Yükleniyor...
19.02.2011
“Başkanlık” sisteminin iyiliğini savunan Başbakan Erdoğan şimdi de “valiler seçimle belirlense ne olur?” diye sordu. Bu bir teklif mi, gündem oluşturma mı, yoksa terörist başının taleplerine bir cevap mı pek anlaşılamadı. Ayaküstü söylenmiş de olsa bu sorunun cevabını arayalım. Önce ülkemiz ABD modelinin seçildiğini belirtelim. Son zamanlarda resmi heyetlerin ABD’ye gönderilmiş olması bunun sadece bir delili.
Başka bir bilgi daha verelim. Cumhurbaşkanı Gül’ün bilgisi dahilinde ve CİA adına hareket ettiği bildirilen Prof. Dr. Vamık Volkan’ın yönetiminde, “Türkiye’nin Büyük Çatısı:
Demokratikleşmeye Doğru Hakkâri Durağı” toplantısını düzenleyen “Eko-Politik” derneğinin faaliyetlerine dikkat çekelim. Dernek, “Türkiye’nin Büyük Çatısı:
Demokratikleşmeye Doğru” başlığı ile Beykoz, Dikili, Malatya, Mersin, Van gibi bir çok “durak” ta da toplantılar yapmış. Eko-Politik’in sözcüsü amacın, “Türkiye’nin iç yapısının, dış hedeflere göre düzenlenmesi” olduğunu ve Başbakan’ın “Kürt Açılımı” nı başlatmadan çok önce harekete geçtiklerini açıklamıştır.
Konuya dönersek, model olarak seçilen ABD’nin nasıl kurulduğuna ve yapısına özetle bakmalıyız. Malum, Amerika’da önce bir çok devlet kuruldu. Sonra bunları tek devlet yapmak üzere iç savaşlar yapıldı. Çok kan aktı. Bunun mümkün olamayacağı anlaşılınca, her devletin varlığını koruyacağı, ortak konulara ve dışa karşı “Amerika’nın Büyük Çatısı” adı ile merkezi bir devletin oluşturulması üzerinde anlaşıldı.
Bugün 50’den fazla eyalet devleti var. Hepsi de bir olan “Amerikan Milleti” nin devletidir. Bu haliyle ABD, milli bir devlettir, ama yönetim şekli merkezi/üniter olmayıp, federasyondur. Eyalet devletleri, sınırları içinde tam yetkilidir. Adı vali olan devlet başkanı seçimle belirlenir.Hakim, emniyet müdürü gibi görevliler de seçilirler. Buna ABD demokratikleşmesi denir.
ABD, şartların kaçınılmaz sonucu olarak böyle kurulmuştur. Çok karmaşık bir işleyişi vardır. Bu yapıyı anlatan bir yayın da olmadığı için, bu sistemi bilim adamlarımız da tam olarak bilmez. Kurslarla ise hiç anlaşılamaz.
Evet bizde de vali seçimle belirlenirse, bu modele göre, karşımıza bir eyalet devleti çıkar. Osmanlı’da olduğu gibi, Cumhuriyet döneminin de yönetim biçimi olan merkezi/üniter devlet yapısına son verilmiş, federasyona geçilmiş olur. Bu, meşruiyetin ve otoritenin kaynağının parçalanması demektir. Muhtariyet, özerklik veya federe; adı ne olursa olsun, bu yönetim biçimiyle, devletin iki temelinden biri yok edilmektedir.
Devletin ikinci temeli ve esasını teşkil eden, bir millete ait demek olan “milli” devlet ne olacaktır? Eğer “özerk” devletçikler, yine Türk Milletine, yani ABD’de olduğu gibi bir millete ait olacaksa, milli devlet henüz yıkılmamış demektir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu coğrafya zayıfları sevmez. Bu bir. İkincisi emperyal projelere göre bölünme tahdidi yaşayan, terörle mücadele eden Türkiye, “özerk” veya “muhtariyet” gibi parçalara ayrılırsa, birliğini ve kamu düzenini koruması mümkün olamaz.
Yine unutmamalıyız ki, devletler için en ideal rejim, üniter milli devlet şeklidir. Ama tarih, şartlar ve takdir her millete bu imkânı bahşetmez. Ama şükürler olsun Osmanlı’da olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de bizim devletimiz bu imkâna sahip olmuştur ve buna göre kurulmuştur. Gerçekler böyle iken niçin, milletimizin hayati sıkıntılarını gidermekle değil de, devletimizin yapısıyla uğraşılıyor?
BOP ve terörist başı da üniter ve milli devlete karşı çıkmıyor mu?
Valilerin seçimle belirlenmesi halinde “Özerk Kürdistan” yönetimine geçilmesi, terörist başının da temel isteklerinden değil mi? Bu sağlandıktan sonra sıranın, BOP’da da olduğu gibi, Barzani kukla devletiyle bütünleşmek suretiyle Türkiye’yi bölmek olduğu bilinmiyor mu?
Soralım; Başbakan “Türk, Kürt, Arap, Gürcü, Laz…” diye sayarken, bunların demokratik eşitliğinden bahsederken, hepsinin adının Türk Milleti olduğu gerçeğini görmezlikten gelirken, acaba ne düşünüyor? Mesela; “Türk federe, Kürt federe, Arap federe, Gürcü federe…” devletlerini düşünmüş olabilir mi? Türk kimliğinin anayasadan çıkarılmasının amacı bu olabilir mi? Bölücülerin dışında 80 milyondan bunu kabul edecek bir kişi bulunabilir mi?