Yükleniyor...
Devlet ve millet hayatını yakından ilgilendiren bazı yanlışların düzeltilmesi, hiç şüphe yok ki büyük önem taşımaktadır.
Eğer bu yanlışlar kamu yetkisi kullananlara aitse daha da önemlidir.
Söze Erdoğan’dan başlayalım:
Yanlış: “Şu anda bizi vesayet kurmakla itham edenlere hodri meydan diyorum. 30 Mart’ta sandıkta kozlarını paylaşsınlar. Bu ülkede bir diktatör varsa, buyursunlar bu diktatörü sandıkta indirsinler…. Şunu unutmayalım, sandık namustur.” (25 Ekim 2013 Van konuşması)
Doğrusu:
Hiçbir diktatör sandıkla indirilemez. Veya sandıkla diktatörün devrilmesi çok güçtür.
Çünkü diktatör, devletin ve ülkenin imkânlarını kendi doğrularına göre kullanan kişidir.
Başkalarına hayat hakkı tanımaz. Ortadoğu’nun yüze 80-90 oyla seçilen (!) diktatörlerinde olduğu gibi.
“Sandık namustur” ifadesi doğrudur.
Ancak, kişinin zaaflarından yararlanarak aldatma, satın alma, tehdit, şantaj, korku gibi olumsuzluklardan azade, hür ortamın varlığı ölçüsünde.
Yanlış: “…biz bir etnik unsurun partisi değiliz, bir bölgenin partisi değiliz. Biz tüm Türkiye’nin partisiyiz.”
Doğrusu:
Bir etnik unsurun veya bir bölgenin partisi olmaz.
Çünkü devletimiz, bütün sosyal unsurları da kucaklayan Türk Milletine göre kurulmuştur.
Bunun için 1876’dan beri anayasalarımız, milli ve üniter devlet yapısını esas almıştır.
“Biz tüm Türkiye’nin partisiyiz” denirken, bireyler/vatandaşlar kastediliyorsa doğrudur.
Eğer bir olan milletimizi 36 etnik parçaya ayıran, siyasi kolektif kimlikler kastediliyorsa yanlıştır, tehlikelidir, bölünmeyi ifade eder.
Yanlış: “Osmanlı herkesin devletiydi. Ama Atatürk ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyetini sadece Türklere göre kurdu. Diğer etnik gruplar inkar edildi. Ret, asimilasyon politikalarını biz ayağımızın altına aldık. Biz siyasi Kürtçülüğe de karşıyız, biz siyasi Türkçülüğe de karşıyız. Her ikisi de her iki anlayış da bizim düşmanımızdır.”
“Terör örgütü benim askerime, polisime düşman gözüyle bakıyor. Fakat biz demokrasi gereği… hukukun üstünlüğü, insani yaklaşım gereği onlara düşman değil suçlu (insanları öldürdüğü için ss) gözüyle bakıyoruz.”(14 Ekim 2008 Grup konuşması)
Doğrusu:
Birey açısından Osmanlı Devleti gibi, Türkiye Cumhuriyeti de herkesin devletidir.
Egemenlik ise, Türk Milletine aittir.
Etnik ve mezhep unsurlarına paylaştırılamaz.
Tarihimiz ve uluslararası hukukun gereği de budur.
Bu uygulamaya, “inkâr,” “ret” ve “asimilasyon” politikası denilmesi; ırkçı ve bölücü fitnenin yolunu açar.
“Kürtçülük,” etnisite, yani ırk davası gütmek olduğundan bölücülüktür, yanlıştır.
Ama Millet yolu demek olan Türkçülük/Türk Milliyetçiliği fikrine “düşman” olmak, yanlıştır, Milletimize düşmanlıktır.
Vatanımızı, devletimizi ve milletimizi bölmek için katliam yapan terör örgütünü düşman görmemek, demokrasiye de, hukuka da, insani yaklaşıma da yüze yüz aykırıdır.
Bölücü terörü değil de, Türklüğü düşman saymak ise, abesin ve tehlikenin zirve yapmasıdır. Zehirli bir zihniyetin eseridir.
Yanlış:“İllâ başına ’Türk’ ifadesi gelecek. Sen illâ oraya onu ’Türk Milleti’ diye dayatırsan, öbürü de diyor ki ’Hayır, Kürt milleti’, öbürü çıkar ’Laz milleti’, Niye bunu böyle diyorsun? Diyor ki ’Türk Milleti hepsini kavrar. ’Hayır Türk Milleti hepsini kavramaz, millet hepsini kavrar.”
Doğrusu:
Her millet gibi, bizim Milletimizin de bir adı vardır.
Bu, ülkede yaşayan herkesin de ortak adıdır.
Binlerce yıldan bu yana; Türk birliğini kuran Teoman ve oğlu Mete’den, Çiçi, Bumin, İstemi, Mukan, İlteriş, Bilge Kağan’dan, Satuk Buğra Han, Selçuk Bey, Tuğrul – Çağrı kardeşlere, Alparslan ve Osman Bey’den Atatürk’e kadar adımız hep Türk Milletidir.
İlim adamlarının sadece bizim için; Türk tarihi dikkate alınmazsa insanlık tarihi yazılamaz dediği, üç kıtada düzen kurmuş muhteşem Milletimizi, Erdoğan istedi diye inkar mı edeceğiz?
Sosyoloji ilmine ve uluslararası hukuka göre milletin de, etnisitenin de tarifi belli olduğu halde, etnisiteyi millet gibi göstermeye çalışmak ne büyük gaflettir.
Türk adının kaldırılmasına cüret etmek ise, devlet işlerinin iyice zıvanadan çıktığını gösteriyor. Don Kişot’un yel değirmenlerine saldırması gibi.
Bir de Cumhurbaşkanı Gül’e bakalım:
Yanlış: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünün Ahmet Kaya’ya verilmesine karar vermiş.
Doğrusu:
30-40 parça şarkı söyleyen birine, sanat ödülü verilemez.
Ama, Türk Milletine hakaret eden, bölücü terör üyeliğinden defalarca mahkum olan, Türkiye bütünlüğüne kasteden birine ödül veriliyorsa, bu sanatla değil, siyasetle ilgili olabilir.
Hele bu ödülü, ülkenin birlik ve bütünlüğünü temsil eden Cumhurbaşkanı veriyorsa, bu siyaset, vatanın bütünlüğü, milletin birliği ve devletin bağımsız tekliğiyle ilgili demektir.
Yani Başbakanıyla aynı yolun yolcusu olduğunu gösterir.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özel’e gelince; siyasi vesayetle kutlu görevleri arasında sıkışıp kalmış. Ne yardan, ne serden vazgeçebiliyor.
Bilhassa silah arkadaşları için sarf ettiği sözler anlaşılır gibi değildir.
Yarın makamlar, görevler bittiğinde, kendi camiası içinde bile, başı dik dolaşabilecek mi? Bunu dahi düşünemez hale gelmiştir.
Ne diyelim, Allah yardımcısı olsun!..,