Yükleniyor...
Son yirmi-otuz yıldır Osmanlıya dönüş, Eyalet sistemi, Osmanlı millet düzeni, inanç federasyonu gibi kavramlar, Türk basınında fazlaca işlenmeye başladı. Ayrıca Türk milletinin büyük bir bölümü tarafından tepki ile karşılanan ve yetkililerce de açıkça ayıplanıp, eleştirilmeyen aşağıdaki ve benzeri beyanlar “Yeni Osmanlı”( bazen “Neo Osmanlı” diyenler de oluyor) kavramını neredeyse bir kesimin ideolojisi haline getirdi.
Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı Kadir Mısıroğlu, başına fes giyiyor ve “Bu fesi, TC ve devrimlerine isyanı temsil ettiği için giyiyorum. Mustafa Kemal devrimleri alt-üst edilmelidir. Ecdat geliyor, Osmanlı geliyor” diyebilmektedir.
Diğer taraftan da Cumhuriyetin önemli gün ve bayramlarının sönükleştirilmesi, alternatif kutlamalar yapılması, çeşitli bahanelerle kutlamaların iptal edilmesi, Osmanlı padişahlarının doğum, ölüm günleri bahanesiyle bir değil iki, üç gün etkinlikler yapılması olağan uygulamalar haline geldi.
Osmanlıya dönüş özlemini ifade eden “Yeni Osmanlı” kavramını incelemek için önce satırbaşları ile Osmanlının son Yüzyılının önemli olaylarını hatırlayalım.
Osmanlı çok daha önceden düşüşe geçmişti ama gerilemenin ivme kazandığı son yüzyılda ekonomik bağımsızlığını tamamen kaybetmiş, vatandaşından vergisini başka ülkelerin tahsil ettiği, sömürge durumuna düşmüştü. Osmanlı’nın bu dönemini çarpıcı bir şekilde anlatan şu anekdotu vermek isterim;
9 Ocak 1853 günü Rus Çarı I. Nikola, İngiltere’nin Moskova Büyükelçisine şöyle der;
“Kollarımızda bir ‘Hasta Adam’ var. (Osmanlı için tarihe mal olmuş bu tanımı yapan ilk kişi) eğer gerekli önlemleri almadan bir gün ölürse, bu bir felaket olur.”
İngiliz Büyükelçi cevaben; “Osmanlı bizim sağmal İneğimizdir… …Osmanlı sizin için ‘hasta adam’ olabilir ama bizim için de ‘Altın yumurtlayan tavuktur.’ Niçin kesip sizinle paylaşalım?” diyerek, Çar’ın bu teklifini İngiltere’ye bildirir.
Konu İngiliz Avam Kamarasında görüşülürken Lord John Russel özetle şöyle der;
“Bırakalım ölsün Türk. İyi ama onun ölümünden sonra, korkunç bir anarşi baş göstermeyecek mi? Eğer Türk öldüğünde tüm mirası İngiltere’ye kalacak olsaydı, onu kendi ellerimle boğardım. Fakat Rusya ve Fransa leş kargası gibi üşüşüp mirastan pay alacaktır… Türkü yarı sömürgemiz olarak serumla yaşatacağız.”
Osmanlı’nın hasta adam olarak uzun süre serumla yaşamasının nedeni, paylaşılma ve/veya paylaşılamama zorluğudur.
Yıkılması önlenemez bir Osmanlı’ya dönüş özlemi, niçin sistemli olarak gündemde tutulmaktadır? Adeta bir hedef haline getirilmektedir. Tarihçi Cengiz Özakıncı bunun bir ABD projesi, bir tuzak olduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti için “siyasi intihar” anlamı taşıdığını söyleyerek, bu sürecin aşamalarını tek tek sıralar. İşte onlardan birkaçı;
Bu arada, 1950’lerden günümüze kadar gelişen süreçte, Turgut Özal’ın da sürece katkı yapan bir tutum içinde olduğunu önemle belirtmek isterim. Özal da “Türkiye’nin Osmanlı mirasını fütuhat anlayışıyla değil de uluslararası rol ve ağırlık anlamında ihya etme” düşüncesinde idi. Yani o da bir “yeni Osmanlıcı” idi. Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde Barzani ve Talabani’nin, kendisine “Padişahım” diyerek hitap ettiklerini koruma müdürü Musa Öztürk’ten birkaç kez duydum. TC’nin kırmızı pasaportunu verdiği bu aşiret liderlerinin kendisine böyle hitab etmelerinden memnuniyet duyduğu da belli. Özal’ın “federasyonu tartışmalıyız” dediğini de hatırlatmak isterim.
90lı yıllardan itibaren küreselleşme rüzgarı eşliğinde ulus devlet kavramı zihinlerden silinmek istenip yerine “Osmanlının millet ve eyalet düzeni ile padişahlığı çağrıştıracak “Başkanlık” sistemi propagandaları arasında 2010 yılına kadar gelindi. Maalesef 2016 da Cumhurbaşkanı’na akıl almaz yetkiler verilecek şekilde Anayasamızı da değiştirerek, ucube bir başkanlık sistemine doğru savrulduk.
NEO-OSMANLICI BİR AKADEMİSYEN
2010’dan itibaren, Ahmet Davudoğlu’nun, Dışişleri bakanlığı ve Başbakanlık dönemlerinde uyguladığı “Yeni Osmanlı” anlayışının ürünü olan hayalperest/ideolojik dış politikası, Türkiye’yi bölgesinde ve dünyada yalnızlaştırdı. “Stratejik Derinlik” uzmanı ve Profesör unvanı taşıyan bir kişi, “Şam’da Cuma namazı kılmak” gibi sapık bir hayalin peşinden giderek, bizi “derin yalnızlık” çukuruna yuvarladı. Şimdi o çukurda savaşmaktayız. Suriye’de bugün savaştığımız kantonlaşmaya çanak tutmuştur. Kobani’ye selamlar gönderdiği hafızalardadır.
Davudoğlu’nun Washington Post’ da yer alan beyanatında “İngiltere eski sömürgeleriyle bir milletler topluluğu halinde, neden Türkiye eski Osmanlı topraklarında, Balkanlar’da, Ortadoğu ve Orta Asya’da yeniden liderlik kurmasın?” dedi.
İşte bu beyanat gösteriyor ki, “Yeni Osmanlı” söylemi, tarihi ve bilimsel gerçeklerle bağdaşmayan, ayağı yere basmayan bir düşüncenin ürünü. Bir akademisyen olmasına rağmen Davudoğlu, İngiliz milletler topluluğu ile İngiltere ilişkisinin rasyonel ve kültürel arka planını göremiyor. Demek ki, ideolojik bakış, gerçekleri görmeyi bu kadar engelleyebiliyor.
İngiltere üzerinde güneş batmayan bir imparatorlukta, İngilizce konuşulmasını sağladı. Bu sayede İngiliz kültürünü de o geniş coğrafyada hakim kıldı. O kadar ki Hong Kong Yüz yıl İngiliz yönetiminde kaldıktan sonra, Çin gibi bir büyük devletin ve kadim Çin kültürün bünyesine 1997 de döndüğü halde, o kentte trafik hala soldan işlemektedir ve sokaklarında hala İngilizce konuşulmaktadır. İngiliz devletler topluluğundan bağımsızlıklarını kazanan o toplumların ve devletlerin kıbleleri hala İngiltere’dir.
İngiltere o ülkeler sömürgesi iken dahi, önce oralardaki üretimi artırmıştır. Sonra da artan üretimden aslan payını almıştır. Bundan 60-70 sene önceleri o ülkelerin arazi kadastro ve arazi sınıflandırmasını yapmıştır. Yani hangi tip toprakta ne tür bir ürün yetiştirilmesi gerektiğini belirlemiştir. Bizim bugün bile sınıflandırma şöyle dursun daha kadastromuzu yapamadığımızı söylersem, İngiltere’nin sömürgelerine verdiği teknik hizmetin seviyesini anlatmış olurum. Günümüzde de o ülkeler, bağımsız olmalarına rağmen İngiltere’den teknik yardım almaya ve ticari ilişkiler geliştirmeye devam ediyorlar. İlişkileri akılcı bir zeminde başladı ve aynı doğrultuda devam ediyor.
Osmanlı ise sahip olduğu coğrafyaya teknik hizmet götürmekten zaten yoksundu. Oralarda verim artışı değil, sadece vergi almayı düşünmüştür. Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi “Osmanlı oraları ne sömürgeleştirebildi, ne de vatanlaştırabildi”. Eski Osmanlı coğrafyasındaki devletlerin ise bizden koptuktan sonra Türk olan unsurlar dışında, Türkiye ile hiçbir gönül bağları kalmamıştır. Aksine Türk olmayanlarda Türk düşmanlığı da yaygındır. Hiçbir Arap ülkesi Osmanlı günlerini özlemiyor, kendimizi aldatmayalım. Osmanlı Türkçe konuşulmayan coğrafyada 400 yıl kaldığı halde Türkçe konuşulmasını bile sağlayamamıştır. Böyle bir arzusu da olmamıştır, zira kendisi bile Türkçeyi ihmal etmiştir.
SONUÇ
Tarihçi Sinan Meydan’a göre; “Türkiye’de maalesef tarih, bir bilim olmanın ötesinde, bazı çevrelerce adeta bir ‘uyuşturucu’ olarak kullanılıyor. Din ile aldatmanın yanına “Tarih ile aldatma” eklendi. Böylece toplum tarihle uyuşturuluyor. Yani tarih kullanılarak, çarpıtılarak toplum yanlış yönlendiriliyor. Yeni ve sahte bir tarih yazılıyor”.
Tarih çarpıtılarak tarihi filmler çekiliyor. Siyaset adamlarımız okuma özürlü toplumumuza “Tarihinizi Payitaht filminden öğrenin” diyebiliyorlar.
Osmanlı düzeni üç dini, 10-15 mezhebi ve bir o kadar etnik gurubu, gerçekten barış içinde daha fazla tutamadığı için yıkılmıştır. Günümüzde bizdeki etnik ve mezhebi ayrılıkları kaşıyanlar ve din ve mezhep bazında bir milletler topluluğu olan Osmanlı’ya dönüşü empoze edenler, dün Osmanlıyı yıkan güçlerdir. Bize biçtikleri elbise Osmanlının etnik çatışmalar içinde boğuştuğu yıkılış dönemidir. Ortadoğu coğrafyasında ne Araplar bizi ister, ne de Batı bizim o coğrafyaya girmemize izin verir. Bu gün 2011 de ABD’nin teşviki ile yürürlüğe koyduğumuz Suriye politikalarımızla, yüzyıl önce Lozan’da çizdiğimiz sınırları korumak için varoluş (beka) mücadelesi veriyoruz.
Türkiye sınırları ötesinde Suriye’de kendi bekası için bir askeri harekat yaparken bile, 22 Arap ülkesinin oluşturduğu ”Arap Birliği” bizi protesto ediyorsa, artık “yeni Osmanlı” hayalperestlerinin söyleyecek sözü kalmamış olmalıdır.
Özetle “yeni Osmanlı”, dün Osmanlı’yı yıkan güçlerin, bugün bize önerdiği ve içerde çokça taraftar bulan bir tuzak söylemdir. Bu tuzak söylemin peşinden giderek, bugün bir “beka sorunu” yaşıyor ve savaşıyor olmamız, Osmanlı’yı yıkanların Türkiye’yi de aynı yöntemlerle yıkmak istediklerini anlamamıza yetmelidir.