Yükleniyor...
Türkiye bir cehalet denizinde yüzüyor. Koca koca adamlar, Osmanlı zamanında insanların kul köle olduğunu zannediyor. Bununla da kalmıyor, halkın padişahın kulu olduğunu suratını ekşite ekşite söylüyor. Atatürk ve Cumhuriyet olmasa, biz halâ kul olarak yaşayacakmışız. Böyle levhalar hemen her bayramı anlaşılmaz bir kamplaşma krizine götürüyor. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında da benzer örnekler ortalığı sardı.
Hadi slogan bağıran bağırıyor, düşünmeye, araştırmaya gerek duymuyor. Bilenlerden doğru dürüst bir bilgilendirme de gelmiyor. Tarihçiler, edebiyatçılar, sosyologlar seyrediyor. Bir iki defa İlber Hoca kızdı, köpürdü ama o kızgınlığa bir komedi sahnesine bakar gibi gülündü. Anlamaya çalışanın yolu kahkahalarla kesildi.
“Kul” Türkçe bir kelimedir. Bildiğimiz manası yanında, Dîvân-ı Lügaat-it-Türk‘e göre de “sadık, hizmetçi, bağlı” manaları vardır. Osmanlı Türkiyesi bu kelimeyi değişik manalarıyla kullandı. Halen bu manaların çoğu dilimizde var. Osmanlı’da klasik dönemde “Kul Sistemi“, “Devşirme Sistemi“nin içinde özel bir uygulamadır. Saraya, daha doğru bir söyleyişle Padişaha bağlı “Kul taifesi” için sıkı kurallar getirilmiştir. Onlar bile köle değildir, hür insanlardır ve devlet yönetiminde yerleri önemlidir. Bir tarih kitabına, bir ansiklopediye bakıp bunları öğrenmek mümkündür. Kul kelimesi için diğer bir mana teb’a, reaya‘dır, yani yönetilen halk. Burada kul, “Sadık vatandaş” gibi bir manadadır. Tanrı’ya kulluk pek tabii ayrı bir manadır.
Bu kavramlar değişir. Kullanıldığı zamana ve şartlara bakmak lazımdır. Mesela, bugün Özbekistan’da vatandaş karşılığı “fukara” tabiri kullanılır. Bildiğimiz fakirin çoğulu fukara. Kimse de sözlükteki ilk anlama bakmaz, vatandaş manasında kullanır. Kimse de çıkıp “Biz fakir olarak anılmak istemeyiz” demez. Diyelim ki bir zaman geldi ve değiştirildi, “Fakir olmaktan kurtulduk” diye bir asır davul mu çalacaklar? İşte biz, böyle bir cahilce, geri ve ilkel bir tablo içindeyiz.
“Padişahın kulu olmaktan kurtulduk” diyenin kastı kölelik ve insan haklarından mahrumiyet gibi anlaşılıyor. Bu cehalet ötesi cahilliğin neresini düzelteceksiniz? Padişahlar, “Kullarım” derken “kölelerim” demek istemezler. Padişaha veya birine nezaketen “kulunuz” diyen “ben hür değilim, senin malınım, beni istediğin gibi kullan” demek istemez. En fazla sevgi ve bağlılık ifadesidir. Günlük konuşmalarda da yaygın bir kullanıştır. Yakın devrin eserlerini okuyunuz. Romanlar, hikâyeler, romanlar “kulunuz” hitaplarıyla doludur. Bir incelik ve tevazu hitabıdır.
Zamanla Türkçe “kul” yanında Farsça “bende” de Türkçe ekle “bendeniz-kulunuz” şeklinde kullanıldı. Edebiyatımız bu iki kelimenin türlü kullanışlarıyla doludur. Nikoğos Ağa‘nın Muhayyer Kürdîsindeki gibi binlerce şiirde-şarkıda benzer şekilde “Ben kulunum, sen efendimsin benim!” diyen âşık ses de bunu söyler.
Hayretle soruyorum: Bunca insan, hem de adının önünde koca koca unvanlar bulunan insan tarih okumamış mı? Şiir, roman, hikâye okumamış mı? Hatıra okumamış mı? Duymamış mı? Dinlememiş mi? Bu kadar mı kendi tarihimizden, hayatımızdan, dilimizden uzağa düştük ki bu kadar saçma sapan sözler slogan gibi dillerde dolaşıyor ve insanlar inanıyor?
Aziz Atatürk, taçlı demokrasiyi, Meşrutiyet’i bitirdi ve Cumhuriyet’i kurdu. Sadece rejim değişti. Yeni bir vatandaşlık tarifi geldi. Sistem gereği geldi. Yani, köleler âzâd edilmedi. Tekrar edeceğim, bizde hiçbir zaman halk köle olmadı, devrinin anlayışına göre vatandaştı. Padişahların vatandaşın hukukuna uymadığı zamanlar varsa da bugünkünden daha azdır.
Padişahlar, kanunlara uyarlardı. Tanzimat ve Meşrutiyet’te zaten yetkileri sınırlanmıştı. Şinasi‘nin Meşrutiyet’i savunurken “Bildirir haddini Sultan’a senin kanunun!” demesi budur. İddia ile söylenebilir: Tayyip Erdoğan, son Osmanlı padişahlarının yetkilerinden daha fazlasını kullanıyor. Klasik dönem padişahları da kanuna uymak bakımından bugünle kıyaslanamayacak kadar düzene uyarlar. Yazmıştım, Osmanlı Türkiyesinin en yavuz padişahı Sultan Selim, “kanundur” deyince dururdu. Bizde devlet adalet üzeredir. Türkler yönetmeyi iyi bilirler ve kendi yönetim sistemleriyle yüzyıllar boyu dünyanın hâkimi olmuşlardır. Merkez fikir adalettir. Adalet duygusu yönettikleri milletleri hayran bırakır.
Bu kadar uzun tarihte kanun nizam hâkimiyeti yer yer sarsılır. Normaldir. Oradan kurtulmak esastır. Çok sürmez, sürdürülmez. Keyfi yönetim nadirdir. Altı yüz yıl ayakta kalan bir yönetim ancak adaletle mümkündür. Dikkat edin, zayıflamanın sebepleri arasında da kurallarda gevşemenin rolü vardır. Son yüzyıllarda kurallara karşı tavrımızın bizi devamlı salladığını bilmek ve üzerinde durmak lazımdır.
Son dönemin zayıflıklarını, klasik dönemin yer yer ortaya çıkan arızalarını hâkim anlayış gibi düşünemeyiz. Devletler de, yönetimleri de iniş çıkışlar gösterir. Bunlar kalıcı hale gelmedikçe mesele yoktur. Tarihi tecrübe önemlidir. Uyarır ve kendine getirir. Arızalar düzeltilir. Biz tarihi unuttuğumuz için bu haldeyiz. Bunun için yol bilen ve yol bulanlarımız azdan az.
Tarihin önemi her durumda ortaya çıkar. Davranışlarımızı idare eden genetik mirasın etkisi bilmekle şuur haline gelir ve kurtarıcı rol oynar. Tarihi kötülemek, reddetmek veya bilmemek benzer sonuçlar doğurur.
Türkiye’nin güya İslamcı ve bir kısım sol liberallerinin beynelmilelciliği tarihi inkârla başlar. Tarih önlerinde bir engeldir. Dünyadaki rekabette de hedef tarihtir. Türk tarihi karşısında aşağılık duygusuna düşmeleri kaçınılmazdır. Onlar için de tarihe körlük veya düşmanlık yaratılması temel düşüncedir. Türkiye bu tuzağa düşmüş, düşürülmüştür. Hem de büyük Atatürk’ün adı ve din üzerinden kurgularla. Bunu göreceğiz, anlayacak ve tartışacağız. Çıkacağımız dehliz dediğim, şuursuzluk hali budur.
Cumhuriyet, Meşrutiyet Türkiyesinin yeni bir rejimle devamıdır. Sadece rejim değişmiştir. Yeni rejime bağlıyız. Yeni rejimi seviyoruz. Atatürk‘e minnet ve şükranla bağlıyız. Sadece biz sade vatandaşlar değil, Osmanlı Hanedanı’nın yüzyıl içinde bu dünyadan göçmüşlerinin ve yaşayan üyelerinin yüzde doksan dokuzu da böyledir. Evet, Osmanlı hanedanının yaşayan üyelerinin saray ve devlet geleneğinden habersiz kalan bir iki ferdi hariç, tamamı hem Cumhuriyetçi, hem de Atatürk’e şükran duygularıyla bağlıdır. Bu husus da çok önemlidir.
Bin defa tekrar edilse bugün için gereği vardır: Osmanlı ve Cumhuriyet birbirinin devamıdır. Bizimdir. Hataları ve sevaplarıyla bizimdir. Birine dost diğerine düşman olmak akıl işi değildir. Birine düşman olan diğerine de dost olamaz. Biliriz, anlarız, eleştiririz, benimser veya benimsemeyiz… bütünü bizimdir. Türk Çocuğu böyle bakacaktır.
Atatürk’ün o sözünü de bin defa tekrar etsek fazla değildir: “Türk Çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” Ölçü aranıyorsa budur.