Yükleniyor...
Amacımız, Türk milliyetçisi aydınlardaki ortak tarihî bilinçle yoğrulmuş kaygıların ve tarihî fırsatların ve özellikle dış güvenliğin, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı üzerinden tekrar düşünülmesini sağlamaktır.
Türkiye’nin jeostratejik ve jeopolitik güvenliği bakımından tavrı, duruşu ve hareketi sadece güvenlik kurumlarımızı ve siyasi iradeyi ilgilendirmiyor. Güvenlik kurumlarına ve siyasete yön veren de Türk milletinin ortak bilinci ve iradesidir. Bilincin zaman zaman ön belleğe getirilmesi, hatırlanması, bilenmesi ve gözden geçirilmesi de Türkiye gibi bir bölgede Türk Milletinin her ferdinin asla göz ardı edemeyeceği bir husustur. Kısaca, niyetimiz “yazı olsun sayfa dolsun” değildir. Konuyla doğrudan ilgili alanların uzmanı değiliz ama bir Türk olarak da ister istemez çok yakından ilgiliyiz.
Konu ve bu konu üzerinden genel dış güvenlik meselelerini başta siyasi iktidar, siyasi partiler, Dışişleri Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Millî İstihbarat Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı, ekonomiyle ilgili bakanlıklar olmak üzere devletin ilgili kurumları, üniversiteler, düşünce kuruluşları gözden geçiriyorlardır. Türkiye’nin bu konularda Osmanlı’dan beri gelen büyük bir tecrübesi vardır. Ancak buna rağmen başta Rusya, ABD, AB, NATO, Ortadoğu ülkeleri ile olan ilişkilerde son birkaç on yılda yaşadıklarımız bizde kaygı ve güvensizlik de oluşturuyor.
Türkiye kısa ve orta vadede doğrudan zarar görecek, sıkıntı çekecek bir ülkedir. Ancak uzun vadede durum Türkiye’nin stratejik dış güvenliği başta olmak üzere birçok alanda fırsat kapılarının da açılacağı bir süreçtir. Ancak bu kendiliğinden ve konjonktürün bize sunacağı bir hediye değildir. Süreci yönetebilmek gerekiyor.
Dünya yıllarca sürecek yeni bir sürece girdi. Herkes “yeni bir soğuk savaş dönemi” olarak adlandırıyor ama taraflar ve durumları soğuk savaş yıllarından çok farklı. O yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği vardı. Dünyadaki ülkelerin neredeyse yarısı sosyalist ideolojiye ve Rusya’ya sempati duyuyordu. O günün Çin’i bugünün ABD ile boy ölçüşen Çin’i değildi. AB biraz daha genişlemiş ve üye sayısı artmış olsa da o yıllardaki dinamizmini ve motivasyonunu kaybetmiştir. Hepsinden önce, komünizm ile kapitalizm ve “hür dünya ile demir perde ülkeleri” arasında, başka birçok kavramlarla da süslenerek öne sürülen soğuk savaş, ideolojik bir savaştı. Birkaç yıla kalmaz bu yeni döneme yeni bir ad bulunur.
NATO’nun “gıcırdaması, çatırdaması, beyin ölümü” sürecinden NATO’da safların ve kararlılığın sıkılaştırılması sürecine geçildi. Rusya’nın emperyal dürtüsü ile ayağa kalkma refleksi harekete geçti. “Atlar tepişir eşek ölür” süreci yaşanıyor. Büyük güçlerin açık, örtülü mücadelesinde 45 milyonluk halk perişan vaziyette. Ve Türkiye tedirgin… Tedirgin değilse bile teyakkuzda olması gerekir. En azından, sürdürülebilir gıda güvenliği ve enerji bakımından Türkiye’yi büyük maliyetler bekliyor.
Gündelik haber, yorum, değerlendirme, söz savaşı ve anlık canlı bağlantılardan ve özellikle sosyal medyadaki paylaşımlardan etkilenmeden konuyu bir bütünlük içinde görebilmek bu ortamda zor. Geniş kitleler sıcak gelişmelerin çekiciliğinden kopamazlar.
İnsanlık trajedileri, hikâyeleri, ahlaki ve vicdani duygular bir süre ortalığı domine edecektir ama bunlar devletler arasındaki stratejik ilgileri ancak bir süre gölgeler. Duygu bulutları sürüklenip gölge dağılınca devletlerin hayati çıkarları ve güç mücadelesi bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar.
ABD halkının büyük kısmı olan bitenle doğrudan ilgili değildir ve sosyal medyanın etkisindedir. Rusya’da ise Moskova’nın birkaç yüz kilometre ötesindekilerin ve uçsuz bucaksız Sibirya halklarının olan bitenden fazlaca haberi bile yoktur. Hele bu bölgelerdeki insanlar, Batı’nın Rusya’ya karşı uyguladığı tarihte eşi benzeri görülmemiş genişlik ve derinlikteki ekonomik yaptırımlardan da fazlaca etkilenmezler. Ancak çocukları askerde olan ailelerin başlıca kaygısı olarak kalır. Türk Cumhuriyetlerinin derin bilinçlerindeki tedirginlik, kaygı, ihtiyat ve değiştirilemez gözüken yazgıları da bu vesileyle tekrar ön belleklerine mıhlanır.
Hadise üzerine, kamuoyunda Ukrayna ve Rusya ile ilişkilerimiz bağlamında turizm, enerji, gıda ithalat (buğday, arpa, mısır, ayçiçeği çekirdeği ve yağı, soya) ve ihracatı (taze sebze meyve), savunma sanayii ve ürünleri, özellikle savunma sanayii ürünlerinde motor, kömür gibi alt başlıklar konuşuluyor. Kısa vadede bunlar elbette Türkiye bakımından önemli. Özellikle gıda konusunda Türkiye’nin, tüm dünyanın 2007-2008 yıllarında yaşadığı dünya gıda krizinden daha ağır bir maliyet ödemek durumunda kalacağı, enerji ve gıdada ithalat giderlerimizin artacağı, turizm gelirlerimizin düşeceği söylenebilir. Ancak durum zor da olsa yönetilebilir olmanın çok ötesinde ve ciddiyette.
Bir ülkenin kendisi bakımından doğru gördüğü ahlaki olarak doğru olmayabilir. Bir devletin haklı çıkar hesapları bir başka devletin çıkarları açısından haksız görülebilir. Konunun gözden geçirmek istediğimiz yönlerine girmeden önce bir hususu hatırlamakta yarar var: Tarihte ve kendi tarihimizde de örnekleri olduğu gibi her emperyal devlet emperyalist değildir; her emperyalist devlet de emperyal değildir. Kaldı ki, emperyalizm çok geniş ve farklı olguların da ifadesi olan bir kavramdır. ABD ve Rusya, emperyal ve emperyalist devletlerdir ama emperyalistlik tarzları birbirinden farklıdır.
Putin’in 21 Şubat 2022 tarihli uzun konuşması, aslında bir diktatörün hayalinden ve niyetinden çok bir emperyal devlet aklı ve stratejisinin ifadesidir. 12 Temmuz 2021 tarihli uzun makalesinde de benzeri bakış açısını ortaya koymuştu. Bugünkü Ruslarla Ukrainler’in aynı kökenden, aynı dilden ve inançtan halklar olduklarını, Batının ‘böl, parçala ve yönet’ stratejisiyle aynı kaderi ve trajediyi paylaştıklarını ve Bolşeviklerin de Ukrayna’yı yapay olarak oluşturduklarını, ‘Bugünkü modern Ukrayna’nın, Sovyet döneminin ürünü olduğunu’ yazmıştı. ‘Rusya, hiçbir zaman anti-Ukrain olmadı ve asla olmayacak’ diye bitirmişti. Bir bakıma ABD, AB ve NATO’yu uyarmış ve kendi doğal stratejik alanlarını, güvenliğinin sınırlarını, bunun tarihsel ve olgulara dayalı gerekçelerini ve hatta Bolşeviklerin bazı uygulamalarının da doğru olmadığını açıklamıştı. Putin’in makalesinde ve konuşma metninde, emperyal bir devletin öfkesinin taşması durumu seziliyor.
Kendince haklıdır. Haklı olmak izafi bir kavramdır ve çoğu kere güçlü olan haklıdır. Uluslararası hukuk ve meşruiyetten sıkça söz edilir ama kastedilen hukuku ve meşruiyeti oluşturanlar da büyük güçlerdir. Mutlak haklılık yoktur ve bu hakkı tescilleyecek bir güç de yoktur. Binlerce yıldır toplumların kendi Tanrılarına sadece yalvarmaları da bu yüzden çoğu kere bir sonuç üretmez. Birinin bakış açısının doğruluğu ve haklılığı kendincedir. Benim baktığım açıdan onun bakışı hatalıdır, yanlıştır, düşmancadır ve hatta ihanettir; yani onun bakışı bana dokunur. Bu bakış açısını söz konusu etmemizin sebebi Rusçu, Amerikancı, Çinci, Batıcı veya İslamcı bakış açısından değil Türkçü bakış açısından bakmaktır.
Geleneksel olarak Rusya emperyal bir akıl ve öngörüye (vizyona) sahiptir ve bunun için de hep güçlü bir ordu ve silah sanayiine sahip olmayı öncelemiştir. Biyoloji alanındaki, uzay alanındaki ilerlemesi de doğrudan güvenlikle ilgilidir; kabiliyet ve kapasitesini gösterme bakımından araçsallaştırılmıştır. Ekonomik büyüme, halkın refahı, zenginliği ve refahı tabana yayma gibi konular ile demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi alanlar güvenlik boyutunda ve öneminde görülmemiştir. Rus halkının çoğunluğu da bu geleneksel tavrı kabullenmiştir. Sovyet sisteminin çökmesiyle bazı alanlarda tekelleşen ve uzun bir komünist geçmişi olan bir ülkeden asla beklenmeyen kapitalist oligarklar çıkması da tüm dünya için yeni bir olgudur. İşin ilginç yanı, Putin’in bu oligarkları kendince disipline etmesi ve destekçileri durumuna getirmesi, hatta devlet olarak doğrudan müdahil olmak istemediği durumlarda bunların parasal ve silahlı güçlerini birçok gayrı nizami harpte kullanmasıdır.
1990 Şubatında, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi karşılığında Rusya’ya ‘NATO doğuya doğru bir inç bile genişlemeyecek’ diye söz verildikten sonra, on dört eski Varşova Paktı üyesi ülke NATO’ya üye oldu. Rusya’ya verilen sözler tutulmadı. Rusya’nın NATO ve AB’ye üyelik talepleri hep reddedildi. Putin 2000 yılında iktidara geldiğinde Rusya’nın diğer sorunlarına eğildi ve Batı’nın Rusya’ya karşı tavrının değişeceğini düşündü. Ancak ABD, NATO ve AB sürekli Rusya’yı dışladılar. Gürcistan ve Ukrayna’nın da NATO üyeliği meselesi artık emperyal Rusya’nın (Putin’in) sabrını taşırdı. ABD durumu konsolide etmek yerine yangına körükle gitti. Alevi harlandırdı. Küresel barış için şu haklı bu haksız denilebilir ama tarafların gözüyle bakınca her iki tarafın da kendilerince haklı stratejik sebepleri var. Ancak bu iki gücün kendilerince haklı mücadelesinde ezilen diğer milletler ve devletler oluyor. (devam edecek)
1 Yorum