Yükleniyor...
Ülkücülük; Türk milliyetçiliği hareketi içinde gelişen ve insanlık tarihindeki ender sivil toplum hareketlerinden birisi hatta en başta olanıdır. Bu kadar genişlik kazanmış bir harekette üyelerinin bir hedefe yönelmeleri ve kalplerinin ortak çarpmalarının nasıl sağlandığının üzerinde önemle durulması ve bilim insanlarının incelemesi gereken bir husustur.
Türk milliyetçiliğinin geçmişinde önemli kırılma noktaları vardır, örneğin Türkiye Cumhuriyetinin ilanı, 1944 Turancılık davası, 1969 partileşme gibi… Ancak bunların dışında ve daha yakın tarihte gerçekleşen, etkisi hala yaşanan olayların, Türk milletinin dolayısıyla Türk milliyetçilerinin hayatındaki etkileri itibarı ile incelenmesi çok önem arz etmektedir.
Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkışından bugüne kadar geçen zamanı tarih şeridine benzetecek olursak; Cumhuriyet’in ilanını yükselme devri başlangıcı, 12 Eylül 1980 ihtilali duraklama devri başlangıcı ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı olan 1989 Kasım’ını da gerileme devri olarak isimlendirmek çok da yanlış olmayacaktır.
Duraklanan Yıllar…
12 Eylül ile başlayan duraklama dönemi; işkenceler, Mahkeme sürecinin uzaması, idamlar, cezaevi şartları gibi ağır baskılarla oldukça yıkıcı tesirleri olan bir dönemdir. Özellikle, yargılananların oldukça zor şartları kadar yurtdışına çıkanların fazlalığı geride kalanların yalnızlığı ve ne yapacağını bilmezliğini de beraberinde getirmiştir. Bu arada akan zaman, şartların ağırlığı, ekonomik zorunluluklar gibi unsurların da etkisiyle hayatın acımasız çarkı da çoğunlukla farkına vardırmadan bu yalnız ve ne yapacağını bilemeyen insanları dişlileri arasına alarak öğütmeye de başlamıştır.
Hayatın yürüyen bu süreci içinde hem arkadaşlarından hem büyüklerinden hem de fikri vasattan uzak kalan kitle artık toparlanması gitgide zorlaşan bir yola girecektir.
Duraklama dönemi yedi yıl gibi uzun bir zamanın etkisi ile ve biraz da mecburen yaşanan bir süreçtir. Bir paradoks gibi görünmekle birlikte birçok kişi kendi yolunu çizecektir de. Gidenlerden doğan boşluk başkaları tarafından doldurulmuştur.
Gidenlerin çoğunluğu gittikleri mahallelerde sıradan yerlere sahip olmakla birlikte ya kaybetmeyi göze alamayacak kazanımlar elde ettiklerinden ya da kalanlar tarafından dönüşleri engellendiğinden geri dönmemişlerdir. Kalanlarla gidenlerin tartışması çok kıyıcı bir şekilde ve hiç bitmeden devam etmiştir.
Gerileme Dönemi…
Dünya, 1989 sonunda Berlin Duvarı’nın yıkılması ile sembolik zirvesini bulan Sovyetler Birliğinin dağılmasının etkisine girmiş ve küresel ölçekte değişim yaşanmıştır. Türk milliyetçileri bu küresel değişimi akılcı bir şekilde analiz edip gereğini yapmayınca da bunun etkisiyle çöküş dönemine evrilmiştir.
89 sonundaki bu yaşananlar ya görmezden gelinmiş veya daha doğru ifade ile boşluğu dolduranların insanın yaratılışında var olan “gücü muhafaza etme duygusu” ya da fikri vasattan uzak bir şekilde durgun halde kalışı ile zamanın gerisinde kalınmıştır.
Geride kalıp öndekileri kovalayanlar da sadece önündekilerin arkalarını göreceklerdir. Bu durum iddiaları olan ve hep olayların öznesi olanlar için çok da hazmedilebilir bir durum değildir. Ama zaman “iddiaları ölçeğinde büyük davranış içinde olmaları” özelliğini de ellerinden almış, zamana teslim olunmuştur. Ancak; zamana teslim olduklarını kendine bile itiraftan çekinilmiş ve geçmişte yaşamaya başlanılmıştır.
Bundan sonra “bir zamanlar maziye bak ne kadar şendik” yaklaşımları ile karşılarıma çıkan her problem, her mesele sihirli iki kelime ile çözülecektir. Her toplumsal olay, her siyasi strateji, her insani yaklaşım bu iki kelime ile izah edilir hale gelir. Karşı çıkılan her durum da bu iki kelimeye aykırı olduğundan çok şedit bir şekilde tenkit edilecektir.
Haddizatında insanlık tarihinin kaydettiği en muhteşem, özgün, sadece Türk milletine ait olan sivil yol arkadaşlığını anlatan bu iki kelime aynı zamanda aşılamaz kale duvarı gibidir. Hiçbir top güllesi bu duvara zarar veremeyecek diye düşünülür. Düşünülür düşünülmesine de bu iki kelime çok müthiş bir şekilde yorulmuş, yıpranmış ve çok kullanılmaktan ötürü eskitilmiştir.
Bu iki kelime “Ülkücü Duruş”tur.
Çok sihirli olan bu iki kelime ile müthiş bir mahalle baskısı oluşturulmakta ve daha da önemlisi sadece siyasi baskı ve siyasi rant aracı olarak kullanılır hale getirilerek kavramın içi boşaltılmaktadır. Hâlbuki istikbale büyük bir kitle halinde yürüyebilmek için bütün Türk milliyetçilerinin birlikte olmak zarureti vardır ama birlikte olunan herkesin de Ülkücü olması gerekmemektedir. Bu baskı zamanla insanları uzaklaştırmaktadır.
Kalanlar kendi içindeki ilişkiyi de bu iki kelime ile şekillendirirlerken her ne hikmetse gidenler gittikleri için bu duruşa aykırı davranış gösterirken(!) döndüklerinde bu değerlendirmelerden eser kalmamaktadır.
Bu şekilde içi boşaltılmış, eskimiş, yıpranmış, işe yaramaz ve toplumsal karşılığı olmayan bir hale getirilen bu kavramla sadece hatıraların romantizmi yaşanmakta ve kim tutarsa elinde kalınmaktadır.
Mahallede bunlar olurken ülkede Türk milletinin egemenliği paylaşılmak üzeredir ve sona yaklaşılmış vaziyettedir. Bu gerçekleştiği takdirde Türklük bir etnisite derecesine indirilecek ve Türk milliyetçileri, Türkiye’de “bir etnisitenin ırkçılığını yapma” suçlaması ile karşı karşıya kalacaklar, ayrılıkçı bir hareket haline geleceklerdir.
Ya Değişim Ya Da…
Prof. Dr. İskender Öksüz’ün “Milletsiz Milliyetçilik, Aman Ne Güzel!” başlıklı enfes yazısının girişinde, deniz feneri ile amiral gemisi arasındaki muhavere geçer. Fırtınalı bir gecede amirale bir ışık görüldüğü haber edilir, ışık ve gemi birbirine yaklaşmaktadır (kısaca). Amiral emir verir ve muhavere başlar:
“— (Gemi) On beş derece sağa kırın.
— (Işık) Siz on beş derece sağa kırın.
— (Gemi) Derhal on beş derece sağa kırın.
— (Işık) Siz derhal on beş derece sağa kırın.
Komutan sabrın sınırındadır. Bu saygısız adama haddini bildirmeye karar verir:
— (Gemi) Ben harp gemisiyim. Sana emrediyorum. Derhal on beş derece sağa kır.
Bakalım ne olacak diye beklerken, işaretçi cevabı tane tane okur:
— (Işık) Ben deniz feneriyim. Derhal on beş derece sağa kır.”
Bugün, deniz feneri “İmdaat… Gemi bana çarpmak üzeredir “ diye bağırmaktadır.
Türk milliyetçileri vakit geçirmeksizin, kendilerini Türk milletinin merkezine yerleştirip, sağında solunda kim varsa kucaklayacak bir bakış açısı geliştirerek, siyasal ümmetçilikten etkilenen milliyetçilik anlayışını, sanat ve estetik ilişkileri ile gerek camia içi gerek dışındaki insanlarla ilişkilerini yeniden kurgulamalıdır.
Aksi takdirde, zaman ince ince öğütmektedir, bakarsınız ki geride bir şey kalmayacaktır. Ve “ Öyle bir geçer zaman ki” farkında olamadan tarih sahnesinden çekilmişsinizdir.