Yükleniyor...
18.01.2011
Yıl 1960. 27 Mayıs ihtilali olmuş, darbenin rüzgârı Türk Ocakları’na da vurmuştu. Büyüklerimiz ve gençler olarak hepimiz Ocak’tan atılmıştık. Çare düşündük. Birliğimizi korumak, faaliyetlerimizi sürdürüp millî ülkü yolunda yürüyebilmek için bir derneğe ihtiyacımız vardı.. Öyle de oldu. Aynı yıl “Üniversiteliler Kültür Kulübü” adıyla bir dernek kurduk. Heyecanla, büyük bir samimiyet ve safiyetle Kulüp’te çalışmaya başladık. Şefkatli, fedakâr hocalarımızın gözetiminde eğitim çalışmalarına başladık. Bu yetiştirici faaliyetler çok başarılı oldu, rağbet gördü ve ülküdaşlarımızın sayısı hızla çoğaldı.
Kulüp’te kimler yoktu ki?.. Türkiye’nin bir çok ilinden kardeşlerimiz. Yüksek öğrenim için yurt dışından gelmiş, gözleri pırıl pırıl parlayan öğrenciler. Kerkük başta Irak’ın, Bağdat, Erbil, Telafer gibi şehirlerinden, çekingen, ama görgülü Türkmenler… Kıbrıs’ın muhtelif bölgelerinden, o meşhur Kıbrıs şivesiyle konuşan öğrenciler…Batı Trakya ve Bulgaristan gibi Rumeli’den gelen meraklı, ihtiyatlı Türkler… Hepimiz Kulüp’teydik ve gönül dostlarıydık.
Bugünün Türkiye’si için bütün bunlar sıradan görülebilir. Ama o yıllarda hayal bile edilemezdi. Böylesine mübarek millî bir ortamın manevî hazzını hiç unutmadık.
İşte bu Kulüp’te canla başla gayet gösterenlerden biri de Nejdet Koçak’tı. Yüzünden tebessüm hiç eksik olmazdı. Irak Türklerini bir bir yakalar Kulübümüze getirirdi. Koçak, daha sonra Ziraat fakültesini bitirip master yapacak ve Bağdat Üniversitesinde Doç. Dr. olarak görev yaptığı sırada,16 Ocak 1980’de Emekli Albay Abdullah Abdurrahman ve İşadamı Adil Şerif’le birlikte, zalim ve katil Hüseyin Saddam’ın emriyle yargılanmadan idam edilecektir. Bu mazlum şehitler arasında, işkenceyle öldürüldüğü için kayıp diye bilinen Dr. Rıza Demirci de vardır.
Söz buraya gelmişken bir parantez açalım. Halen Kırşehir Üniversitesinde görev yapan Kerküklü bir hocamızdan bizzat dinlemiştik. Çok ibret vericidir. Rahmetli Koçak’ı idamından bir gün önce cezaevinde ziyaretine gittiğinde; “İyi haberler alıyoruz. İnşallah kötü bir durumla karşılaşmayacaksın” diyor. Rahmetli, “Hocam siz de bütün arkadaşlarımız da müsterih olun. Bu gece rüyamda Peygamber Efendimizi gördüm. Beni yanına çağırdı. Bu müjdeyi aldığım için büyük bir sevinç ve huzur içindeyim. Ben Efendimizin yanına gideceğimden eminim. Allah sizlerin yardımcısı olsun” mesajını veriyor.
Parantezi burada kapatalım.1961 yılıydı, şimdi Peygamber Efendimizin yanında olduğuna inandığımız, Rahmeti Rahman’a kavuşan şehidimiz Nejdet Koçak, bir gün elinde udu ile bir Kerküklü kardeşimizi Kulübe getirdi. Bu kişi, 12 Aralık 2010’da Hakk’ın Rahmetine kavuşan Abdurrahman Kızılay’dı. Devlet Konservatuarı öğrencisiydi. Gerek Kulüp toplantılarında, gerekse evlerdeki düğün gibi kutlamalarda uduyla, Kerkük türküleri söylerdi.
Ut çalıp, türkü söylediğini duyan Devlet Konservatuarı Kızılay’ın kaydını siliyor. Gerekçe olarak da, “Biz Batı musikisine göre kulak ve ses terbiyesi vermeye çalışırken, sen Türk musikisi icra ederek bunu bozuyorsun. Seni eğitemeyiz” diyor.
Bu olay hepimizi çok rahatsız etmişti. Anlayamıyorduk, burası Türkiye, nasıl oluyor da Türk musikisi yasaklanıyor diye, bu acıyı hep içimizde yaşattık.
Yıl 1975. AP, MSP, CGP ve MHP koalisyon hükümeti kurmakta anlaşmışlardı. 31 Mart 1975’de hazırlanan Koalisyon Protokolü partilere gönderildi. MHP Genel İdare Kurulunda, rahmetli Genel Başkan Alparslan Türkeş üyelerin görüşünü sordu. Ben 4 teklifte bulunmuştum. Birini hatırlamadığım 3 teklif şöyleydi:
1) Hükümetin dil siyaseti, “Yaşayan Türkçe” olsun,
2)Bugüne kadar ihmal edilen Türk-İslâm kaynaklı eserlerin restorasyonuna öncelik verilsin,
3) Türk Musikisi Konservatuarı açılsın.
GİK bu teklifleri kabul edince, yazılı olarak Protokol Komisyonuna bildirdik. Orada sadece Türk Musikisi Konservatuarı’nın açılması benimsenince, bu teklif Hükümet Programına girdi. Aynı yıl da TBMM’de yasalaşarak yürürlüğe girdi.
Devrin Millî Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem beyin milliyetçi görüşte olması, etrafında İstanbul Üniversitesinden rahmetli hocalarımızdan Muharrem Ergin, Necmettin Hacıeminoğlu ile Mustafa Kafalı ve Yılmaz Öztuna gibi şahsiyetlerin bulunması, millî bir ayıbın kaldırılmasına yetmişti. Tabiî iki rahmetlinin hissesini unutmadan.