Yükleniyor...
12.07.2011
“Eski tas, eski hamam”
“Yeni” Anayasaya da devletin temel yapısını değiştirmeyi amaçlayan çalışmalar 2006’da da aynen vardı.
Milletimizin birliğini bozarak, bin yıllık egemen devletimizin üniter-milli temel yapısını değiştirip, çok etnikli ortaklık devleti kurma dayatmaları 2006’da da aynen gündemdeydi.
Üstelik PKK’nın kanlı terör eylemleri, TBMM’den başlayarak bütün yurda yayılan örgütlenmesi ve siyasallaşması bugünkü boyutlara ulaşmamışken.
Bu gidişin tehlikesine o tarihte dikkat çeken bu yazımızı bugün tekrar aynen yayınlamak suretiyle, unutulanları hatırlatmak ve işin vahametine işaret etmek istiyoruz.
Sadi Somuncuoğlu
24.03.2006 tarihli yazı…
Her musibetin altından çıkan ABD, AB ve muhipleri, bölücü terörü kısa zamanda siyasi hüviyete sokup, adını “Kürt sorunu” yaptılar. 2006’yı da “Kürt sorunu yılı” ilan ettiler.
Artık çareyi hazmettiriyorlar. Neymiş; Ankara ön almakta gecikirse, dış dinamikler, mesela AB devreye girip, her müzakere başlığına “siyasal kriter” getirecekmiş. Sanki terör hamiliğinin, teröristbaşının idamdan kurtarılışının, yeni azınlık icadının, kültürel haklar adı altında ana dillerde öğretim ve yayının, bölücülüğün düşünce özgürlüğü sayılmasının, hasılı terörün siyasallaştırılmasının altında AB yoktu. Ve bunlar AB hukukuna aykırı olduğu halde, “AB trenini yakalamak için jest” diye yutturulmadı.
Başka? Silahlar karşılıklı susacakmış. Yani meşru vatan savunması yapan TSK ile vatanı bölmeye çalışan kanlı terör aynı kefeye konacakmış.
“Silahlı faaliyet yürütenlerin onurlu bir şekilde silah bırakmaları için şartsız ve ayırımsız genel af ilan edilecekmiş”. Şimdi ETA’nın ateşkes örneğine sarılacaklar. Ama sakın ola ki, İspanyol halkı ve iktidarının, “ETA’nın savaşı kaybettiğini kabullenmesini” ve “affın asla söz konusu edilemeyeceği” şartını koştuğunu unutmasınlar.
Ayrıca örgütün, bir de sadece Başbakan Erdoğan’ın gündeminde olan “kimlik” tartışmalarına son vermek için Anayasal bir formülde buluşulacakmış. Yani Dışişleri Bakanlığımızı yapmış bir zatın ifadesiyle, “Türkiyeli kavramını kullanmak için Anayasa’nın değiştirilemez maddelerini düzenlemek” gerekecekmiş.
Anadilde eğitim yapılacakmış. Yani devlet iki dilli olacakmış.
TBMM’de siyasi temsilin, yani etnik/ırkçı partilerin kurulmasının önü açılacakmış.
Bunları artık ABD ve AB değil, maalesef Türkiye Cumhuriyeti kimliğini taşıyan, bu ülkenin ekmeğiyle bir yerlere gelen maşaları söylüyor. Varlıklarını borçlu oldukları Türk Milleti, özellikle de binlerce şehit, gazi ve yetim yavrudan utanmadan!..
Hani teröristbaşı idam edilmeyince “Kürt sorunu” çözülüyor, kültürel haklar tanınca bütün mesele bitiyor, düşünce ve ifade özgürlüğü sağlanınca AB kapısı açılıyordu? Üstüne ekonomik paketle Güneydoğu güllük gülistan oluyordu?
Anladık millete en ufak saygınız yok da, bari Kandil’deki teröristbaşı Murat Karayılan’a kulak verseydiniz. O bile, “Hep ‘ekonomik’ deniliyor. Bu bir yalandır. Ekonomikse Karadeniz halkı da yoksul bir halk. Niye onlar ayaklanmıyor? Sorun siyasidir. Kendinizi, halkınızı ve kamuoyunu yanıltmaktan vazgeçin” demedi mi?
Dahası; millet tarifini çok parçalı ırk kümesiyle yapan veya etnik/ırk kümelerinin ortaklığında bir rejimi benimseyen tek bir dünya ülkesi var mı? Pek özenilen ABD’de, İngiliz, Fransız, İtalyan, İspanyol, Kızılderili diye etnik kökene veya inanç temeline dayalı partiler kurulabiliyor mu? AB’de; Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Yunanistan’ın her birinde etnik/ırk kümesi var. Ama tek millet-tek devletten taviz veriyorlar mı?
Peki, eğitimi iki dilli olan bir ülke söyleyebilir misiniz?
UYANIN!..
Türkiye’mize yönelik uluslararası komployu doğru tespit ve tarif edelim. Çünkü teröristbaşı daha Roma’dayken, AB Dışişleri Bakanları Aralık 1998 Brüksel Zirvesi’nde, terörün siyasallaştırması için şu kararları aldı;
-Öcalan’ın Roma’ya gelişiyle bağlantılı olarak, Kürt sorununun uluslararasılaştırılması ve halklar hukuku çerçevesinde bir çözüm üzerinde mutabakat sağlanmıştır.
-PKK Genel Başkanı meselesi, ikili-üçlü bir sorun değil, Avrupa sorunudur. .
-Öcalan meselesinin hukuki, Kürt sorununun siyasal yollardan halli kararlaştırılmıştır.
İşte bunları yaptırmak için de, “Türkiye’nin adım adım AB’ye yanaştırılması stratejisi” benimsenip, aday ülke statüsü verilerek, boynumuza esaret kemendi geçirildi.
O zirveden sonra, şimdi Başbakan olan, dönemin Avusturya Dışişleri Bakanı Schüssel’in açıkça, “Avrupa’da yaşayan Kürtler var, sadece Türkiye’den değil, Irak, Suriye ve İran’dan gelen Kürtler var. Bu, Kürt konusunun Avrupa düzeyinde ele alınması gerektiğini gösteriyor” dediğini biliyor musunuz?
8 yıl önce netleştirilen planın peşinden sürüklendiğimizi görmüyor musunuz?
PKK’nın siyasi uzantısı DTP’nin, “Kürt sorununu” tarihi sahibi İngiltere’ye tevdi etmesine ne buyurulur? Eski milletvekili Selim Sadak ile Doğubayazıt Belediye Başkanı Mukaddes Kubilay, Tony Blair’in en yakın kurmaylarından Enerji Bakanı Wick ve İşçi Partisi’nin Grup Başkanı Clywd’le bir araya gelip, “Blair’in Kürt sorununun çözümü için arabulucu olmasını” teklif etmedi mi? “Dostumuz Blair”in Enerji Bakanının, “Galler modelini” önerip, “Türkiye Kürt sorununu çözmeden AB üyesi olamaz” demesi, gerçek patronun adresini göstermiyor mu?
Avrupa Parlamentosu da, geçen hafta kabul ettiği genişleme raporunda, “Güneydoğu’da terörün yükselmesi halinde, müzakereler olumsuz etkilenir” tehdidinde bulunmadı mı? Yani “PKK ile anlaşın, müzakereler devam etsin” demeye getirmedi mi?
Ha gayret, ikinci “Kürt Konferansı”nda da, en büyük insanlık suçu olan terörle mücadele eden güvenlik görevlilerinin yargılanmasını ve İmralı’dakinin serbest bırakılmasını isteyin ki, terörist başının “Kürt sorununun çözümü” için şart koştuğu 11 maddelik liste tamamlansın!..