14.09.2024

Türkiye’de kıyameti zorlamak

İnsan ırkı, asırlar boyunca sayısız oyun oynamıştır. Egoları ve hırsları yüzünden her seferinde felaketlere sürüklenmiş, hiçbir zaman da gerekli dersi alamamıştır.


“Başbakan, Allah’ın tüm vasıflarını üzerinde toplayan bir lider.”

Fevai Aslan, AKP Düzce Milletvekili

‘’İsmail Haniye, kendisine baktığınız zaman Allah’ı hatırladığınız birisiydi.’’

Hakan Fidan, Dışişleri Bakanı

“Bazı cibilliyeti bozuk olanlar bizim ona (İsmail Haniye) gösterdiğimiz ilgiyi hazmedemedi.”

Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı

Tanrı’yı kıyamete zorlamak birçok mezhepte var olan Mesih’in geri gelmesini sağlayacak olan zorlayıcı yönteme denir. Bir diğer adı da herkesin bildiği Armagedondur. Kutsal toprakların kutsiyetini okyanus ötesinden yürütülen politikalarla belirler bu kişiler. Bir mezhebin/tarikatın hafife alınmaması konusunda da ders niteliğindedir âdeta. Çıkan savaşlarda ve yaratılan kutuplarda parmakları vardır. Dinlerarası diyalog gibi kavramlarla bütün inançları kendi inandıkları Armagedonun müridi yapma amacı taşırlar.

İnsanın içinde barındırdığı temiz inancı durmaksızın kalıplara sokmaya çalıştılar. İnsanları sevgiden uzaklaştırıp korkuya esir ettiler. Artık insanlar korktukları kadar iman edebiliyordu. İçinde korku olmayan insan imansız kabul ediliyordu. Halbuki insan sevgi üzerine var olmuştur. Armagedonun müridi olmak da tam olarak budur: Kıyameti insanlığımız üzerine getirmek.

Kendilerini, haşa, Tanrı olarak görenlerin açtığı savaş aslında insanlığadır; dinlere değil. Burada da yapılması gereken ayrım insan olan ile beşer arasındadır ki esasında savaşın kime ve neden açıldığını tam olarak anlayabilelim.

Ne denli inanç ayrılıkları insanlık tarihinde her zaman çatışmalara ve savaşlara sebebiyet vermiş olsa da bazı durumlarda işin rengi çok değişkendir. Özellikle son yüzyıl içerisinde, binlerce yıllık bir birikimin birçok koldan nefret kustuğuna şahit olduk ama pek az insan yapılmak istenilenleri görebilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerine karşı girişilmiş olan karşı devrim yeni bir husus değil. Bunu yıllardır herkes, kendi uzmanlık alanı dahilinde, yazıp çiziyor. Önemsiz dahi görülüp, vakti zamanında eleştirildiğinde kaale alınmamış hususlar bile artık bir bir hayatımızdan çıkarılmaya başlandı. Orta yolcu ve ılımlı çözümlerle Türk milliyetçiliği ayaklar altına alınıp Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği peşkeş çekildi. Bütün bunlara rağmen hâlâ hatalarından dönmeyenler iktidarın bu yok oluş projesine doğrudan veya dolaylı olarak destek vermektedirler. Olan bitenin hiçbiri bilinçsizce yapılamayacak kadar büyük bir projenin parçasıdır. Bu durumda insanın aklına iki seçenek geliyor: Kötülük ve aptallık.

7 Ekim 2023’ten beri Filistin’de bir soykırım yaşanıyor. Siyonistler ve onların işbirlikçileri muhteşem bir oyunu ince eleyip sık dokuyarak sahneye koydu ve insanlığa yeniden büyük bir zulüm yaşatmaya karar verdi. Bu zulme karşı olmak insanlıktandır. Lakin birçok ülke tarafından yürütülen politikaların bu zulümle de hiçbir alakası yoktur. Bu durum ne destekleyen ne de eleştirenler için farklı değildir. Bunun altını çizmekte büyük fayda görüyorum.

Dış politikadaki başarısızlıklarımız artık neredeyse diplomasi tarihinde yapılmaması gerekenler olarak yerini almayı bekliyor. Bunları biz okur muyuz meçhul tabii. Malum ülkece kağıt tedariğinde bile sıkıntı yaşamaktayız.

Bu kadar başarısız politikanın esasen ne denli başarılı bir planın ürünü olduğunu görmek zorundayız. Dış güçler söylemini artık biraz kenara bırakıp içimizdeki hainlere yönelmemiz elzemdir. Dış güçler yok mu? Tabii ki de var. Lakin hırsız da içeriden olunca kapı kilit tutmazmış…

Türkiye Cumhuriyeti’nin tesis ettiği uygarlık değerlerine, Türk töresine ve Türklüğe açılmış bu savaş birçokları tarafından dünya gündemi de bahane edilerek cephe genişletiyor. İçlerinde yüz yıllardır taşıdıkları Türk nefreti, her geçen gün birçok farklı alanda kendini iyiden iyiye belli eder oldu. Omuzlar üstüne çıkarılan Türk kadını ve Cumhuriyetimizin geleceği olan genç neslimiz büyük bir zulüm altındadır. Suç makineleri sokaklarda elini kolunu sallayarak gezebiliyorken, içinde ne millilik ne de eğitim barındıran okullar kindar ve dindar nesiller yetiştirmek için zihinleri Orta Çağ’ın karanlığına götürüyor. Bütün bu olumsuzluklara karşın, her köşebaşında, ülkemizin yarınlarına dair beslediğimiz umutlara ışık olacak gelişmeler de oluyor. Atatürk ilke ve inkılaplarının ışığına olan bağlılığımızı da anca bu umutla ayakta tutabiliyor ve asla pes etmeyeceğimizi biliyoruz. Keza onlar da bunu bildikleri için Türk ulusunu her geçen gün daha feci şekillerde tahakküm altına almaya çabalıyor.

Bu bir mücadele. Bu bir oyun.

İnsan ırkı, asırlar boyunca sayısız oyun oynamıştır. Egoları ve hırsları yüzünden her seferinde felaketlere sürüklenmişlerdir ve hiçbir zaman da gerekli dersi alamamışlardır. Çünkü hırsına yenik düşen beşerin en büyük özelliği “kendisinin başarılı olacağına” duyduğu güvendir. İnsan olabilmeyi başaranlar ise böyle maceraların peşinden koşmaz; iyilik ve güzellik adına mücadele verir. İşte esasen bizlerin verdiği mücadele de tam olarak budur: İnsan ve beşer arasındaki savaş.

Bir tarafımız siyasal islamcılarla kuşatılmışken diğer yanda da ülkemizin geleceğine umut olması gerekenler daha yakalarında taşıdıkları 6 Ok’un anlamını bilmiyor. Şahsi çıkarları uğruna çabalayan büyüklerimiz adeta Türk’ün çıkarlarına sırt dönüyor. Önce bizleri bir iken bine bölüyorlar, sonrasında da hakaretlere boğuyorlar. Herkes bir ötekine karşı mahalle oluyor ama karşı mahalleleri kuranlar ise aralarında iş tutuyorlar.

Dört koldan sarılmış Türk ulusunun Cumhuriyetini kıyamete zorluyorlar.

Nedir bu kıyamet?

Nasıl ki radikal Yahudi ve Yahudi iltisaklı Hristiyan mezhepler, özellikle Evanjelistler, Tanrı’yı kıyamete zorluyor ise aynı şekilde bir kıyamet de Türkler üzerine dayatılmakta. Türk’ün kıyameti töresine sırt çevirdiğinde gerçekleşir. Türk’ün son devleti Türkiye Cumhuriyeti’ne kıyameti bu yüzden getirmek için çabalıyorlar. Tarih sahnesinden silemedikleri Türklüğü yeni oyunlarla yeniden yok etmeye and içmiş bu kıyametçiler elbette kazanamayacaklar ama Türk ulusunun da daha fazla kaybedecek zamanı yoktur.

20. yüz yılda ülkemizin de nasiplendiği siyasal islamcılık zehri son günlerde hiç olmadığı kadar oyunu afişe etmeye başlamıştır. Tutarsız söylemler daha da tutarsız aksiyonlarla birleşmeye başlamıştır. Bu tutarsızlık, sözde özgürlük şakıyan akbabaların son akşam yemeği çığırtkanlığına doğru yol aldığı politikalardır.

Türk, kıyameti görmeye zorlanıyor ama Türk’e yaşatılmak istenen kıyamet esas onların başına gelecektir.

Yazar

Selçuk Erenerol

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

5 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar