Yükleniyor...
Türkiye’yi dönüştürmek isteyenlerin dilinden düşmeyen bu üç kavram çok önemli. Üzerinde durmalıyız. Zira karşımızda iyi hazırlanmış bir plan var.
Bugün inkarcılığı ele alacağız. İnkarcılık nereden çıkıyor, ne anlama geliyor? Göründüğü kadar masum mu? İnceleyelim.
İddia şöyle: Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, “Kürt”, “Arap”, “Gürcü”, “Laz”, Arnavut” ve “ümmet” gibi topluluklar inkar edilmiş. Devlet sadece Türk ırkına göre kurulmuş. Sonra da herkese “Türk” denilmiş.
Bu İnkarın iki anlamı var. Ya toplumdaki değişik kökenlerden gelen insanlarımız yok sayıldı; Ya da bunlar, devlete ortak yapılmadı denilmek isteniyor.
Birincisi doğru değildir. Çünkü, ailesi, aşireti, dini, mezhebi, etnisitesi ne olursa olsun, hiçbiri inkar edilemez, edilmemiştir de. Bu sosyal doku her ülkede olduğu gibi bizim toplumumuzun da gerçeğidir. Kasıt bu olamaz.
İkincisi kastediliyor. Sosyal grupların devlete ortak edilmemesine deniliyor. Bu çok yanlıştır. Osmanlıda ortaktı da, şimdi mi inkar edilip yapılmadı? Olmayanın inkarı olur mu?Esasen bütün toplum grupları milletten sayıldığı için, egemenliğe ayrıca ortak edilemezler. Aslında, inkar edilen asırlardır kaynaşarak bir millet olduğumuz gerçeğidir. Bunu görmek için, sadece 1876 Kanuni Esasi ile 1924, hatta 1982 anayasasındaki Türk kimliğinin aynı olduğunu görmek yeterli olacaktır.
***
Şimdi de “İnkarcılık” iddiasının kaynaklarına bakalım:
Bu siyasetin “Bir bilen” i veya “akıl hocası” özetle diyor ki: “Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda bir sorun yok. Ama Türkiye sadece “Türk ırkı” üzerine kuruldu. 40’tan fazla kimlik bir kenara atıldı, yok sayıldı. Sorun da buradan çıktı.”
Kürtler federasyon halinde Irak’a değil, Türkiye’ye mi bağlanmalıydı? Sorusuna; “Evet. Avrupa ile birleştiniz mi, üniter devlet falan hepsi geride kalıyor. Daha önemli bir şey laiklik kavramıdır. Dinler devlet alanından tamamen çıkarılmıştır.
Devamla; Türkiye’nin temel meselesi budur. Bu devlet yapısıyla ülkeyi yönetmek mümkün değil. Değişmesi lazım. Bunu iç dinamiklerle yapmak istedik, ama son olarak 28 Şubat gösterdi ki, mümkün değil. Bunun üzerine dış dinamiklerle; eskiden Hıristiyan dünyası dediğimiz, mason kulübü diye karşı olduğumuz batı ile işbirliğine karar verdik. (Korkut Özal; 21.03.2003 Milliyet-14.11.2002 Ulusal Kanal röportaj)
Siyasi iktidarın yetkilisi diyor ki: “Resmi ideoloji ırkçı bir kişilik taşıyor, bu yapısıyla da milli bütünlüğü koruması mümkün değildir. Şu anda Türkiye Cumhuriyetinde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun varlıklarının tanınması gerekmektedir. ‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır. Türkiye Türkiye’de yaşayan herkesindir…70 yıllık tarihinde Türkiye Cumhuriyeti katı bir üniter anlayışa sahip olmuştur. Her konuda ‘tekçi’ olmuştur, bu tek olan şeyi de kendisi seçmiştir.”
Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler mi? Buna hakları var mı? Sorusuna; “Coğrafi bütünlük içerisinde evet.”
Milli tanımı, İslam’ın ümmet kavramıyla çelişmiyor mu? Siz de söylediniz, değişik etnik yapılar ve dinsel gruplar var. Bunları hem ümmet, hem de milli devlet içinde nasıl düşünebiliyorsunuz? Sorusuna ise; “Ümmet kavramı içerisinde düşünmüyorum ki… İslam’ın devlet planı içinde düşünüyorum. ‘Adil Düzen’ çerçevesinde ele alıyoruz. Ümmet Hıristiyan’la da, Yahudi’yle de kendi hukuklarını yaşayarak belirleyebilir.” (2.Cumhuriyet Tartışmaları, Ağustos 1993)
Gibi konuların Türk Milletinin egemenliğini hedef aldığı, 2002’den beri de alt yapının buna göre hazırlandığı açıktır. Sürece, Lozan ve Anayasaya aykırı olarak AİHM’in Patrikhaneye, Vakıflar Meclisinin Musevi Cemaati’ne “tüzel kişilik” (bir dini cemaati temsil) yetkisi verilmesini ilave edelim. TBMM’deki anayasayı da bu açıdan izleyelim.
Sonra soralım: Acaba Osmanlıyı çökerten “millet/ümmet” sistemine geri mi dönüyoruz? Bunun için Milli Devletimizi tasfiye mi edeceğiz?