Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi

Tarih konusuna ilgi duyanlar İlber Ortaylı’nın popüler birçok eserini okumuşlardır. Yazarın “Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi” isimli eseri, ilk baskısı 1979 da ve üçüncü baskısı gözden geçirilerek 2008 de yapılan, 592 sayfalık oldukça kapsamlı bir bilimsel çalışmadır. Eser bu coğrafyanın bin yıllık geçmişini ve özellikle de altı yüz yıllık Osmanlı idare yapısını incelemektedir. Başka ifade […]


Paylaşın:

Tarih konusuna ilgi duyanlar İlber Ortaylı’nın popüler birçok eserini okumuşlardır. Yazarın “Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi” isimli eseri, ilk baskısı 1979 da ve üçüncü baskısı gözden geçirilerek 2008 de yapılan, 592 sayfalık oldukça kapsamlı bir bilimsel çalışmadır. Eser bu coğrafyanın bin yıllık geçmişini ve özellikle de altı yüz yıllık Osmanlı idare yapısını incelemektedir.
Başka ifade ile eser, birçok kurum, kuruluş, idari yapı ve hukuksal olgunun tarihi arka planlarını bize anlatan ve zaman tünelinde sekiz-on asırlık bir yolculuk yapmamızı sağlayan bir eserdir.
Medeniyetin Ortadoğu-Akdeniz bölgesinde doğduğuna işaret eden yazara göre, Osmanlı bir Ortadoğu ve Balkan imparatorluğudur. Hakim kültür salt Anadolu, salt Rumeli veya salt Mezopotamya değildir. Bu nedenle, Türkiye tarihi ve toplum düzeninin de bir Akdeniz sentezi olduğu vurgulanır. Yazarın öne çıkan tespit ve görüşlerini bir kaç ana başlık altında özetleyerek vermeye çalışalım.

Osmanlıdan önce bölgemiz

Bizans ikinci Roma İmparatorluğudur. Ona Bizans demek yanlıştır ama galat-ı meşhur olarak yerleşmiştir. Osmanlı ise, üçüncü Roma İmparatorluğudur.
Halife Hz. Ömer 635 yılında Sasaniler’i tarihe gömdü ama, İran Kültür ve Devlet Örgütü de gelişen İslam İmparatorluğuna model olmuştur.
Oğuzlar 10. asırdan itibaren batıya ilerleyerek 1055 te İran’ı fethedip, Büyük Selçuklu imparatorluğu olarak, Bağdat’taki İslam Halifesinin koruyuculuğunu üslenmişlerdir.
Anadolu’nun İslam kalışının iki önemli sebebi vardır; 1- Türklerin Ortaasya’dan beri İran-Arap etkisinde kalışları 2- Ortodoks-doğu kilisesinin çöküntü içinde olması.
İşte bu nedenle Bizans, Anadolu’ya gelen kültürler içinde ermiştir.
11. asra kadar Bizans’ın himayesinde gelişen Venedik, sonra İstanbul’a kadar uzandı. Doğu Akdeniz ile Batı Avrupa arasındaki ticarete de, diplomasiye de Venedik tüccarları hakim oldular. 1185 te İstanbul’da bir ayaklanma oldu, nüfuzları sarsıldı, bunun üzerine 1204 teki 4. Haçlı seferi, Venediklilerce Müslümanlar yerine İstanbul’a yöneltildi. İstanbul Haçlıların eline geçince Venedik Doç’u Enrico’ya Roma’nın ¾ ünün hakimi unvanı verildi.
Moğolların 1243 zaferinden sonra Anadolu, Tebriz İlhanlılarının ( İran Moğollarının) etkisine girdi. Türkmen göçerlerin direnmesiyle de Anadolu’da Beylikler kuruldu. Bir uç beyliği olarak da Osmanlı devleti kurulmuştur.

Osmanlıda Sosyo-Ekonomik hayat

Gayri Müslümler askere alınmadıklarından “Baş vergisi” ( Cizye-i şeriye ) verirlerdi. Diğer bir vergi ise mal varlığı vergisi olan “haraç”tı. Osmanlıda bu vergi, 1856 Islahat fermanı ile kalkmıştır.
Müslümanların verdiği şeri verginin birincisi “zekat” ikincisi ise arazi vergisi olan “öşür” idi.
“Timar sistemi” bozulmaya yüz tutup sipahilerin yolsuzlukları da başlayınca, Türkmen göçerler ile köylülerin de katıldığı isyanlar oldu ki bunların en önemlileri; Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarıdır. Bedreddin, dünyevi ve toplumcu bir felsefeye sahipti. İsyanların sonucunda Osmanlı’nın göçebeler üzerindeki baskısı biraz daha artmıştır. Anadolu isyanları, ticaret, sanayileşme ve şehirleşmeyi önlemiştir.
Alevilerin tehciri, alevi Sünni ayrımını körüklemiştir. Umutsuzluk halkı mistik tarikatların kucağına itmiştir. Anadolu Halkı koyu mutaassıp, dünyaya kapalı bir toplum haline gelmiştir. Az nüfuslu, dış teması olmayan köylerde kan davası, akraba evlilikleri ve kötü beslenme ile Anadolu nesilleri dejenere olmuştur. Sayısı yüzü bulan vergi çeşidi iktisadi yıkım getirmiştir
Anadolu’da eşkiyalık hareketleri bastırılamayınca haydutlara rütbe ve unvan veriliyordu. Bir eşkıya reisine ( Yeğen Osman’a) beylerbeylik dahi verilmiştir.
16 asırdan itibaren fakirleşen tımarlı sipahiler devlete beklediği vergileri vermeyince, vergi gelirleri iltizama verildi. Onlar da halkı inim inim inlettiler. Osmanlının inişe geçişinin bir nedeni de budur.
“ İltizam sistemi” ile, Osmanlıda tarımsal gelir artmadığından, devlet bir yarar sağlayamadığı gibi, güçlü bir burjuva sınıfı da doğmamıştır. Aynı sistem, Avrupa’da ise devlete düzenli gelir sağlamış, bütçe ve hizmetlere belirlilik getirmiş ve bir burjuvazinin doğmasını sağlamıştır. Anadolu’da <Köylülük> ancak 20 asırda mekanize tarımla ortadan kalkmış ve yerini <çiftçiliğe> bırakmıştır.
Fransa’nın İstanbul’daki elçisi Guillaragues 1684 Martında Fransa’ya gönderdiği raporunda özetle şunları yazıyordu;
“İmparatorluk memurlarının sürekli değişmesi, görevlerinde 6 ay bile kalmamaları otoriteyi sarsmakta, rüşvet, yolsuzluk ve isyanlar artmaktadır… Türklerin askeri teknolojideki acz ve cehaletleri anlaşılır gibi değil. İstanbul kıtlık içindedir. Maaşlar ödenememektedir. Halk isyana hazırdır….”
18 asır Osmanlıda toprak gaspı ve asayişsizlik tarımda verimi düşürmüş, sefalet ve yönetici elitin gösterişçi tüketimi bir “Bunalım Çağı” yaratmıştır. Avrupa bu dönemi 3-4 asır önce yaşayıp aşmıştı. Avrupa Monarşileri bu bunalımı aşarlarken Türk istilasına uğramışlardı. Bu dönemde Karadeniz Bölgesinden Rusya’ya erkek işçi göçü başlar. Özellikle fırıncı ve liman amelesi gitmiştir. Aynı dönem Rusya’ya 200.000 mevsimlik İran işçisi gittiği düşünülürse Rusya’nın refah farkı daha iyi anlaşılır.

Osmanlıda mahalli idareler

Osmanlı kentinde en küçük sosyal ve idari çekirdek birim “mahalle” dir. Mahalle, sosyal sınıflaşmaya göre değil, etnik ve dini farklılığa göre biçimlenmiştir.
Osmanlıda 19 asrın ortalarına kadar mahalleyi imam yönetirdi. Vergi tevzi ve tahsilini de imamlar yapardı. Son zamanlarında bu görevlerini kötüye kullanmışlardır. Kadıların şehir idaresinde giderek nüfuzlarını kaybetmesine rağmen imamlar, mahalle muhtarlıkları kurulduktan sonra da mahalle yönetiminde söz sahibi olmuşlardır.
Muhtarlıklar ilk defa İstanbul’da, sonrada taşrada (İlki Kastamonu’da) kurulmuştur. “Mahalleli”; kaldırılacak cenazeden, çıkan yangından, semtin temizlik ve bakımından ortaklaşa sorumlu olan kişi, anlamını taşımakta idi. Muhtar seçmek için yılda en az 50 kuruş, seçilmek için de en az 100 kuruş vergi vermek ve 30 yaşını geçmek şartı aranırdı.
Kadı, şehrin yargı mercii olduğu kadar, asayişin amiri, vakıfların denetçisi, beledi hizmet ve beledi kolluk görevlerinin de amiridir. Dolayısıyla şehrin yönetim ve güvenliğinin sorumlu amiri idi. Bu komple görevler 1826 yılına kadar devam etti. Sonra yeni kurulan teşkilatlar kadının bazı görevlerini devralmıştır.
Osmanlıda esnafın etkili bir lonca örgütü vardı. Hatta esnafın dışında dilenci ve fahişelerin bile örgütlenip başlarına bir <Kethüda> atadıkları bilinmektedir. Esnaf loncalarının sıkı bir örgütlenmesi vardı. Mensubu olan katillerin bile yetkililere teslim edilmediği durumlar olmuştur. Osmanlının tarım toplumundan sanayi toplumuna geçemeyişinin bir nedeni de bu zümreyi tasfiye edemeyişindendir. Zira Sanayileşmek için esnaf sınıfının kaldırılması ( veya dönüştürülmesi) gerekli idi.
Osmanlı toprakları çarpıcı biçimde “Vakıf Medeniyeti” nin yaratısıdır. Bu müessese Kur’an’daki <sadaka>dan doğmuştur. Osmanlı şehirlerinin gelişmesinde cami ve etrafında oluşan ve çeşitli sosyal hizmetler veren bu vakıfların payı büyüktür.
Avrupa Medeniyeti Belediye Demokrasisidir. Bizde ise, 1854 de ki Kırım Savaşının Başkentte yarattığı hareketliliği kontrol altına almak için <İstanbul Şehremaneti> ( İstanbul Belediyesi) kurulmuştur. Gayrimüslimler Osmanlılık bilinci ile yerel yönetilmede görev almışlardır. Merkezi yönetimde de Musurus Paşa, Sava Paşa, Mavroyeni Paşa, Kılimaki Bey, Artin Dadyan Paşa ..vb.

Osmanlıda düzenin bozulması, siyasal ve toplumsal değişim

7-Ekim-1571 deki İnebahtı yenilgisi ile Osmanlı donanmasının Akdeniz tarihinden silinmesi süreci başlamıştır. Deniz aşırı ticaret ve gemicilik-ticaret ve ateşli silah teknolojisindeki değişmeler Osmanlı toplum düzenini sarsmıştır. Anadolu’da açlık ve isyanlar başgöstermiştir.
Osmanlıda kurumlar çöküyordu ancak toplumda bir reform düşüncesi de uyanmıyordu. Yöneticilerin de tek iyileştirme vizyonu “Kanuni devrine dönülecek biçimde bir restorasyon” idi. İleriye yönelik köklü reformlar düşünülemiyordu. Nitekim devletin kurumlarının çöküntü içinde olduğu 1640-48 deki Girit Muhasarasında anlaşılmıştır. Otorite ayağa düşmüştü. Devletin politikalarını, valide Kösem ve Turhan sultanların entrikaları ve kapıkulu ordusunun hangi tarafı destekleyeceği belirliyordu. 1770 te Rus donanması Navarin de (Çeşme) Osmanlı donanmasını yaktı. Rus ordusu Tuna’yı aştı. 1798 de Napoleon Mısırı işgal etti. “Şark Meselesi” fiilen başlamış oldu. Rusya’nın Osmanlı Ortodoksları üzerindeki hamiliği tanındı(1774). Ticaret ve taşımacılık Rum tüccarların elinde idi. Rusya’ya narenciye ihraç eden Rum tüccar Aleksandır İpsilanti (Filiki Eterya örgütünü kurdu) Mora’daki Rum ayaklanmasını yönetmiştir.
18 asır ilginçtir. Değişmenin adının konmadığı ancak zorunlu olarak yaşandığı bir asırdır. Bu sırada Arap aleminde Suud ailesinin öncülüğünde Vahhabilik hareketi baş göstermiştir. Bu hareket medeniyeti reddeder ve her yenilikte bir bidat arar.
Kapitülasyonların veriliş nedeni geleneksel ekonomilerdeki kıtlık korkusudur.
İlk kapitülasyon Venedik ticaretini baltalamak için Cenova’ya verilmiştir (1387). Fransa ilk kez sürekli imtiyazı 1740 ta almıştır. 1838 Balta Limanı ticaret Anlaşması ise zor bir dönemde İngiltere’ye verilen radikal bir serbestidir.
1804 teki Sırp isyanı, 1824 teki Mora isyanı ve Avrupalıların bu ayaklanmaları desteklemesi, Osmanlı aydınlarında bu ayaklanmaların ıslahat ve hürriyetle söndürülebileceği fikrini pekiştirmiştir. Islahatlar gayri-müslümler lehine adaletsizliklere yol açmıştır. Müslümanlar, vergi veren, mütegallibeden kurtulamayan, askerlik yapan, din ve vicdan hürriyeti yönünden de hiçbir ferahlık görmeyen bir kesim olarak kalmışlardır.
Tanzimat Fermanı, İktisadi bünyesi ve toplumsal kurumları ile <Endüstri Çağı>na ayak uyduramayan bir imparatorluğun, aydın ve bürokratlarının iç ve dış baskılar sonunda yapısal dönüşümün yarattığı buhranlara bir çözüm aramak için zaruri olarak ilan ettiği bir belgedir.
İki asırdır zirai ve sınai reformlar başarılamamıştı. Nizip savaşı ile dış desteğe muhtaç olan Osmanlı 1838 Ticaret Anlaşması ile Avrupa ile ekonomik ve siyasi olarak bütünleşti. Ancak bu ilişki Yarı sömürgeleşme sürecini de başlatmıştır.
Tanzimat merkeziyetçi, asri bir “vilayet teşkilatı” kurmuştur. Vilayetler geleceğin bürokratlarının yetiştiği yerlerdi. Osmanlının ilk müze müdürü ressam Osman Hamdi Bey, Bağdat’ta vali Mithat Paşa’nın maiyetinde yetişmiştir. Yazar Ahmet Mithat Efendi, gene Mithat Paşa’nın Tuna vilayet makamında yetişmiştir.
1900 de Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) kurulmuştur. Tanzimat’la başlayan eğitim modernleşmesi medreseyi söküp atamadığından, bir kültürel ikileşme doğmuştur. Medreseli ve mektepli, Osmanlı bürokratik ve kültürel hayatında gırtlak gırtlağa boğuşarak yaşayan iki zümre haline gelmiştir.
Osmanlı hükümranlığını kaybetmemek için Lübnan’a etnik temelde muhtariyet vermiştir. Dış baskılarla benzer şekilde Zeytun, Kozan, ve Mısır gibi bazı birimlere de özel statüler vermiştir.
Osmanlıda adem-i-merkeziyet bilinçli bir tercihten değil, güçsüzlükten dolayı devam etmiştir.
Osmanlının emisyon bankası yabancı bir banka idi. Bunun buhran zamanlarında çıkmaz bir yol olduğu görülmüştür. 6 Ekim 1875 te ilk morotoryum ilan edilmiştir.
İlmi usule uygun ilk devlet bütçesi 1909-1910 mali yılı için hazırlanmıştır.
Osmanlıda 1864 yılı itibariyle 27 vilayet ve 119 Mutasarrıflık vardı. (Avrupa’da 10+44, Asya’da 16+74, Afrika’da 1+5)
Osmanlının son 40 yılının en önemli iki olayından birisi okullaşma, diğeri ise Anadolu’dan Hicaz’a kadar uzanan demiryolu hamlesidir.

Son söz olarak söylemek gerekirse;

Osmanlı İmparatorluğu, adaletin halkına iki çeşit mahkemede (Şer’i ve Nizami) iki ayrı sistemdeki kanunlarla dağıtıldığı, eğitimin iki tür okulda verildiği, bürokraside iki tür memurun yan yana çalıştığı, iki tür dünya görüşünün birbiri ile çekiştiği bir sistem içinde ömrünü tamamlamıştır. Bunların toplum hayatında yarattığı sancıları da son nesil Osmanlı aydınları çekmişlerdir.

Yazar

Aziz Bozatlı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar