde derin bir yoksulluğa yol açar. Ayrıca, gayri meşru yollardan edinilen paralar, özellikle siyasetin finansmanında kullanılıyor olması durumunda yapılan seçimlerde halkın demokratik iradesi çarpıtılır.
Çözüm, küreselleşme sürecinin darmadağın ettiği yoksul ülkelerin, yeniden üretime dayalı millî ekonomiler dönemini başlatmalarıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetin ilk on beş yılında başarıyla uyguladığı özel-kamu kesimi birlikteliğine dayalı toplumsal kalkınma modeli, yeni bilgi ve deneyimlerin ışığı altında güncellenmelidir. Hem Türkiye hem de benzer bütün ülkeler bakımından ideal bir model olma niteliğine sahiptir.