Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri

Hepimiz bataklıkta yaşıyoruz ancak kimilerimiz gökyüzüne bakıyor. Oscar Wilde.


Paylaşın:

Sizlere kafanızın en sakin olduğu anda bir çay koyun, yanına da mısır patlatın ve bu filmi mutlaka izleyin diyebilirdim. Ancak anlatacağım film bundan fazlasını hak ediyor. Doğrudan izleyin deseydim, yönetmenin film boyunca verdiği emeğe haksızlık etmiş olurdum. Emeğe saygılıyım. O yüzden biraz anlatmam gerekecek. En son kararı yine siz verirsiniz. Sonuçta sizden iki saatinizi ayırmanızı isterken bu kararı size bırakmalıyım. Tabii benimkisi sadece teklif, karar sizin. ( Peter Dinklage tam da burada “seni hınzır” diye bana gülüyordur.) Ayrıca filmin hem yönetmeni hem de senaristi olan Martin McDonagh de bu dediklerimi duysa beni tebrik ederdi. Çünkü o da filmdeki karakterlere böyle yapmış. Genel hatlardan biraz bahsetmiş ve şöyle demiş: Çıkın oynayın!(Burada da bir aldatmaca olabilir)

Ne yani hem senarist hem yönetmen olacak ama karakterlere müdahale etmeyecek! Olmaz böyle şey dediğinizi duyar gibiyim. (Filmi izleyenler lütfen sessiz olsun, bütün sihri bozmaya çalışıyoruz.) Evet, yönetmen tam da böyle bir film çekmiş. İsmi de film gibi biraz tuhaf ama hikâye tam tadında. Üstelik filmde öyle bildiğimiz klişeler yok. Olayın kendisi, karakter tanıtımı, karakterlerin ruhsal durumları ve dönüşümlerine dair bir bilgi yok. Film pata küte başlıyor. İzledikçe, bak katil bu, olaylar şöyle olacak gibi birkaç hüküm veriyoruz buna da inanmaya başlıyoruz derken hop yönetmen bizi aldatıyor. Yanıldınız deme zahmetine bile girmeden bizi başka bir durumun içine atıveriyor. Birden şaşkınlıktan ikiye katlanıyoruz, sonra yine ikiye ve yine ikiye derken akordeon gibi oluyoruz. Film boyunca bu böyle sürüp gidiyor.

Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri

Evet filmimizin adı bu. Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri.  Missouri’de yaşayan Mildred Hayes’in  (Frances McDormand) kızının vahşice tecavüze uğrayıp ve yine vahşice katledilişini konu ediniyor. Annesinin ise bu vahşete karşı kayıtsız kalınmasını ve katil(ler?)in olayın üzerinden 7 ay geçmesine rağmen yakalanmamasına karşı tepkisiyle konu gelişiyor.

İnsanların olaya dikkatini yeniden çekmek için evinin girişinde bulunan ve uzun yıllardır kullanılmayan üç billboardın kiralanarak “bir kızın katledildiğini ve suçluların hâlâ yakalanmadığını bunun sorumlusunun da polis şefi Willoughby (Woody Harrelson)” olduğunu yazıyor. Bunun üzerine kasabadaki polislerin, halkın ve medyanın dikkatini çekmeyi başarıyor.

Mildred tarafından astırılan afişler.

Konu ile ilgili sadece bu kadarını söylemek sanırım yeterli. Çünkü hem ana teması hem yan konuları, aslında olayların içinde geçtiği yapı da göz önüne alındığında o kadar katmanlı ki ben on sayfa yazarım; siz iki saat film izleyecektik bir saat ne anlattın durdun dersiniz. En İyisi ben, mümkün mertebe kısa ve can alıcı noktalara değinmeğe çalışayım.

Oyunculuk ve oyuncular

Mücadelesinde yalnız bırakılan ve çaresizliği en içten hissettiği anlardan birinden, Mildred. Ses tonu, yüz ifadesi ve haykırışı. Sizden bir parça koparacak.

İzlenecek filmlerde öncelikle afişe daha sonrasında oyunculara özellikle de genç ve yakışıklı/güzel oyuncuların olup olmadığına bakılıyor. Bunlar da hâliyle filme dair bir çekim merkezi oluşturuyor. Ancak bir üzücü haberim var size. Bu filmde bunların hiçbirisi yok. Olayın kendisi, örgüsü, tasviri vb. zaten yoktu. Afiş güzelleri de yok. Yani filmde yok yok. Peki ne var? Oyunculuk var oyunculuk. Hem de anlı şanlı oyunculuk.

Filmin oldukça çarpıcı replikleri ile bazen gülüyor, bazen üzülüyor, bazen kızıyoruz. Empati bile kuruyoruz arada. Ancak asıl iş oyunculukta. Duygu geçişleri sırasında olayın çarpıcılığını ve yaşandığı anı oyuncuların yüzüne odaklanarak öyle güzel gösteriyor ki sahneler biz de acaba şimdi ne diyecek ve ne düşünecek diye oyuncuların yüzüne bakıyor, bir anda filmin içinde buluyoruz kendimizi. Alın size sayısız oyuncu. (Biri de siz olmak isterseniz Google’a Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri 1080p İzle, yazın)  Üstelik France McDormand filmin başından sonuna kadar bir iki defa haricinde asla bozmadığı o asık suratı ile yapıyor bunu, yaşatıyor bize. Bakıyor ve yakalıyor. Bu konuda görüntü yönetmenin de hakkını teslim etmek gerekiyor doğrusu. Çünkü görüntüyü ekrana öyle anlarda, öyle geçişlerle veriyor ki… O mimikler bize filmin bir parçası olmamızda büyük bir pay sahibi oluyor.

Kadınların dayanışması ve çatışması

Filmin başından beri bütün mücadeleyi neredeyse tek başına veren Mildred, aynı zamanda dünyadaki geri kalan kadınları da temsil ediyor. Çünkü toplum tarafından, mahallenin ağır abileri tarafından ve özellikle de eski eşi tarafından sürekli engellenmeye ve aşağılanmaya çalışılıyor. Ancak bu noktada ona destek olan iş arkadaşının desteğinin yanında eski eşinin yeni ve 19 yaşındaki sevgilisinin varlığı da bu durumu biraz tuhaflaştırıyor. Film boyunca belki öfkesi, belki kini kim bilir belki de kıskançlığı yüzünden sürekli bu kıza hakaret etse de filmin sonunda bir dönüşüm geçiriyor ve o kızı da korumaya çalışıyor. Aslında bu duygular o kadar yoğun olmasına rağmen sağ olsun Frances McDormand göbeğimizi çatlatıyor! Ne hissettiğine dair ne ser veriyor ne de sır. Biz bunları ters köşe ola ola bir şekilde yorumlarken öğreniyoruz.

Oscar Wilde

Bizde spoiler yok. O yüzden burayı da üstü kapalı anlatacağım. Kızmayın, bunlar hep yönetmenin suçu!

Ayrıca filmin en can alıcı sahneleri de tam da böyle. Ne anlatıyorsun sen modunda! Tâ ki cevap diye beklediğimiz sahneler bir bir önümüze gelinceye kadar. İzlediğinizde neler oluyor diye hayretler içerisinde ekrana bakarken bana hak vereceksiniz. Ayrıca biz bu durumdayken ve filmin özünü anlamaya çalışırken sevgili Martin, eminim bundan keyif alıyordur. Neyse ki cevaplarımızı oldukça naif bir şekilde veriyor da paçayı kurtarıyor bizden. Shakespeare’nin yazdığı bir oyunda olduğumuz izlenimi ile geçen sahnelerden sonra ise bizi gerçeğe çekerken Oscar Wilde ile veda ediyor.

Yönetmenimiz Martin McDonagh’ı eminim siz de çok seveceksiniz. Çünkü bu adam bizleri alıştığımız ve artık bıkkınlık getiren sahneler, replikler ile yormuyor. Aslında bir şey anlatırken birden fazla şeyi de gösteriyor. Bu yüzden oyunculuklar çok önemli oluyor. Frances McDormand bu sayede ve tabii ki eşsiz oyunculuğu ile aldığı Oscar’ı sonuna kadar hak ediyor. Yine aynı şekilde ayrıca bir başlık açıp incelememiz gereken Sam Rockwell, oyunculuğu ile de En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ını alıyor. Jason Dixon’un (Sam Rockwell) hükmünü izleyince de size bırakıyorum. Ama peşinen söyleyeyim hemen hüküm vermeyin. Çünkü film ile ilgili oyunculara, afişe ve geriye kalan her şeye bakıp film ile ilgili beklediğiniz hiçbir şeyi bulamayacaksınız. Ismarlama filmlerin peşpeşe çekildiği günümüzde böyle filmlerin varlığı bu yüzden bize umut veriyor.

Son söz yerine

Film nasıl mı bitiyor? İzleyip bitirdikten bir hafta sonra kendinize sorun.

NOT: Atatürk ve silah arkadaşlarını anarken onun ve devrimlerinin ihtiraslı kıskançlık ile koruyucusu olmaya devam edeceğiz. Cumhuriyet Bayramı’mız kutlu olsun!

Yazar

Mehmet Onur Karadayı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar