Yükleniyor...
04.07.2011
Silivri tutuklularıyla ilgili iddia belli. Medyaya yansıyan açık bilgilere göre; 2003 yılında bir grup komutan, hükümeti devirmek üzere “darbe” hazırlığı yapmış. Ama teşebbüse geçmemişler veya geçememişler. Buların bugünlere uzanan bazı kolları da var ki, “çete” adıyla anılıyorlar. Dosyalarında ne var ne yok bilmiyoruz, hukukçu da olmadığımız için durumlarını doğrusu anlamış değiliz. Sadece zaman zaman yapılan kazılarda, gazetelere sarılmış silah, mermi ve boş kovanlar çıkıyor. Bunların anlamı nedir, suçlananlarla ilgisi var mı onu da bilmiyoruz.
Yine bir türlü anlayamadığımız, “darbeciler” 2003’de görevdeyken, silah ellerindeyken darbe yapmamışlar, ama yıllar sonra ortaya “çeteciler” çıkmış, olmayan “darbecilere” yardım için kolları sıvamışlar. Belki de “darbeciler” emekli olduktan sonra tekrar bu işe sevdalandılar diyeceğiz. Ama bunu da bilmiyoruz.
Bilinenler ise: “Emekli darbecilerin” ve “çeteci”lerin önemli bir kısmının; gazeteci, yazar, siyasetçi, bilim adamı gibi kişilerin tutuklu olduğudur. Haklarında iddianame hazırlanmasını, genel suçlamanın ötesinde, şahıslarına isnat edilen suçlarla ilgilerinin ne olduğunu öğrenmeyi merakla bekliyorlar. Aralarında, bakan ve milletvekili bulunduğum sırada, (1999-2002), bana basın danışmanlığı yapan, yakından tanıdığım, Oda tv’nin 8-10 makalesine yer verdiği, gazeteci arkadaşı tarafından “Kürt kızı Müyesser” diye tanıtılan Müyesser Yıldız da var. Türk Devletine ve milletine şuurla bağlı, meşruiyeti ilke edinmiş bir kişilik.
Bunlardan milletvekili seçilen 3 kişinin tutukluluğu kaldırılmadı. İsnat edilen suç ise “darbeci” ve “çeteci” olmak. İddia böyle. Henüz ispat edilen bir şey yok. Nokta.
***
PKK-KCK-BDP-DTK’ya mensup terörist ve bölücülere gelince; bunların hepsinin de amaçları birdir. Önce Türk Devletini ve Milletini bölmek, sonra 4 ülkeden koparılacak parçalarla, “Bağımsız Birleşik Kürdistan”ı kurmak. BOP böyle diyor, sağır sultan da böyle biliyor.
Dün akşam bir televizyon kanalında, oldukça objektif düşündüğünü sandığımız Prof. Dr. Nur Vergin’i dinleyince şaşırıp kaldık. Meğer bölücüler; resmi dilin Türkçe, devlet kimliğinin bayrağıyla beraber Türk, yönetimin üniter/merkezi olmasına saygılı imişler. Hiçbir zaman eğitim dilinin “Kürtçe” ve devletin “iki dilli” olmasını ve “özerk yönetim” hakkı istememişler. Yalnızca, ana dillerini konuşmak, okul ve kurslarda geliştirmek, kendi kültürlerini yaşamak gibi masum istekleri varmış. Bu da insani bir hak ve talepmiş.
Hayret, bu hanım bu ülkede bin yıldır, (kısa ve geçici dönemler hariç) böyle olduğunu nasıl bilmez? Bugün de anayasamızın aynen böyle söylediğini, ana dilin devletin hukukuna sokulmamak kaydıyla, toplum hayatında tamamen serbest dediğini nasıl görmez?
Hatta bugün gelinen noktada, verilen tavizlerle dünya hukuku denilen sözleşmeler düzenine aykırı olarak, devlet televizyonu 24 saat Kurmançi lehçesiyle yayın, partiler ana dilde propaganda, malum belediyeler yerel dilde yazışma yapıyor. Devlet okullarında Kürtçe eğitim yapılıyor, asırlık yer adları değiştiriliyor. Açıkça biz özerk Kürdistan’ı kurduk diyorlar. Fiili durum da aynen böyle. Ama terör eylemi daha da azıyor. Çünkü devleti, vatanı, milleti istiyorlar.
Cengiz Çandar’ın TESEV için hazırladığı “Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır? Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması.” Raporuna bakalım. (Bilinen yerli yabancı bütün Kürtçülerle yapılan görüşmenin özeti)
Dağdakiler ve PKK’dan ayrılmış binlerce kaçağa af çıkarılmalı- Serbest siyasetin önü açılmalı-TBMM’de en geniş, adil ve geçekçi temsil sağlanmalı-Yeni bir anayasa hazırlanıp anadilde eğitim ve öğretime çözüm getirilmeli, vatandaşlık tarifi değiştirilmeli (Kimliğin Türk yerine vatandaşlık olması) -PKK silahlı güçlerini muhafaza etmeli, yasalardaki etnik siyaseti engelleyen maddeler kaldırılmalı…
DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk ise iki gün önce diyor ki: “Kürdistan’da önemli kararlar alacağız… Kürt halkı özgürlük savaşı veriyor. Herkes bu halkın gücünü ve savaşını görecek ve tanıyacaktır… Kürdistan Meclisi’ni oluşturacağız..
Bunun anlamı Türkiye’yi bölmek değil mi? Kendini bilen hiçbir devlet buna müsaade etmez, tek örneği de yoktur.
Silivri’dekilerle, ülkeyi bölmek üzere terör eylemlerini sürdüren bölücüler ve tutukluları bambaşka değil mi?