Yükleniyor...
Hayatın dar yollarına, kısır görüşlerine ve kısıtlı imkanlarına inat, alabildiğine genişti umudun ovaları. Hayat denen kâbusun içinde mola verdiren bir rüya gibiydi umut. Cehennemin tatil günüydü sanki. Öyle bir zenginlikti ki umut, onu kaybedenin artık hayatta kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış gibi olurdu.
Güzeldi umut. Korkunun mahkumiyetine inat özgürleşmekti. Cesaretin ilk basamağı olarak her daim o zorlu yolun başında hazır bulunurdu. Uçurumdan düşenin tutunduğu son daldı. Hatta tırtıl misali hayatın sonuna geldiğine inanırken birdenbire bir kelebeğe dönüşmekti umut. Yapmayı istemek, yapacağını sanmaktı umut. Yapabilirse mutlu, yapamazsa kırgın olmaktı.
Kibrinin esaretinde her türlü düzeni bozmuştu vicdansız umut yiyiciler. İnsanlar birbirini işlerine, giyimlerine, yaşadıkları yerlere göre yargılar hale gelmişti. İnsanların asalak yapıda olan büyük çoğunluğu, üstündekinin baş pohpohlayıcısı, altındakininse en belalı aşağılayıcısı halini almıştı zamanla. Derken bilim üretmeyi bıraktı insan. Kitap okumadı. Dertleşmedi. İçinde büyüdü dağlar gibi duygular. Deniz oldu ama dalga olup kıyısına varacak bir sahili kalmadı. Gökyüzü oldu ama güzelliğine dalıp gideceği kuşları kalmadı. Sevilen bir yazarın neredeyse hiç kitap okumayışını ayıplama cesareti bile kalmadı insanlarda. Karşısındakinin saygısızlığını dahi görmezden gelecek kadar hakir görmeyi ve görülmeyi kabullenmişti insanlar.
Hayallerin yoldaşıydı oysa umut. Bir hayalin gerçekleştiği anı düşlemenin keyfi, yani umut etmenin keyfi, belki de o hayale kavuşmaktan bile daha fazla mutluluk vericiydi. Sadece umut ve hayal değil mutluluk da çalmıştı çoğu insan haddi olmayarak. Yol arkadaşın umutsa eğer, varacağın yerden daha güzeldi oraya doğru olan yolculuğun. Kâbusa çevirenin olmazsa tabi. Yarım kalan her yaşanmışlık, içinde acı ya da tatlı bir umut taşırdı. İnsanların anı kayıtlarında adı sık geçerdi umudun. Başarıya ve mutluluğa giden her yolda canla başla çalışmışlığı vardı mutlaka. Ve her seferinde bir hayalle başlardı bir umut. Bu denli ölmeseydi insanların hayalleri, bu kadar umutsuz olmaz mıydı acaba insanlar?
Son nefesini vereceği anda bile bir mucize beklemenin adıydı ona göre umut. Bir insanın şahsi yaşamındaki olay ve durumlarla ilgili olarak olumlu sonuçlar çıkabileceği ihtimaline dair duygusal inancıydı. Uçak düşerken paraşüt taktığını fark etmekti. Boğulmak üzereyken suyun kendini kaldırabildiğini anlamaktı. İdam edilirken son dileğinin yaşamına devam etmek olduğunu söylese affedileceğini düşünmekti. Zifiri karanlık gecenin ve içinde gizlenen kötücül güçlerin gün doğumuna ve onun parıldayan aydınlığına yenildiğini düşünmekti. Paketi atmak üzereyken fark edilen son sigaraydı. Paltonun cebinde geçen kıştan kalma unutulmuş parayı bulmaktı. Güzele ve iyiye duyulan inançtı. Yaşamayı daha kolay hale getiren bir acil yardım paketiydi. Umut, insan hayatı için mutlaka olması gereken ama dozunda kullanıldığında fayda gösteren doğal bir gıda gibiydi. Azı karar, çoğu zarardı…
Umut, hayatın içinde kışa, kara ve soğuğa meydan okuyarak ille de açan kardelen çiçeği gibiydi. Hayatın tüm kötülüğüne, tükenmişliğine ve hatta pisliğine meydan okuyarak her defasında yeniden ve yeniden açan bir çiçekti. Her defasında küllerinden yeniden doğan Zümrüdüanka kuşuydu. Mis kokusuyla ömre huzur veren bir saçak altıydı. Hayatın, insan tüketen yağmurlarından koruyandı. Çölde vaha, okyanusta ada, sonsuz karanlıkta bir ışıktı.
Sahipsiz bir çocuktu umut. İnsanların bir zaman bağrına basıp sonra kapı önüne koyduğuydu. Onsuz da onunla da olamadığı hayat arkadaşıydı. Defalarca kurşunlanan ama ebedi hayatla lanetlendiği için yok olmayandı. Umut, ona sahip çıkılamadığı için karanlıkta unutulup yok sayılandı. Belki de dünya sırf bu yüzden bu denli yaşanmaz bir hâl aldı. Kim bilir?