ABD’NİN TÜRKİYE’Yİ BÜYÜTME AŞKI (!)

“Aşk hikayemiz” öfke ve kin duygularıyla şöyle başlıyor: Bu, ABD gemilerinin Akdeniz’de dolaşabilmesi için ABD adına Joseph Donaldson ile Osmanlı İmparatorluğu adına Cezayir Beylerbeyi Hasan Paşa, nam-ı diğer Hasan Dayı arasında imzalanan Trablus Antlaşması (1796)’dır. Kaynaklara göre ABD tarihinde bir yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul eden, yabancı bir dille (Türkçe) imzalanan ve 1818 yılına kadar süren tek Antlaşma olmuştur. […]


Paylaşın:

“Aşk hikayemiz” öfke ve kin duygularıyla şöyle başlıyor: Bu, ABD gemilerinin Akdeniz’de dolaşabilmesi için ABD adına Joseph Donaldson ile Osmanlı İmparatorluğu adına Cezayir Beylerbeyi Hasan Paşa, nam-ı diğer Hasan Dayı arasında imzalanan Trablus Antlaşması (1796)’dır. Kaynaklara göre ABD tarihinde bir yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul eden, yabancı bir dille (Türkçe) imzalanan ve 1818 yılına kadar süren tek Antlaşma olmuştur.
ABD, Trablus Antlaşmasını hazmedememiş olmalı ki, Anadolu’da “Ermenistan ve Kürdistan” adıyla iki ayrı devletin kurulmasında ısrarlıydı. 100 yıl sonra Sevr ‘de ve 105 yıl sonra Lozan’da ortaya çıktı. Ama yine yenildi, Anadolu’da 780 bin km2 de kurulan Türkiye Cumhuriyetini, geçte olsa kabul etmek zorunda kaldı.
ABD, cepheden saldırmanın işe yaramadığını anlayınca, bu defa “Türkiye’yi büyütme stratejisini (!)” geliştirdi. Nasıl büyüyecekmişiz (!) bakalım:

1) 12 Mart döneminin Başbakan Yardımcısı, E. Alb. Sadi Koçaş “Doğu Meselesi” dediği konunun mücadelesini “2. Dünya Savaşına kadar İngiltere yürüttü, ondan sonra davaya Amerika da karıştı” dediği “Hatıralar” adlı kitabının 1917. sayfasında şunları yazıyor: “Amerika, 1965’de AP’yi ve Sayın Demirel’i iktidara getirdiği zaman, karşılık olarak yeni Türk hükümetinden bir istekte bulunmuştur. ‘Irak-İran ve Türkiye Kürtlerini Federe bir Cumhuriyet haline getirelim. Bunu Türkiye’ye bağlayalım. Hem de büyük toprak kazanmış olursunuz’ diyorlardı. Acemi Başbakan, bilmiyorum bu teklifin cazibesinden mi (?), yoksa itiraz edemediği için mi, konu üzerinde bir hayli durmuş, durmakla da kalmamış, Genelkurmay tarafından hükümete verilen bir brifingde bu cazip (?) teklifi ortaya atmıştır. Gösterilen çok şiddetli reaksiyon üzerine gerçeği görmüş ve ancak ondan sonra bu teklifi reddedebilmiştir.”

2) Bilindiği gibi Turgut Özal Başbakan ve Cumhurbaşkanı olduğu dönemde malum gazetecileri aracı yaparak PKK elebaşısı Öcalan’la ilişki kurmuştu. Bu yüzden 1984’de sıfır noktasında olan bölücü terör 1993’e gelindiğinde zirve yapmıştı. Özal, TBMM’deki bölücü partinin milletvekilleri ile de sık sık görüşüyor ve “Türk-Kürt Federasyon”undan bahsediyordu. Yine bu dönemde Barzani-Talabani ikilisi Çankaya’nın muteber muhatapları olmuş ve kendilerine kırmızı pasaport verilmişti. 17 Nisan 1991’de ise ABD’nin Huzur Operasyonu ile Çekiç Güç kuruluyordu. Bu güç, Bağdat hükümetine karşı 36. Paralel’in kuzeyini (aslında Barzani-Talabani aşiretlerinin bulunduğu yerleri) korunan güvenli bölge yaptı. 2003’de Irak’ın ABD ve İngiltere tarafından işgaline kadar bu bölgede kurulacak olan “özerk” devletin temelleri atıldı.

3) AKP 2002 sonunda tek başına iktidar oldu. İçeride, sıfırlanmış olan bölücü PKK terörü, örgütle yapılan gizli görüşme ve mutabakatlar sonunda tekrar zirveye çıkarak, Irak ve Suriye koluyla da ülkemizi kuşatacak konuma geldi. Buna, kitle katliamları yapan IŞİD terörü ve FETÖ darbe girişimi de ilâve oldu. Dışarıda, Türkiye’nin de onayladığı 2005’de kabul edilen “Federal Irak” Anayasası ile tarih boyunca Türk olan Erbil’de “Özerk Yerel Yönetim” kuruldu. Irak’ın 3’üncü unsuru olan Türkmenler “azınlık” yapıldı. Özerk Yönetim anayasa sınırlarını aşarak fiilen Türkmen şehri Kerkük dahil birçok şehri ele geçirdi. Bu gelişmelere karşı, Türkiye’den hiçbir itiraz yükselmedi ve müdahale olmadı. Şu anda askerlerimiz Suriye’de IŞİD ve Akdeniz’e terör koridoru açmak üzere yol alan ABD’nin desteğindeki PYD/YPG/PKK teröristleriyle mücadele etmektedir. Irak Başika’da, askeri bir birliğimiz “kuşatılmış” vaziyette beklemekte. Türkiye’yi dışlayan “Koalisyon Güçleri, Irak ordusu ve Peşmergeler” Musul’u IŞİD’den kurtarmak için savaşıyor. Bölgede tek dostumuz “Barzani” ile dayanışma içindeyiz. Musul’un bir kısmı ile Türkmen şehri Telafer ve bölgedeki yerleşim birimlerinin Barzani’nin eline geçmesi tek temennimiz gibi görünüyor.
Irak’taki bu gelişmeler şöyle yorumlanıyor: 15 Temmuz 2014 Mesut Barzani’nin Ankara ziyaretiyle ilgili olarak Deutsche Welle’ye konuşan bir Ortadoğu uzmanı, “Çok net bir şey var artık: Ankara, bağımsız Kürdistan’ı destekliyor. Gelişmeler Türkiye-Kürdistan Konfederasyonu’nun oluşturulacağını gösteriyor” Başka bir görüşü verelim; Eski CIA Türkiye İstasyon Şefi Graham Fuller: “Kuzey Irak’ta kurulacak muhtemel bir bağımsız Kürt devletinin Türkiye’ye entegre olacağını” söyledi. Fuller, “Bu entegrasyonun başkenti ise Diyarbakır olur” dedi.
Dün “Bize BOP eşbaşkanlığı görevi verildi” diyen Başbakan Erdoğan’ı dinleyelim: “…Amerika’nın da hani düşündüğü… Büyük Ortadoğu Projesi var ya… Genişletilmiş Ortadoğu… yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir… bir merkez olabilir… Bunu başarmamız lazım. “

Cumhurbaşkanı Erdoğan bugünlerde Misak-ı Milli gereğince Kuzey Irak ve Suriye’deki haklarımızdan bahsediyor. Peki haklarımızı nasıl alacağız? Herhalde tek dostumuz Barzani ile “federasyon” dedikleri ortaklık devleti kurarak! Bu başarılınca, ABD’nin aşkı gerçekleşecek, büyüyeceğiz öyle mi? Yani devletimize Barzani’yi ortak edince, oralar bizim mi olacak? Hayır! Aksine, PKK ile anlaşmalı bölgeler Barzani’ye bağlanmayacak mı? Bu durumda Türk Milletinin egemenliği ortadan kalkmayacak mı?

Yazar

Sadi Somuncuoğlu

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar